Aslında tümünü de değil! Fakat tadını çıkarmak lazım…
Algıladığımız sadece duyularımızın eşiklerine uygun olanla sınırlı. Geriye kalanı ise geliştirdiğimiz cihazlarla algılayabiliyoruz. O da cihazlarımızın kapasitesi ile sınırlı.
Bizlerin elbette dış dünyayı bütün gerçekliği ile ve mükemmel derecede algılamamız mümkün değil. Zira başta da söylediğimiz üzere bu hem bizim duyularımızın hem de kullandığımız araçların (cihazların) kapasitesi ile sınırlı. Ancak bir o kadar da muazzam bir beynimiz var, eksik parçaları birleştirme becerisi olan ve yine elektrik ile çalışan.
Elektrik sonuçta maddeyi de var eden enerjinin bir biçimi. Hatta dünyamıza hayat veren güneşin hayat çubuklarının (ışık) yahut dalgalarının adı da enerji. Hatta kullandığımız kömür, vücudumuzdaki yağ, şeker, akşam evlerimizi aydınlatan elektrik de sadece depolanmış güneş enerjisi. Ve nihayet maddi olan her şeyin son durağı…
Dolayısı ile maddenin, varlığın ve bundan kaynaklı yaşamın kendisinin kaynağı enerji olunca, haliyle bütün varlıkların temel hareket merkezinde de enerji olacaktır.
Nitekim bu maddi dünyayı ve hatta felsefi olarak ötesini de tasavvur etmemize vesile olan ve (kimyasal kökenli) enerjinin yalnızca bir biçimi olan elektrik sinyallerinin de; duyularımızdan yansıyanın bilincimizde cisimleşmesinin temeli olması kadar doğal bir şey olamaz
Bu sinyaller ile bilincimize düşenin gerçeklik olup olmadığı ile ilgili kuşku duymaya gerek yok. Neticede farklı yol, yöntem ve araçlarla da bilim bunu fazlasıyla somutlamış.
Ancak henüz çevremizde olup biten, olan her şeyi, gerek duyularımızın gerekse araçlarımızın yetersizliği nedeni ile algılayabildiğimizi söyleyemeyiz.
Neticede kapasitemiz sınırlı ve fakat hem dışa doğru makro düzeyde hem de içe doğru mikro (atom altı) düzeyde evren sonsuz…
Fakat emin olalım ki; zihnimizde maddi bir hasar ve buna bağlı başka hasarlar yoksa duyularımızla algıladığımız, araçlarımızla tespit edip doğruladığımız her şey gerçek. Tadını çıkarmak lazım…