Bu sorunun cevabı, aslında göründüğünden daha karmaşık. Bilimin özgürce yapılabilmesi için, elbette demokratik bir ortamın; eleştiri ve itiraz kültürünün gelişmiş olması gerekir. Aynı zamanda, bilim insanlarının sözünün kıymetli olduğu; bilimin ve tekniğin en ileri şekilde temsil edildiği bir yönetim biçimi gerekir. Bu da takdir edersiniz ki sizi bir tür teknokrasiye götürür. Fakat yalnızca teknokrasiye götürmekle de kalmıyor sanki bu gerçek bizi, bununla birlikte demokrasiye karşı bir duruş sergilememizi de istiyor. Çünkü, bir tarafta konu hakkında uzman ve ehil insanlar dururken; öte tarafta onlarla eşit oy hakkına sahip olup ülkenin kaderini eşit derecede etkileme kudretini elinde bulunduran, popülist siyasetçiler eliyle sürekli kandırılan, büyük ve cahil kitlelerin varlığı esasında çok büyük bir tehdittir. Bu olumsuz durumun ve yaptığım bu demokrasi eleştirisinin "demokrasinin kendisiyle" bir alakası olmadığı ve sorunun kitlelerin kendisinden kaynaklandığı savunulabilir pekala. Fakat ortada değişmeyen bir şey var yine de. O da cahil ve kandırılması son derece kolay kitlelerin potansiyellerini en çok demokraside açığa çıkarabildikleri. Bu kadarı da aslında bilimsel bakış açısının egemen olacağı bir toplum hayali kuran bizleri korkutmaya yetecek bir argümandır diye düşünüyorum.
Sadede gelirsem, monarşi, oligarşi, demokrasi ya da teknokrasi fark etmeksizin; yönetim biçimi her ne olursa olsun, toplumda batıl inançlara değil akla karşı güvenin; özgürlüğe ve sorgulamaya karşı inancın ve işin ehli olan kişilere hürmet etmenin tesis edildiği; liyakat ve karşılıklı dengenin kurulduğu her yönetim biçimi aslında, bilimin özgürce yapılabilmesi ve kötüye de kullanılmaması için idealdir.