Merhaba Uzay,
Öncelikle aksan ve şive kavramlarının farkını açıklayarak başlayalım. Aksan, farklı bir dili konuşurken hedef dildeki telaffuzunun kendi ana diline benzemesidir. Örneğin Türkiye'nin doğu bölgesinde konuşulan Türkçe, anadili Kürtçe olan insanlar sebebiyle aksanlı konuşulmaktadır. Şive ise, bir dilin, konuşulanların birbirlerinden uzak bölgelerde yaşaması sonucu geliştirdiği, ses ve anlam, kimi zaman ise kelime ve dilbilgisi kuralları açısından değişmiş sürümleridir. Örnek vermek gerekirse, Türkçe, Azerice, Kazakça gibi diller aslında aynı dilin şiveleridir. Günümüzde şive kelimesini kullanırken anlatmaya çalıştığımız şey ise aslında ağızdır. Ağız, bir dilin, farklı bölgelerde, yalnızca ses değişimine uğrayarak kullanılan sürümleridir. Örneğin Karadeniz bölgesinde konuşulan Türkçe, Türkçe'nin bir ağızıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dili Türkçe, resmi ağzı ise İstanbul Ağzı'dır.
Anlattığım şeylerden de anlaşılacağı üzere, bir kişinin aksan, şive ve ağzı, biyolojik özelliklerden ziyade doğup büyüdüğü, ana dilini veya dillerini edindiği çevre ile alakalıdır. Konuşma bozukluklarını saymazsak, ağız, aksan ve şive anatomiden ziyade dilin edinilme şekli ile alakalı bir süreçtir.
Diğer cevapta verilen bazı bilgilere karşı eleştirilerimi de dile getirmek isterim.
Sevgilerimle.
Son olarak konunun Dilbilim kategorisine taşınmasının daha iyi olacağını düşünüyorum.
Konuşma biçimi, aksan, deneyim yoluyla anatominin şekillenmesinin sonucu oluşur. Kişi gırtlak, ses telleri dil gibi organlarını kullanmaya başladığında, etrafındaki konuşma biçimini kopyalar aslında yüksek oranda. Bu kullanma ile biçimlenen yapılar, yetişkinliğe geçerken artık biçimlenmeleri neredeyse tamamlanmıştır. Nasıl karadenizde büyümüş kişi, ya da doğu anadoluda büyümüş birinin konuşmasından çok hızlı bir şekilde memleketini tahmin edebiliyorsak, aslında diyoruz ki, ses anatomisinin geliştiği yer şurasıdır. Kişinin farklı dilleri küçük yaşta öğrenmesi, ve MARUZ KALMASI bu nedenle önemli. Tek bir ana dile göre şekillenen anatomi, diğer dillere ait artikülasyon, aksana uyumlanmakta zorlanır. Bunu ne kadar erken kullanmaya başlarsa, o derece ana dili gibi doğal kullanabilir. Dil merkezi çok küçük yaşta kapandığı için, sonradan öğrenilen diller, beynin diğer kısımları tarafından tutulur, bu nedenle de zor elde edilir. Yeni araştırmalar, çok uzun ve yoğun kullanımda nöronal yapının dil merkezine kaydığını göstermiştir hayret verici biçimde. Beyin nöroplastisitesi, buna izin verecek kadar geniş bir potansiyele sahip. Ancak anatomik oluşumun değişimi için evrimsel mekanizmaları da düşünürsek, bireyin göremeyeceği zaman aralıklarında oluşur değişim. Tabii ki kişi bunu aşamaz demek değil bu. Sadece hayata hazır hale gelmenin geleneksel yöntemleri dışında da olasılıklar olabileceğine açık olmamız gerekir.