Bu konu gayet evrimsel.
Bireyler olarak varlığımızı sürdürmek istiyoruz. Ama biliyoruz ki bir gün öleceğiz. Ölüme karşı direnmek istiyoruz. Bunun yolları var. Üremek, ister somut ister soyut bir iz, bir miras bırakmak gibi. Bunun bir yolu da bir bütünün parçası olmak ve bir parçası olduğumuz bütünü güçlendirmek, savunmak, ilerletmek. Bunu başarırsak öldüğümüzde, bir parçası olduğumuz bütünün biz yokken de varlığını sürdüreceğini ve bizim anımızı yaşatacağını düşünüyoruz.
Buna ek olarak birer insan olarak bizi tanımlayan, bir birey, bir kişilik kılan nitelikler var. Biz kimiz? Kendimize ait bir ayırt edicilik ve bizi tanımlayan gerek somut gerek soyut bir şeyler olmalı. İşte fikirler, manevi değerler, inanışlar bu kapsamda. Ama bu fikirler, manevi değerler ve inanışlar, insanların varlığına ve güvenilirliğine inanmakta zorlanacağı nitelikte olursa o kişi de zayıf bir birey, flu bir kişilik olarak görülür. Yani ben size, pek garip ve ikna edicilikten uzak fikirlere, değerlere sahip olduğumu söylersem siz benim garip, bütünlüksüz ve güvenilirlikten uzak bir kişi olduğumu düşünürsünüz. Aksine ne kadar anlaşılır, desteklenir, erdemli olarak kabul edilen değerler taşıdığımı gösterirsem de o kadar anlaşılır ve güvenilir olurum. İşte buna göre de ideolojiler, insanların kişiliklerini, hayatla bağlarını, onları tanımlamamızı sağlayan değerleri temsil ederler.
Bu iki temel sebeple insanlar ideolojilerine yüksek oranda bağlıdır. Temel iki sebep bu yaklaşımın varoluşu, ayırt ediciliği ve tanımlanırlığı sağlıyor oluşu.