Böyle
Evet bu fazla basit oldu. Gene de zırhların ölümsüzlük kazandırmadığını anlayarak başlayalım. 14.yy'a kadar Asya ve Avrupa arasında zırh yapım teknikleri açısından önemli bir fark yoktu.
Kıyaslama bakımından bir Osmanlı kapıkulu sipahisini ele alalım:
16. yy Batı Avrupalı muadilini koyalım...
Evet göğüs göğüse savaşmak zorunda olsam ben alttakini seçerdim. Gene de yukarıdaki de pek zırhsız sayılmaz.
Bunlar en ağır zırhlar, hem Avrupa'da hem Osmanlı'da kumaş, deri, örme demir zırh ve bunların karışımları şeklinde zırhlar bulunuyordu -her birine resimler örnekler eklemek isterdim ancak buraya resim eklemek gerçekten ölüm- bu zırhlarının gelişimine etki eden pek çok faktör var. Soru bunlarla ilgili olmadığı için biraz hızlı geçeceğim.
Barut çağına kadar Avrupa savaş geleneği daima mızraklı piyade üzerinedir. Türk savaş geleneği(ve Türklerle etkileşimde bulunan-Türkler tarafından yönetilen bölge) ise atlı okçu üzerinedir. Gene Asya savaş geleneği temelde okçuluğa dayanır. Ağır süvari her iki tarafında ordularında daima bulunur ve aynı göreve sahiptir. Doğru zamanda can alıcı vuruşu yapmak. Lakin illaki ister ağır birlikler ister hafif birlikler olsun Türk ordularında her birimin ok atışı yapabiliyor(her savaşta gerek kalmaz ama bu beceri beklenir) olması gerekir. Çünkü askeri temel bunun üzerinedir. Bu yüzden eğri kılıçlar daha sık kullanılır, bu yüzden zırhlar hem görüş açısı hem omuz-göğüs-elleri okçuluğa göre kısıtlamayacak şekilde gelişecektir.
Bir diğer etken asker toplama usülleri ve üretim teknikleri olacaktır. 14.yy ve sonrasında Avrupa giderek artan bir yoğunlukta şehirleşmiş, nehir ağları ve kıtanın epey denizel olması sayesinde ticareti güçlenmiş, akarsuların güçlerini buhar motorları gibi kullanarak sanayileşmeyi arttırıyordu. Asya ise Avrupa'ya göre epey kırsal yoğunluktaydı. Bu yüzden Avrupa çoğu zanaatte daha ileri olacaktır. Bu arka planla zengin soylu sınıf epey pahalı olan levha zırhları elde ederken onların harcamalarıyla gelişen sanayi daha alt tabaka askerlere de belirli ölçüde zırh tedarik edebilecektir. Osmanlı'da ise ağır birlikler padişahın elinin altında ve padişahın hazinesinden donatılıp ücretleri ödeniyordu. Bu durumda sadece üretimi değil bakımı ve onarımı da çok zor olan bu tam plaka zırhlar fiyat-performans açısından daha dezavantajlı oluyordu. Zarar gören parçaları yenilemek ve bakımını yapmak kolay olan zırhlarda ısrarcı olundu. Bu sayede aynı masrafla daha fazla asker istihdam edilebiliyordu. Hem Çin hem Hindistan aslında plaka zırhları yapabiliyorken(örnekleri var ama aynı sebepten koymuyorum) yine Asya usülü lameller-Türkçe ne kullanacağımı bilemedim- kullanmışlardır. Çünkü asker toplama usülleri aynıdır. Daha kalabalık bir ordu, devletin kaynakları ile donatılır. Gene 16-17.yy Avrupa'sı giderek kişi başına demir üretiminde artış gösterecektir.
Diğer bir önemli konu ise bu plaka zırhların geliştiği dönemdir. Fark ettiysen 15-16.yy'lardan itibaren top-tüfek iyice savaş alanını domine etmeye başlamıştır. Bu gelişmeler zırhların muharebelerdeki konumunun sorgulanmasına sebep olmuştur. Plaka zırhlar aynı zamanda arkebüs misketlerinden korunabilme endişesiyle geliştirilmiştir. Bunu yer yer başarabilmiş(buraya yamulmuş ama delinmemiş bir zırh resmi koymuş farzet) yer yer başaramamıştır(burada da delinmişler olsun). Görüntüleri benzese de her biri aynı kalitede olmuyordu. İlerleyen dönemlerde zırhın kullanımı ve kullanım alanları giderek azalacaktı. Bunun sebebi sadece zırhların tüfekler tarafından delinebiliyor olması değildir. Fiyat-performans açısından zırhlı süvarilerin piyadelere göre iyice dezavantajlı konuma düşmesidir.
Savaş meydanına gelirsek, belirttiğim gibi Osmanlı zırh ve silah konusunda o kadar da savunmasız durumda değidi. Düzensiz birlikler hariç zırh kullanımı Avrupalı muassırları kadar olmasa da yeterli durumdaydı. Hafif birliklerin temel görevi düşmanı taciz etmekti. Evet belki doğrudan kafa kafaya çarpışsalar, şövalyeler kapıkulu süvarilerinden daha başarılı olabilirdi. Osmanlı asla düşman ağır süvarilerini yıpratmadan kendilerinin ağır süvarilerini savaş meydanına sokmamaya çalışacaktır. Örneğin Niğbolu Savaşı(ateşli silahlardan önceki savaşlara güzel bir örnek) hem piyade hem hafif süvari tacizinden sonra ağır süvari hücumuyla kazanılmıştır. Yaralanmış, yorulmuş, bunalmış yer yer atlarını kaybetmiş birlikler dinç birlikten daha zayıf kalacaktır. Aynı zamanda bu tacizlerle düşman birliklerini kışkırtarak moralini yıpratıp, düzensiz saldırılar yapmaya teşvik etmeye çalışacaktır. Savaş düzeni korumak tüm teçhizatların kalitesinden daha önemliydi. Bunu başarabildiği yerlerde büyük zaferler kazanmış başaramadığı yerlerde kaybetmiştir. Özellikle 15. yy Avrupa'sına karşı Osmanlı'nın en büyük avantajı Osmanlı merkezi bir orduya sahipken Avrupalıların çoğu ilk kez bir araya gelmiş nam uğruna savaşan asilzadeler ve onların birliklerinden oluşmasıydı. Gene belirtmek gerek, nasıl zırhlar savaş alanından kayboluyorsa 17.yy'a doğru yaklaştıkça oklar da fiyat performans açısından epey işlevsiz hale gelmiştir. Bir okçunun yıllarca eğitim ve idman ihtiyacı varken, tüfek kullanmak için bir kaç hafta yeterlidir. Yani ilerleyen zaman her iki savaş geleneğini de değişime zorladı. Ancak Avrupa savaş geleneği daha başarılı oldu. Tabi soru bu kısmı içermiyor.
Gelelim Osmanlı'nın klasik dönemi boyunca Avrupa karşısındaki üstünlüğüne... Uzun bir süre toprak ele geçirme konusunda ilerleme kaydeden tarafın Osmanlı olduğu açıktır. Osmanlı ordusu pek çok konuda dönelere ve kişilere göre Avrupalılarca iltifata ve küçümsemeye tabi tutulmuştur. Ancak her zaman geri hizmet birlikleri övgü aldı. Osmanlı esas üstünlüğünü lojistik üzerinden sağlamıştır. Özellikle batı seferlerinde merkezi yönetimin etkinliği sayesinde sefer güzergahı boyunca asker ikmalleri, pazarlar, toplanma noktaları, geri hizmet birlikleri Gayri Müslim tebaayı da dahil ederek, hatta yer yer yabancıları kullanarak olabildiğince iyi organize edilmiştir. Asla kendi topraklarını ordusuna yağmalatmaması(orta çağda orduların kendi ülkelerinin köylerini, kasabalarını yağmalaması sık görülür) ve katı kuralları bu işi kolaylaştırmıştır. Örneğin 4. Murat Bağdat seferinde ordunun güzergahındaki karları küretmeyi ihmal ettiği için bir kadıyı astırmıştır. Böylece ordu olabilecek en kalabalık, hızlı ve yüksek moralli halde savaşa sokulabiliyordu. Bu avantaj gene 17.yy ve sonraki gelişmeler ile Osmanlı'nın elinden yitecektir.