Şehirlerin Oluşumu ve Bugünü: Bir Şehri "Şehir" Yapan Tek Şey Nüfus Kalabalıklığı mıdır?
Şehirler, tarihsel süreçte, bugünkü anlamından daha farklı bir çağrışım uyandırıyordu. Günümüz toplumlarında köyler, genelde şehirlerin etrafına yayılmış vaziyettedir. Örneğin Türkiye coğrafyasından örnek verecek olursak, 17. yüzyılda köy, hatta "boş arazi" olan bölgeler, bugün "şehir" statüsüne kavuşmuştur. Şehirlerin sayısı da medeniyetin gelişmesiyle doğru orantılı olarak çoğalmıştır.
Şehir, özellikle Orta Çağ’da tarım-harici girişimlerin olduğu yer olarak görülüyordu. Örneğin Weber'e göre büyük şehir; ekonomisi tarıma değil, ticaret ve üretime bağlı olan yerleşim yeridir.[1] Gerçekten de tarihte gördüğümüz, büyük şehirlerin oluşmasına yol açan en önemli etkenin ticaret olduğudur. Eğer bir bölgede toplulukların yolları kesişiyor ve artık oradaki ticaret sürekli hale geliyorsa, bölgenin şehirleşmesi muhtemeldir.
Yani büyük bir şehri yaratmak için tarım, yeterli bir üretim şekli değildir. Az önce de belirttiğimiz gibi bir mekânın şehir olabilmesi için en temel gereklilik ticaret ve üretimdir. Bir şehir sadece "kendine yetecek kadar tarımsal üretim" ile geçinemez, temel ihtiyaç kadar tarımsal üretimin yanı sıra, üretilen malların bir kısmının sermayeleştirilmesi gerekmektedir. Köylü, hem kendisini besleyecek kadar üretim yapar hem de ticaret yapacak kadar artı ürün çıkarır. Çıkardığı artı ürünü de şehir pazarlarında satar.
Büyük ticaret şehirleri, deniz yolu ile ulaşımın kolaylığı nedeniyle genellikle kıyı şehirleridir. Bu sebeple, kıyı şehirleri, farklı kültürlerden tüccarları da kolaylıkla kendilerine çekerler. Hayvanların taşıyamayacağı kadar ağır yüklerin gemiler vasıtasıyla taşınabilir olması, kıyı şehirlerini ticarete çok daha uygun şehirler yapar. Denize kıyısı olmayan şehirlerde de dış ticaret kısmen görülse de, bu tür şehirlerde genellikle daha içine kapanık bir ticaret ağı mevcuttur. Kısacası şehir, aslında öz anlam olarak kırsaldan farklı olan, kırsaldan farklı bir iktisadi hayatı olan, hatta çoğunlukla zenginlerin ve yönetici sınıfın yaşadığı, şehrin içinde yaşamayan insanları da doğrudan veya dolaylı yoldan etkileyen, bölgesel bir merkezdir.
Tarım ve Şehirleşme İlişkisi
Bilindiği üzere insanlar tarıma geçmeden önce avcı-toplayıcı yaşam tarzına sahiplerdi. Bu yaşam tarzında günün bir kısmı avlanmaya ve toplayıcılığa, geri kalan kısmı da dinlenmeye kalıyordu. Küçük gruplar halindelerdi ve sürekli hareketliydiler. Tarım devriminden önce insanların yerleşik yaşama geçtikleri çok nadiren görülmüştür.
İnsanlar, zamanla üretim bilincine kavuşarak tarım yapmaya başladılar. Bu süreç, elbette bir anda gerçekleşmedi; insanlar binlerce yıllık bir süreç sonucunda tarıma geçtiler ve bunun sonucunda toprağa bağlı olmanın bir sonucu olarak, yerleşik yaşam tarzı insanların vazgeçilmezi oldu. İnsanlar tamamen yerleşik yaşama geçtikten sonra eski alışkanlıklarını unuttular ya da alışkanlıklara farklı anlamlar yüklediler. Artık daha az tehlikedelerdi ve hatta çok daha az avlanıyorlardı. Avcılığı hayatta kalmak için yapmıyorlar, gelenek haline getirerek zevk için ya da savaş öncesi antrenman için avlanıyorlardı. Fakat insanlar avcı-toplayıcı zamanlarına göre daha çok emek harcıyor ve kendilerine daha az vakit ayırıyorlardı. Çünkü tarıma bağlı geçimde ürünleri yetiştirmek ayrı bir güç, ürünleri hasat etmek de ayrı bir fiziksel güç gerektiriyordu. Bu nedenle, insanların çok büyük bir vakti çiftçiliğe gitmek zorundaydı. Elbette saban gibi teknolojilerin icadı, bu işleri kolaylaştırmıştır; ancak bu zorluklara ek olarak, sadece tarım üzerinden geçime bağlı olmak insanlar için tehlike arz ediyordu. Çünkü ambarlar yanabilir ya da doğal nedenlerden dolayı o yılın hasadı çok az olabilirdi. Bu da kıtlık doğurabilir ve toplumsal yapının bozulmasına sebep olabilirdi.
Tarım devrimi sonrası yerleşik yaşam tarzında insanlar avcılık ve toplayıcılık zamanlarına göre daha kalabalıktı ve dolayısıyla daha fazla protein ve karbonhidrata ihtiyaç duyuyorlardı. Eğer hasat zamanındaki verim düşük olursa, az önce belirttiğimiz gibi kıtlık baş gösterir ve toplum büyük tehlikeye girerdi. Bu sorunun çözümü de, ürünleri depolamakta gizliydi. Ürünler depolanacak, eğer kıtlık baş gösterirse bu ambarlardaki ürünler tüketilecekti. (Aynı şekilde, tarım ürünleri dışında, yaşamak için kendilerine ve eşyalarına da kulübe inşa ettiler. Bunları dış etkenlerden korumak için de bütün köyün etrafına duvar ördüler.)[2]
Bu bir çözüm, fakat ürünlerin depolanması da farklı sorunları doğuruyordu: ürünlerin yanması ya da çalınması ihtimali. Muhtemelen bu sıralarda olacak ki, ambarları korumaya ihtiyaç duydular. Bu da tabii ki yönetim ya da halk tarafından seçilen bekçilerin çoğu vaktini buna ayırması demekti. Bekçiler artık tarım yapamayacaklarına göre, onlara hizmetleri karşılığında tarım ürünü verilmesi gerekiyordu. Bu noktada, "üretim fazlası" ürünler kabile yönetimi ya da şef tarafından "vergi" olarak toplanmaya başladı. İşte tam da bu kritik noktada, insanların kendilerini yönetmesi için kurduğu organizasyonun, insanların hayatına maddi açıdan müdahale etmeye başladığını görüyoruz.
Fakat konumuz devletlerin ortaya çıkışı olmadığı için, bu yazı kapsamında bu konunun detaylarına girmeyeceğiz. Özetle, insanların tarıma geçmesi, onları belirli bir mekâna bağlı hale getirdi ve o mekân özelinde kendilerine yeni bir yaşam alanı oluşturdular. Bu köylere, bugünkü metropollerimizin temeli demek mümkün.
Şehirlerde Sosyal İlişkiler
Şehirlerin toplumsal yapısı hiç şüphesiz ki kırsaldan çok farklıdır. Temel olarak, şehirlerde fiziki ilişkiler yakın, sosyal ilişkiler uzak; kırsalda ise tam aksine, fiziki ilişkiler uzak, sosyal ilişkiler yakındır.[3] Aslında insanların şehirlerdeki sosyal hayatını bir köy olarak ele almak mümkün. Şöyle ki: Kalabalık bir şehirde yaşayan bir birey, şehrin nüfusuna oranla çok az insanla sosyal etkileşime geçer. Etkileşime geçtiği insanlar genellikle akrabaları, okuldan ya da işten arkadaşları, ailesi ve herhangi bir hizmeti aldığı sektörün çalışanlarıdır. Binlerce insan içinde sadece belirli insan gruplarıyla etkileşime geçen bireyin sosyal hayatı, köy hayatına benzer. Köyde de belirli sınırlar içerisinde binlerce insanla değil, fakat tanıdığınız ve sürekli etkileşimde olduğunuz onlarca insanla yaşarsınız.
Açıklayacak olursak: Birey, özünde, bir nevi aidiyetçidir ve toplumun bir bölümüne ya da birimine ait olma ihtiyacı duyar. Yani binlerce insanın bulunduğu bir şehirde yaşasa bile sürekliliği olan sosyalliği sadece belirli insanlarla sağlamaya meyillidir. Fakat buradaki farklılık, kırsalın aksine, tanıdık insanları her gün görmemekte yatıyor. Köylerde herhangi bir insanı günde birkaç kez görmeniz mümkündür. Fakat şehirlerde, şehrin geneline yayılmış olan bir akraba grubu, belirli günlerde randevulaşarak, belirli "sosyalleşme alanlarında" ya da birbirlerinin evlerinde bir araya gelerek sosyalleşirler. Aynı şey, arkadaş çevresi için de geçerlidir.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bunun tam tersi olarak, sadece bir mahallede bir arada yaşayan akraba grupları da mevcuttur. Örneğin Türkiye’den Almanya’ya göçen işçiler, kendilerini o topluma ait hissedemediklerinden olacaktır ki genel olarak aynı mahallelerde yaşamaya başlamışlardır. Bir arada yaşama güdüsünü şehirlerin farklı noktalarında görmek mümkündür. Bazı bireyler şehirlerde tanıdıkları ile bir arada yaşamayı tercih ederken, bazıları da gerek elde olmayan sebeplerle gerekse kendi seçimleri sonucunda, yukarıda belirttiğimiz gibi tanıdıklarından uzakta yaşar ve sadece belirli zaman dilimlerinde tanıdıklarıyla sosyalleşir.
İşte "şehir" dediğimiz şey tam olarak budur: Farklı yaşayış biçimlerinin bir arada olması, şehirlerin önemli sosyolojik özelliklerindendir. Şehirler, her kültürden insanı barındırır ve çeşitli yaşayış tarzlarını da içinde tutar.
Yüksek Nüfuslu Bir Bölgenin Şehir Olamayabileceği Hakkında
Bugün herhangi bir insana "Şehir olarak adlandırabileceğimiz bir yerleşim yerinin, şehir olmasını sağlayan yegâne şey nedir?" sorusunu yöneltirsek, cevabı muhtemelen "nüfus kalabalığı" minvalinde bir cevap olurdu. Bir noktada doğru bir cevap vermiş olur; fakat bu cevap, her yerleşim yeri için geçerli değildir.
Nicel nüfusun fazla olması, o yerleşim bölgesini şehir olarak adlandırabilmemiz için yeterli değildir. Bazı şehirlerin nüfusu çok fazla, fakat niteliksiz; bazılarınınki de nicel olarak az, fakat oldukça niteliklidir. Buradan çıkardığımız asıl sonuç, bir yerleşim yerinin şehir olabilmesi için (nicel nüfus her ne kadar gerekli olsa da) o yerleşim yerindeki nüfusun oldukça nitelikli ve üretken olması gerektiğidir. Örneğin Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde bulunan ve nüfusunun oldukça az olmasına karşın nitelik oranı yüksek olan şehirler, dünyanın birçok gelişmekte olan ülkesinin şehirlerinden nüfus olarak az olsa da sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal açıdan daha niteliklilerdir.
Yani, tekrarlamak gerekirse: Bir şehrin nicel nüfusu değil, nitel nüfusu önemlidir.[3] Niteliksiz, üretmeyen ve sadece tüketen insanların sayısı bir yerleşim yerinde her ne kadar yüksek olursa olsun, bu, o yerleşim yerinin kırsaldan ayrılmasını sağlamaz. Sosyolog L. Wirth, nüfusun şehirleşmedeki önemi hakkında şöyle söylüyor:[4]
Yerleşim yerlerinde yaşayanların sayısının kentlileşmenin bir ölçütü olarak kabul edilmesinden kaynaklanan eksiklikler, çoğunlukla, nüfus yoğunluğu için de geçerlidir. İstersek, Mark Jefferson’un önerdiği gibi 1 mil karedeki nüfus yoğunluğunu 10.000 olarak alalım ya da Wilcox’un kentsel yerleşmeler için önerdiği ölçüt olan 1.000’i kabul edelim, nüfus yoğunluğunun belirgin toplumsal niteliklerle bağlantısı kurulmadığı sürece bu ölçüt kentsel toplulukları kırsal topluluklardan ayırt etmede bize nesnel bir temel oluşturamaz. Nüfus sayımlarımız, bir bölgenin gündüz değil gece nüfusunu dikkate aldığından, kentsel yaşamın en yoğun olduğu yer -kent merkezi- genellikle düşük nüfus yoğunluğuna sahip olarak görünür; eğer nüfus yoğunluğu gerçekten kentleşmenin bir göstergesi olarak kabul edilseydi, kentsel toplumu belirleyen en önemli ekonomik etkinliklerin bulunduğu sanayi ve ticaret bölgeleri gerçekten kentsel olarak değerlendirilemeyeceklerdi. Yine de bir kentin betimlenmesinde, kentsel toplumun, büyük bir yığılma ve göreli olarak yoğun bir nüfus toplanması özellikleri ile diğer yerlerden ayırt edilebileceği görmezden gelinemez. Kentin içinde doğduğu, geliştiği genel kültürel koşullarla birlikte ele alınması gereken bu ölçütler toplumsal yaşamda düzenleyici etmen olarak rol oynadıkları ölçüde sosyolojinin ilgi alanına girerler.
Bir örnek verecek olursak: Alışveriş merkezi sayısının yüksek olduğu bazı bölgelerin gündüz nüfusu binlerce kişiyi aşıp, 10.000 kişiye ve hatta 20.000 kişilere kadar çıkabilmektedir; fakat aynı bölgenin gece nüfusu sadece 1.000 kişi civarında kalabiliyor. İşte tam da bu noktada, nüfus yoğunluğunun bir bölgeyi şehir kategorisine sokamayacağı sonucuna varmış oluyoruz.
Kapitalizm ve Endüstriyalizmin Şehir Sosyolojisi Üzerindeki Etkileri
Tarihi bir geçmişi olmayan modern şehirlerimizi vücuda getiren olgu, hiç şüphesiz ki sanayileşme, üretim ve tüketim artışıyla doğru orantılı olarak kapitalizmdir. Tarihi bir geçmişe sahip olan şehirleri de geçmişteki üretim, tüketim ve pazar alışkanlıklarından ayırarak, "modern şehir" kalıbına sokan olgu da yine sanayileşme ve kapitalizmdir.
Fakat burada değinilmesi gereken bir nokta var: Evet, tabii ki modern şehirler kuşkusuz olarak sanayi üretimine, tüketime ve piyasaya bağlıdır. Ancak "Şehir Sosyolojisi" alanında şehrin tanımı yapılırken, "Şehir, diğer olgulardan tamamen arınmış bir gerçeklikle, öz olarak endüstriyalizmin ve kapitalizmin bir sonucudur." tanımı, kapitalizm-öncesi şehirlerin varlığını inkâr etmektedir. Özkan Açıkgöz bu duruma şöyle bir eleştiri getiriyor:[3]
Bu görüş doğru kabul edildiğinde, ilk olarak geçmişte şehir diye bilinen yerleşim yerlerinin, modernizm ve kapitalizmi tanımadığı için şehir sayılmaması gerekir. İkinci olarak, günümüz dünyasında herhangi bir şehir, tam anlamıyla modernleşememiş ve kapitalizme ayak uyduramamışsa, Şehir Sosyolojisinin inceleme alanı dışında olacaktır. Bu anlamda gelişmekte olan ülkelerin şehirleri tam da bu kapsamın dışında olanlara denk düşer. Böyle bir yaklaşımın benimsenmesi hiç de sağlıklı görünmemektedir.
Bir bölgede endüstriyel üretim yapılıyorsa, orada istihdam var demektir. Herhangi bir fabrikada çalışmaya başlayan bir işçi, ailesini de alıp fabrikanın yakınına yerleşecektir. Bunu diğer işçilerin de yaptığını düşünürsek, endüstriyalizmin şehirleşmedeki öneminin anlaşılması daha kolay olacaktır.
Şehirlerin Sürdürülebilirliği
Şehirlerin, varlığını koruması gerekmektedir. Bir şehrin varlığını sürdürebilmek için, öncelikle kuruluş aşamasındayken bazı gerekliliklerin sağlanmış olması gerekiyor. İbn Haldun’a göre bir şehrin en temel ihtiyaçları su, verimli arazi, otlak ve koruyucu bir coğrafyadır. Şehir, insanların hayatta kalabilmeleri için herhangi bir tatlı su kaynağına yakın olmalıdır. Bu, insanların en temel gereksinimi olan su ihtiyacını karşılaması için çok önemlidir. İkinci olarak tarım için şehrin yakınlarında verimli arazilerin olması, üçüncü olarak şehirdeki hayvanlar için yakınlarda verimli otlakların olması ve son olarak da şehrin coğrafi olarak dış etkenlere karşı güvende olması gerekmektedir.[4]Bunlar, şehirlerin bugünkü teknolojiye kavuşmadan önceki gereksinimleridir.
Aynı gereksinimler, 21. yüzyılda da mevcuttur; fakat bu gereksinimleri karşılayabilmek artık daha kolaydır. Hatta İstanbul özelinde konuşacak olursak, İstanbul’da hayvancılık, şehrin doğu ve batı uçlarında ya da Avrupa Kıtası İstanbul’unun kuzey kısımlarında yapılmaktadır. Fakat ortalama 19-20 milyon insanı besleyecek kadar fazla hayvancılık yapılıyor mu? Tabii ki hayır. Anadolu’nun herhangi bir bölgesinde verimli olarak yapılan hayvancılık, İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa gibi büyük şehirlere gelişmiş bir lojistik ağıyla ulaşıyor. Aynı şeyi tarım için de söylemek mümkün.
Şehirlerin bu denli gelişim göstermesinin olumlu sonuçları olduğu kadar, olumsuz sonuçları da mevcut. Sanayi Devrimi sonrasında şehirlerin fabrikalaşmasının yanı sıra büyük çaplı insan göçlerine maruz kalması, kaynakların hızla tüketilmesine sebep oldu. İnsanların tüketim çılgınlığı furyasına kapılması, çevre ve şehrin sürdürülebilirliğini tehlikeye attı. Daha fazla tüketim, daha fazla üretim demektir. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren dünya nüfusunun müthiş bir artış yaşamasıyla birlikle tüketimdeki artış, nüfusla doğru orantılı olarak yükseldi. Aşırı ve bilinçsiz tüketimin sonuçlarını, en basit şekilde İstanbul'da herhangi bir sahil kenarına giderek gözlemleyebilirsiniz: Bu kadar fazla insanın tek bir noktada toplanmış olmaları ve çevreyi "tükenmeyecek bir kaynak" olarak görmeleri, şehirlerin, hatta daha büyük çapta; dünyamızın ömrünü azaltmaktadır.
Sonuç
Geri dönüşüm, gürültü kirliliği, çevre kirliliği ve hava kirliliği gibi konuların, günümüzde çok büyük önem arz ettiğini biliyoruz. Şehirler bir nevi biyolojik bir canlılar gibilerdir; doğarlar, gelişirler ve hastalanırlar. Fakat, şehirlerin kurtarılabilmesi de mümkündür. İnsanların kendi iradeleriyle doğaya karşı bilinçlenmelerinin yolunu açarak tüketim çılgınlığı bir nebze de olsa önlenebilir. Bunun yanı sıra geri dönüşüme, atık su filtrelemesine, nüfus kontrolüne, çarpık kentleşmeye ve trafik sorunu gibi önemli konulara önem verilmesi şehirleri ve insanlığı kurtarabilir.
Sonuç olarak şehirler, yaşayan birer organizmadır ve doğum, gelişim, ölüm gibi gerçeklikleri vardır. Şehirlerde ölüm olgusu her ne kadar daha nadir olsa da, en nihayetinde bu da sürecin bir parçasıdır. Şehirler sosyoloji, ekonomi ve sanayi anlamındaki önde gelmişliği sebebiyle bugünün dünyasında çok önemli istihdam ve yaşam alanlarıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 11
- 9
- 6
- 5
- 3
- 3
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ L. Sunar. (2011). Weber'in Tarihsel Şehir Sosyolojisi: Modern Toplumun Temeli Olarak Şehir. İstanbul University Journal of Sociology, sf: 423-442. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. C. Davis. (2012). İnsanın Hikayesi / Taş Devrinden Bugüne Tarihimiz. Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. sf: 12.
- ^ a b c Ö. Açıkgöz. (2011). Şehir, Şehir Toplumu Ve Şehir Sosyolojisi. Istanbul Journal of Sociological Studies, sf: 57-83. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b L. Wirth. (2002). 20. Yüzyıl Kenti. ISBN: 9789755333489. Yayınevi: İmge Kitabevi.
- İ. Haldun. (2013). Mukaddime. Yayınevi: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık.
- Y. Uğur. (2005). Şehir Tarihi Ve Türkiye'de Şehir Tarihçiliği: Yaklaşımlar, Konular Ve Kaynaklar. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, sf: 9-26. | Arşiv Bağlantısı
- B. Keskin. (2012). Sürdürülebilir Kent Kavramına Farklı Bir Bakış: Yavaş Şehirler (Cittaslow). Paradoks Ekonomi Sosyoloji ve Politika Dergisi, sf: 81-99. | Arşiv Bağlantısı
- A. Giddens. (2021). Sosyoloji: Kısa Fakat Eleştirel Bir Giriş. Yayınevi: Siyasal Kitabevi.
- C. Ponting. (2018). Dünya Tarihi: Yeni Bir Bakış Açısıyla. Yayınevi: ALFA Yayınları.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 14:41:57 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10161
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.