Osmanlı İmparatorluğu'nda 2. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) Devri: İstanbul'un Fethi ve Fatihi
Fatih Sultan Mehmet (2. Mehmet), Osmanlı Devleti'nin 7. padişahı ve ilk İmparatoru'dur. Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecini tamamlayıp, devleti bir imparatorluğa dönüştürmüştür. Fatih, birçok başarıya imza atmış ve daha önce defalarca denenmesine rağmen, bir türlü düşürülememiş olan İstanbul'u fethetmiş bir padişahtır. Osmanlı İmparatorluğu topraklarını hem Anadolu hem de Rumeli'de genişletmiş olan Fatih, askeri teknoloji alanındaki icraatları sayesinde de kendisinden sonraki padişahların seferlerini de etkilemiştir. Fatih Sultan Mehmet, askeri teknoloji açısından devleti bulduğundan daha güçlü bir hale getirerek o zamanın askeri teknolojinin zirvesini Osmanlı'ya uyarlamaya çalışmıştır. Bu sebeple Osmanlı Devleti'nin tarihinde kritik rol oynayan Fatih, günümüze kadar devam eden bir üne ve saygınlığa layık görülmüştür.
Fatih'in, hükümdarlık kişiliğinin yanında, oldukça entelektüel bir kişiliğe de sahip olduğu bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmet, birçok farklı dilde kitap okuyan ve başka kültürlere merak duyan birisiydi. Tahtta kaldığı süre boyunca Osmanlı Devleti için oldukça mühim işler yapan Fatih Sultan Mehmet, ilki 1444-1446 ikincisi 1451-1481 yılları olmak üzere iki kez Osmanlı tahtına çıkmış ve toplamda 32 yıl hüküm sürmüştür.
2. Mehmet'in Tahta Çıkışları
2. Murad, 1443 yılının yazında Karaman Beyliği'ni yenilgiye uğrattı. Bu zaferin ardından Ekim ayında Edirne'ye dönen 2. Murad, Papa IV. Eugenius, Macar Krallığı ve Sırp Despotluğu tarafından yönetilen bir Hristiyan ordusunun Tuna'yı geçerek Osmanlı'nın topraklarını istila ettiği haberini aldı. Bu Hristiyan orduyu Karamanoğulları Beyliği de destekledi.
Macaristan Krallığı ve müttefiklerinin yönettiği Hristiyan ordu karşısında Osmanlı, Kasım 1443'de Niş Muharebesi'nde yenilgiye uğradı. Osmanlı, bu ordu karşısında ardı ardına yenilgiler almış olsa da 25 Aralık'ta 2. Murad tarafından İzladi Derbendi'nde güçlükle de olsa durdurulup, mağlup edildiler. Osmanlı Devleti aldığı bu zaferden sonra Macaristan ile müzakerelere başladı. Sonuç olarak 12 Haziran 1444'te Edirne-Segedin Antlaşması yapıldı. Macar kralı bu antlaşmayı 12 Temmuz 1444'te Segedin'de imzaladı.
2. Murad, bu antlaşmadan bir ay sonra oğlu Şehzâde Mehmet'i Edirne'de Sadrazam Çandarlı Halil Paşa denetiminde "kaymakam" olarak bıraktı ve kendisi Anadolu'ya geçerek Anadolu'daki topraklara saldıran Karamanoğulları Beyliği'ne sefer düzenledi. Bunun ardından Yenişehir'de Karamanlılar ile bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma yapıldıktan sonra Osmanlı Devleti'nin doğusunda ve batısında huzuru sağladığını düşünen padişah, 1444'te tahttan oğlundan yana çekildiğini resmen açıkladı ve Osmanlı ordusu Edirne'ye giderken, kendisi Bursa'da kaldı.
2. Mehmet iktidara geldikten sonra, "çocuk padişah"ın hakkını savunduklarını iddia eden Şahabettin, Turahan ve Zağanos paşalar ile Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın arası açıldı ve bir rekabet ortamını oluştu. 2. Murad tahttan çekilip henüz 12 yaşındaki oğlu tahta çıkınca, bu durumu bazı devletler bir fırsat olarak gördü. Venedik, Macaristan Krallığı, Papa ve Bizans henüz 12 yaşında olan genç padişahın tahta çıkmasından yararlanmak istedi. Bunun için bazı askeri hareketler yapmış olsalar da başarıya ulaştıkları söylenemez.
Bu esnada 2. Murad, henüz ölmemişti. Sadece tahttan oğlu lehine geri çekildiğini açıklamıştı. Buradan da anlaşılacağı üzere 2. Murad, her an duruma el atabilirdi. Öyle de oldu. Papa Edirne-Segedin Antlaşmasını beğenmeyip Macar Kralına "dinsizler" (yani Müslümanlar) ile yapılan anlaşmanın bozulabileceğini söyleyip Macaristan Kralı'nı ikna etmeyi başardı. Macaristan Kralı Ladislas, yeni bir Haçlı seferi düzenleneceğini duyurup harekete geçtikten sonra, Eylül ayında Tuna'yı geçti. Bu durum, Edirne'de şüphesiz büyük bir endişe havası yarattı.
En sonunda Çandarlı Halil ve Yeniçeriler'in etkisiyle 2. Murad, Rumeli yakasına geldi. 2. Murad'ın yönetimindeki ordu ile Hristiyanlar, Varna'da karşılaştılar. Tarihe Varna Savaşı olarak geçecek muharebe, böylece yapılmış oldu: 10 Kasım 1444'te Hristiyan ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldıktan sonra, aynı yıl içinde 2. Murad Manisa'ya geri çekildi.
2. Mehmet'ten memnun kalmayan Çandarlı Halil Paşa, 1446 yılında bir Yeniçeri isyanı düzenleyerek Fatih'i destekleyen Zağanos Paşa'yı Balıkesir'e sürgüne gönderip, tahta 2. Muradı tekrar çıkardı. 2. Murad, bu sefer ölümüne kadar tekrar iktidarda bulundu. 1451 yılındaki vefatının ardından tahta geçen isim, yine 2. Mehmet oldu. İkinci defa tahta geçen Fatih'in cülus (tahta geçme) töreni de 1451 yılında ilk defa gerçekleşti.
1453: İstanbul'un Fethi
İstanbul (veya o zamanki adıyla Konstantinopolis), kadim Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti ve elindeki son kaleydi. İstanbul'un geniş ve zamanına göre oldukça heybetli bir görünüme sahip surları, şehri karadan ve denizden gelecek olan düşman akınlarına karşı koruma görevi üstleniyordu. İstanbul surları, karada iki katlı iken denizde tek katlıydı. Bu şehri koruyan surların deniz kıyılarında daha güçsüz olduğu bilinmekteydi. Fatih Sultan Mehmet Amasya'da kalırken, babası ona mühim hocalar tutmuştu. Amasya'dan kendisini geliştiren genç Fatih, İstanbul’u almayı kafasına orada koymuştu. Bu amacını gerçekleştirmek için de tahta geçtiği yıldan (1451) itibaren çalışmalara başladı.
Fatih, İstanbul'u aldıktan sonra, şehri başkenti yapacaktı. Bu nedenle ilk önce İmparator Konstantin'e mesaj göndererek şehri kendisine teslim etmesini söyledi. Bu istek, doğal olarak Bizans'ta hoş karşılanmayıp, Konstantin tarafından reddedildi. Buna rağmen Fatih şehri silah kullanarak değil, teslim yoluyla almak istiyordu. Gelecekteki başkentini savaştan dolayı yıkık bir halde devralmamak için yoğun bir çaba sarf etti. Ancak diplomatik yollarla bir sonuca ulaşamadı. İmparator Konstantin, halkının yanında yer almayı tercih edip, Fatih'in defalarca yolladığı teslim isteğini reddetti.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Osmanlı İçin İstanbul'un Önemi
İstanbul’un ehemmiyetini kavramak için şunu bilmek gerekir: Osmanlı Devleti'nin başkenti, o dönemde Edirne’ydi. Devletin topraklarının bir kısmı Anadolu'da, bir kısmı ise Rumeli'deydi. İstanbul, bu tür bir düzen içerisinde, oldukça mühim bir konumda yer alıyordu. Bu dönemde, Anadolu'dan Rumeli'ye veya Rumeli'den Anadolu'ya geçen Osmanlı gemilerine, Venedik ve Bizans tarafından ateş açılıyordu ve bu nedenle güvenlikleri tehdit altındaydı. Bu sebeple Fatih, boğazların tam kontrolünün önemini kavramıştı. Devlet için ciddi bir sorun teşkil eden bu sorunu çözmek ve devletin iki farklı bölgedeki toprakların arasında gidiş gelişi rahat ve güvenilir yapmak için, muhakkak İstanbul'un alınması gerektiğini düşünüyordu.
Bununla beraber İstanbul, Karadeniz’e açılan Boğaz'ı kontrol eden bir konumdaydı. Özellikle Venedik ve Cenevre olmak üzere bazı devletler, Karadeniz'e ulaşmak için İstanbul Boğazı'nı kullanıyordu ve bunun için de Doğu Roma İmparatorluğu ile anlaşıyorlardı. Boğazın oldukça yakınında olan Osmanlı Devleti, Yıldırım Beyazıt zamanında boğaz kontrolü için Anadolu Hisarı'nı yaptırmış, ancak bu yeterli olmamıştı.
Üstelik Osmanlı Devleti, Fetret Devri gibi kritik zamanlarında boğazları kullanmak isteyen Şehzadeler yüzünden Bizans veya Venedik ile anlaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı'nın boğazları kullanmak için Bizans'a tavizler verdiği zamanlar da olmuştur. Bunların yanında da Bizans, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahale ederek bünyesindeki halkları kışkırtmakta, tahtta hak iddia edebilecek kişileri desteklemekte ve Fetret Devri gibi Osmanlı için oldukça kritik zamanlarda kendi çıkarına iş yapıp, uyguladığı denge politikaları sayesinde iç savaşın daha uzun sürmesine sebep olmaktaydı.
Buna ek olarak bu fetih, 2. Mehmet için ekstra öneme sahipti; çünkü tahta ilk çıkışından sonra babasının paldır küldür geri getirilmesi, onun tahta ikinci çıkışından sonra zayıf bir padişah olacağına yönelik söylentilere ve inançlara neden olmuştu. 2. Mehmet, bu söylentileri susturmak ve beklentiyi haksız çıkarmak için, tartışmaya yer bırakmayan bir zafer planlıyordu. İstanbul, bunun için biçilmiş kaftandı. Tüm bu sebepler, Osmanlı'da İstanbul'un fethi yönünde bir arzu uyandırmaktaydı.
Fetih Hazırlıkları
İstanbul'un silah yoluyla fethedilmesi gerektiğini ve bunun mümkün olabileceğini anlayan Fatih, askeri hazırlıklara başlamıştı. Günümüzde de ayakta duran Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı), Fatih'in emriyle yapılmaya başlandı. Hisar, Beyazıt devrinde yapılan Anadolu Hisarı'nın tam karşısına yapıldı. Buradaki mühim amaç, Fetih esnasında Karadeniz üzerinden deniz yoluyla herhangi bir yardımın Bizans'a ulaşamamasıydı. Osmanlı Devleti, boğazlardaki hâkimiyetini bu iki Hisar'ın etkili gücü sayesinde kurmuştu.
Tam da bu sıralarda boğazdan izin almadan geçen bir Venedik gemisi, bu iki hisar tarafından top atışına tutulmuş ve batırılmıştı. Bu olay, Osmanlı Devletinin artık boğazlarda ki etkin hamiyet gücünü göstermektedir.
Bizans'ta Savunma Hazırlıkları
Bu hisar inşa edilirken, doğal olarak, Bizans İmparatoru Konstantin buna karşı çıkmış ve Hisar'ın inşa edilmesi hususunda kendisinden izin alınması gerektiğini söylemiştir. Ancak Fatih buna karşı çıkmış ve bu hususta İmparator'un kendisiyle görüşmesi için gönderdiği elçileri huzuruna kabul etmemiştir. Fatih'in inşasını başlattırdığı Rumeli Hisarı, Ağustos 1451'de tamamlanmıştır.
Konstantin, bu gelişmeler karşısında endişeye kapıldı ve Avrupa'dan yardım istedi. Papa ve İtalyan şehir devletlerinden, özellikle de Venedik ve Cenova'dan yardım istedi. Bu durum karşısında Avrupa'dan belli düzeyde bir yardım, İstanbul'a ulaştı: Cenova, 1452 yılının Kasım ayında toplam 700 asker taşıyan gemilerini İstanbul'a ulaştırma kararı aldı ve gerçekten de bu sözü tutarak, gemileri başarıyla İstanbul'a ulaştırdı. 700 Cenova askerinin komutanı olan Giovanni Giustiniani, İmparator Konstantinos tarafından savunma ordusunun kara kuvvetleri kumandanı rütbesine layık görüldü. İmparator dahil birçok kişi, şehrin korunmasının surlar sayesinde başarıya ulaşacağını düşünüyordu. Surlar, yüksek bir şekilde İstanbul'un etrafını denizden ve karadan sarmıştı ve herhangi bir dış etmenin şehre saldırması halinde şehri koruma vazifesi görüyordu.
Devlet İçinden Karşıt Sesler
Bu sırada, İstanbul'un fethi düşüncesinde olan Fatih'e karşı, devletin içinden de tepkiler gelmekteydi. Osmanlı Devleti içinde o zamanki en güçlü Sadrazam olan Çandarlı Halil, 19 yaşında tahta geçen genç Fatih'in bu isteğini kesinlikle "gerçek dışı" buluyordu. Ona göre Devlet, Anadolu ve Rumeli'de daha fazla kök salmalı ve güçlenmeliydi. Üstelik bu isteğin Avrupa’dan yeni bir Haçlı Seferi düzenlenmesine sebep olabileceği üzerinde de duruyor ve Fatih'in İstanbul'u fetih planına kesinlikle karşı çıkıyordu. Çandarlı Halil Paşa'nın yanında da önemli bir Yeniçeri desteği bulunmaktaydı. Halk tarafından da oldukça sevilen bir Sadrazam olan Çandarlı Halil, Fatih'i defalarca ikna etmeye çalışacak; ancak hiçbirisinde başarılı olamayacaktı.
Çandarlı Halil'in bu muhalif tutumuna karşılık, Zağanos Paşa Fatih'e destek veriyor ve İstanbul'un alınabileceğini savunuyordu. Yani Osmanlı Devleti, İstanbul'un fethi konusunda "muhalifler" ve "destekçiler" olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Fatih ise, İstanbul'un fethinde oldukça kararlıydı. Kendisinin 1451 yılında babasının yerine tahta geçmek için boğazdan geçmesi gerekmiş ve bunu yaparken de ciddi tehlikeler atlatmıştı. Fatih, 1452 kışında Edirne'de yaptığı konuşmada İstanbul’un konumsal olarak stratejik önemine dikkat çekmiş ve şu sözleri söylemiştir:
Ülkemiz Rumeli’de ve Anadolu'dadır, fakat ortasında İstanbul, bir fesat yuvasıdır.
Fethin Başlangıcı
Osmanlı ordusu, 23 Mart 1453 yılında harekete geçip 2 Nisan'da İstanbul'a vardı. Karargâhını Romanus Kapısı'nın karşısındaki Maltepe'ye kuran Fatih, şehri hala vira (tehdit) yoluyla almayı istiyordu. Bu sebeple Doğu Roma İmparatoru'na son bir kez teslim çağrısında bulundu. Ancak İmparator, daha önce olduğu gibi, bu çağrıyı da reddetti ve Fatih'e sonuna kadar savaşacaklarını belirten bir yanıt verdi. Aynı zamanda, 2 Nisan 1453'te, Fatih'in ordusuyla İstanbul'a varması sırasında, Haliç'e zincir çekildi. Bunun temel sebebi, Osmanlı donanmasının Haliç'e girip kendileri için bir tehdit meydana getirmesini engellemek istemeleridir.
En sonunda, 6 Nisan 1453'te Osmanlı saldırısı başladı. Osmanlı Devleti'nin savaşta kullanabileceği gelişmiş bir ateşli top gücü vardı. Bu topları hazırlaması için Macaristan'tan getirilen Urban görevlendirilmişti. Babinger, zamanında Fatih'in Urban'a çok güçlü toplar yapıp yapamayacağını sorduğunu ve Urban'dan "Ne Konstantinopolis, ne de Babil'in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabilirim." cevabını aldığını yazmaktadır.
Osmanlı topçu atışı, 12 Nisan 1453'te başladı. Şehir oldukça iyi savunuluyordu. Bizans, bu savaşın kendisi için bir ölüm-kalım savaşı olduğunun farkındaydı. İstanbul halkı da şehrin savunmasına yardım ediyordu.
İstanbul, alınması kolay olmayan bir şehirdi. Bizans, tüm gücüyle direniyor ve saldırıları püskürtmeye çalışıyordu. Günümüzde halk arasında genel yanılgı, Bizans İmparatorluğu'nun hâlihazırda "aşırı güçsüz" olduğu ve Osmanlı'nın Bizans karşısında büyük avantajlarının olduğu yönündedir. Bizans'ın bu çatışmalardaki potansiyelini ve sergilediği performansı küçümsemek yanlış olacaktır.
Şehri koruyan büyük surların yanında son nefesi için mücadele veren Bizans, tüm gücüyle direnmeye çalıştı. Bazı konularda sahip oldukları askeri teknoloji (Rum ateşi gibi) sayesinde avantaj elde edebildiler. Bunun yanında tüm halk, Osmanlı Devleti'nin fetih çabasını boşa çıkarmak için uğraşıyordu. Halkta, Meryem Ana'nın kendilerini kurtaracağı ve kuşatmanın başarısız olacağı düşüncesi hâkimdi ve halk, bu inanç ile, şehrin düşmemesi için elinden geleni yaptı. Hâlihazırda İstanbul'un savunma açısından sahip olduğu bazı özellikleri ve aldığı bazı yardımları da eklendiğinde, Osmanlı gücüne karşı direnç gösteren bir şehir çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Bizans İmparatoru da, yaygın iddiaların aksine, son derece kararlı ve cesurdu. Şehri sonuna kadar savunacağı ve kendi isteğiyle Fatih'e teslim etmeyeceğine dair yemin etmişti.
Osmanlı topçu atışları 18 Nisan'a kadar devam etti. Kullanılan toplar sayesinde surların zayıf noktalarından biri olan Bayrampaşa Deresi tarafından, birinci ve ikinci surlarda gedikler açılmıştı. Bunun üzerine Fatih, surlarda açılan gediklerden hücum emrini verdi. Fatih'in emri uyarınca Osmanlı ordusu, gece vakti şehre taarruz etti. Dört saat süren bu mücadelede Osmanlı İmparatorluğu, fetihte kullanmak için yürüyen merdivenler ve büyük harp kuleleri inşa edip kullansalar da Bizans Rum Ateşi olarak bilinen ve denizde bile yanan ateş türünü kullanarak Osmanlı'nın yürüyen merdivenlerini yaktı. Aynı zamanda İstanbul'u Osmanlı'dan korumak için seferber olan Bizans halkı, surlara tırmanmak isteyen askerlerin üzerine kızgın yağlar döktüler. En nihayetinde, Bizans'ın bu güçlü direnişine rağmen şehir, nihayet düşecekti düşmesine; ancak şehrin düşmesinden kısa bir süre sonra şehre giren Fatih, fethin ilanını yaparken, düşmanın savunmasını tebrik edecekti.
Bu sebeplerden ötürü Osmanlı saldırısı, güçlü direniş karşısında ilk başta oldukça başarısız oldu. Bu başarısızlığın üzerine; Haliç'e girmek amacıyla hareket eden Osmanlı donanmasının, Haliç'e çekilen kalın zincir ve haliçte bulunan gemilerin müdafaası sebebiyle amacına ulaşamadan geri çekilmeleri eklendi.
Üst üste iki başarısızlığa uğrayan Osmanlı tarafı, moral olarak çöküntüye uğradı. İç muhalefet artık daha şiddetli biçimde kendini gösteriyordu. Çandarlı Halil Paşa her fırsatta kuşatmanın kaldırılmasını talep ediyordu. Çandarlı Halil Paşa, Fatihin Bizans'ı vergiye bağlamasını istemekteydi. Bizans İmparatoru Konstantin, Fatih'in teslim tekliflerini reddettiği zaman, vergi ödemeye hazır olduklarını Fatih'e iletmişti. Ancak Fatih, İmparator'un vergi teklifini reddetmişti. Alınan yenilgiler dolayısıyla Çandarlı Halil Paşa, Fatih'e defalarca isteklerini sundu. Buna karşı Fatih, kararlı tutumunu korudu. Tüm muhalefete rağmen, İstanbul'u fethetme planından vazgeçmedi.
20 Nisan Deniz Bozgunu ve Kritik Günler
Bahsettiğimiz gibi, İmparator Konstantin, kuşatma henüz resmen başlamadan önce, İtalya'daki ülkelerden ve Papa'dan yardım talebinde bulunmuştu. Genel olarak çok destek göremese de, bazı yardım gemileri kuşatma başlamadan İstanbul'a varmışlardı. Ancak kuşatma başladıktan sonra, 20 Nisan 1453 günü Papa, İstanbul'a yardım olarak dört gemi yolladı. Bu dört geminin üçünün Papa tarafından yardım amaçlı yollanmıştı, diğer bir gemi ise Mora'dan savunmaya yardım için levazım toplayan bir Bizans gemisiydi. Üç Ceneviz gemisi ile Bizans gemisi birleşti ve beraber İstanbul'a doğru yol aldılar. Bu dört gemi, İstanbul’a yardım göndermek amacıyla yola çıkmışlardı. Esen rüzgâr düşman gemilerin lehine olunca, hızlıca İstanbul yakınlarına vardılar.
Fatih, bu gemilerin Bizans'a ulaşamaması için Baltaoğlu Süleyman Bey liderliğinde bir donanmayla bu gemilerin durdurulmasını emretti. Harekete geçen Osmanlı kadırgalarının sayısı 100-120 olarak kaydedilmektedir. Osmanlı Donanması, Haçlı donanması ile Yeşilköy civarında karşılaştı. Haçlı gemileri oldukça büyük gemilerdir; buna karşılık, Osmanlı kadırgaları oldukça küçüktü. Yeşilköy civarında başlayan deniz muharebesini, Fatih, atının üstünde, Zeytinburnu'nda, İmparator Konstantin ise surlardan izliyordu. Muharebede büyük Haçlı gemileri, Osmanlı kadırgalarını ok yağmuruna tuttu ve Rum Ateşi'ni kullanarak gemileri yaktı.
Doğal koşullarda aleyhine olan Osmanlı, muharebeden mağlup bir şekilde ayrılırken, Fatih, Baltaoğlu'na geri dönüp, muharebeye devam etmesi için emir verdi. Emrin üzerine geri dönüp Yedikule'de tekrar savaşa tutulsalar da, bu sefer de rüzgârın Osmanlı kuvvetleri aleyhine bir etmen olmasının faydasıyla, busavaşın da kazananı, sayıca çok daha az olmalarına rağmen, Haçlı donanması oldu.
Fatih, bu yaşananları Zeytinburnu kıyılarından izliyor ve sinirli bir şekilde bağırarak, Osmanlı kadırgalarına emirlerini işittirmeye çalışıyordu. Fatih'in bir zamanlar sinirden atını denize doğru sürdüğü de bilinmektedir. Fausto Zonaro, Fatih'in sinirlenerek atını denize sürdüğü ânı, 1908'de yaptığı bir tabloda resmetmiştir. Bu deniz muharebesinin Haçlı zaferiyle tamamlanmasının ardından, Haliç'teki zincirin açılarak destek gönderen gemilerinin Haliç'e girilmesi sağlandı. Böylece Papa'nın gönderdiği yardım, engelleme çabalarına rağmen, Bizans’a ulaştı.
Bu büyük bozgundan sonra Fatih, büyük bir umutsuzluğa kapıldı. Osmanlı tarafının moralleri iyice düşmüştü. Fatih bile artık kendisinden şüphe duyuyor ve İstanbul'u fethedip edemeyeceği konusunda şüpheleniyordu. En başından beri kendisini uyaran Çandarlı Halil Paşa, bu bozgunun ardından cesaret almış ve Fatih'e daha sert bir şekilde muhalif olmuştu. Fatih, artık ikircikli bir hale bürünmüştü. İstanbul'u kuşatıp fethetmeye çalışarak en başından beri yanlış yapıp yapmadığını düşünüyordu. Kuşatmanın kaldırılması hususunda kafa yoruyor ve bir karar vermeye çalışıyordu.
Vaziyet böyleyken, Fatih, hocası Akşemseddin'den cesaretlendirici bir mektup aldı. Bu mektupta Akşemseddin, Fatih'e fetihten vazgeçmemesini, taviz vermez ve acımasız bir şekilde davranması gerektiğini ve bu yenilgilere sebep olanları cezalandırmasını söyledi. Fatih'i cesaretlendirmek amacıyla yazdığı mektupta, Fatih'in bu zamandan sonra ne yapması gerektiği de belirtti. Bunların yanında da mektubuna Kuran'dan bazı ayetler yazdı.
Fatih, hocasının yazdığı mektubu aldığında, toparlandı. Morali yükselmiş ve cesareti artmıştı. Fatih, bu mektup üzerine, kuşatmayı devam ettirme kararı aldı. Bu şekilde Fatih'in bile kararsız olup, baştan beri hata yapıp yapmadığı hakkında şüphe duymaya başladığı bir zamanda, Akşemseddin, yazdığı bir mektup sayesinde kuşatmanın sürdürülmesi sağlamış ve ileride gerçekleşecek İstanbul'un fethinde mühim bir rol oynamış olacaktı.
Gemilerin Karadan Yürütülmesi
Fatih, Zağanos Paşa'ya Hasköy'den karşı taraftaki sahile doğru bir köprü yapmasını emretti. Bu köprü, yapıldığı takdirde Surlar ile Beyoğlu arasında bir yol vazifesi görecekti. Ancak köprünün yapımı için, Haliç'i kontrol etmek gerekiyordu. Haliç'in girişine Bizans tarafından gerilen zincir dolayısıyla da Osmanlı gemileri Haliç'e giremiyor ve Haliç, Bizans kontrolünde kalıyordu.
Fatih bu sorunu çözmek için, Galata civarındaki tepelere ve Kasımpaşa'ya toplar yerleştirdi. Bunun yanında Haliç'i tam olarak kontrolü altına almak isteyen 2. Mehmet, donanmasının Haliç'e sokmak niyetindeydi. Gemilerin karadan yürütülmesi kararı da bu esnada alındı. Plana göre, Osmanlı Donanması'na ait hafif gemiler, karadan yürütülüp, Haliç'e indirilecekti.
Bunu yapabilmek için ahşaptan ve tomruklardan kızaklar yapıldı. Gemilerin bu kızaklardan kayması için Cenevizliler'den zeytinyağı ve domuz yağı alındı, bu gemiler ve kızaklar yağlandı. Gemilerin yürütülmeye başlandığı noktayla ilgili olarak bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır: Başlangıç noktası olarak, eskiden Dolmabahçe daha genel kabul görürken; günümüzde genel kabul Tophane yönündedir. İsmail Hakkı Uzun Çarşılı, başlangıç noktasını Tophane civarı olarak kabul etmektedir. Bu hipoteze göre gemiler, Kumbaracı Yokuşu ve Asmalı Mescit'in bulunduğu bölgeden indirilmiştir.
Ancak herkes, gemilerin Tophane üzerinden yürütüldüğü görüşüne katılmaz. Bu görüşte olanlar; gemilerin Tophane'den yürütüldüğü takdirde, Galata'dan bunun kolayca görülebileceğini savunur ve gemilerin Beşiktaş civarından karadan yürütülmeye başlandığını, Harbiye ve Eyüp üzerinden Haliç'e indirildiğini söylerler. Aşağıdaki haritalardan görebileceğiniz gibi bu mesafe daha uzundur; ancak daha az engebelidir.
Nereden başlamış olursa olsun, bu gemilerin karadan yürütüldüğü konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bunun yaşandığını Osmanlı kaynakları, İtalya kaynakları ve Bizans kaynakları, ortak bir şekilde doğrulamaktadır. Burada kritik bir nokta; her ne kadar gemilerin suya indirilmesi kısa bir süre içinde yapılmış olsa da, gemilerin karaya çıkarılması ve hedeflerine ulaşması aylarca planlama gerektirdiği ve uygulanması günlerce sürdüğüdür. Ayrıca bu türden bir strateji, savaş tarihinde ilk defa uygulanmamıştır. Bunu etkileyici kılan, doğru zamanda, doğru şekilde uygulanmış olmasıdır.
Gemiler, gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, karadan yürütülerek Kasımpaşa'ya götürülüp Haliç'e 21-22 Nisan 1453'te indirildiler. Böyle bir strateji karşısında oldukça şaşıran ve birdenbire Osmanlı Donanması'nı, zincirledikleri Haliç'in göbeğinde bulan Bizans tarafı, kısa bir süre içinde Haliç'in kontrolünü Osmanlı'ya kaptırmıştır.
Aslında bu hamlenin savaştaki etkisi fiziksel olmaktan çok, psikolojiktir. Bu süreçte bazı Bizans gemileri, top atışına tutulup yok edildi. Daha sonradan Haliç'te bulunan Osmanlı donanmasını yakmaya çalışan Bizans kuvvetleri, Zağanos Paşa'nın Kasımpaşa sırtlarından top atışları yapması sebebiyle başarısız oldu. Ayrıca Haliç'ten durmaksızın yapılan top atışları, karadan yapılan asıl saldırıyı maskeleyerek bazı avantajlar sağladı.
Son Saldırı: 29 Mayıs
Bu sırada, Osmanlı içinde ciddi karışıklıklar vardı. İstanbul'un günlerdir kuşatma altında olmasına karşılık ana amaca ulaşılamamış, İstanbul bir türlü fethedilememişti. Üstelik birçok sorunla karşılaşılmış ve hem karada hem de denizde mağlubiyetler görülmüştü. Durum böyleyken, fethe başından beri karşı olan Çandarlı Halil Paşa, muhalefetini şiddetle sürdürüyor ve belli bir savaşçı grupta Halil Paşa'ya destek çıkıyordu. Bu zamana kadar Fatih Sultan Mehmet hiçbir geri adım atmamış ve kuşatmaya devam etmişti.
Fatih Sultan Mehmet'in geleceği, Halil İnalcık'ın da söylediği gibi, bu kuşatmaya bağlıydı. Vakt-i zamanında birçok iç ve dış etkinin arasında kendisini kanıtlamak, otoritesini güçlendirmek gibi istekleri bu kuşatmanın hazırlanmasında etkili olmuştu. Üstelik Fatih, nihai olarak tahta geldiği yıl olan 1451'den beri Bizans ile kötü ilişkilere sahipti.
Osmanlı ordugâhında, kuşatmanın başarılı olup olmayacağı ve kaldırılıp kaldırılmaması hakkındaki görüşler, birbirleriyle mücadele halindeydi. Kuşatmanın geleceği hakkında farklı şeyler düşünen iki grup arasındaki çekişme sürüyordu. Venedik ve Macastan'ın güçlerini harekete geçirdiği haberi Osmanlı'ya geldiğinde, savaş meclisi kurulmuştu. Savaş meclisinde iki taraf, tekrar karşı karşıya gelmişti. Halil Paşa ve destekçileri, tüm çabalara rağmen İstanbul Kuşatması'nı kaldırması konusunda karşı tarafı ikna edemedi. Bizans İmparatoru'na tekrar şehri teslim etmesi için uyarı verilmesine rağmen, İmparator Konstantin bu teklifi kabul etmedi.
Bunun üzerine 29 Mayıs 1453'te, son bir saldırı yapma kararı alındı. 29 Mayıs'ta yapılacak olan son saldırının hazırlıklarını Zağanos düzenledi. Kuşatma esnasında yaşanılan olumsuz gelişmelere rağmen, Zağanos Paşa gibi devşirmeler, Fatih'e oldukça destek vermişti. Osmanlı Ordusu, 29 Mayıs'ta yapılacak saldırı için bir hazırlık sürecine girdi.
Bizans tarihçilerinin yazdıklarından, 29 Mayıs'taki saldırıdan önce, Osmanlı'nın büyük bir şenlik verdiğini biliyoruz. Mehter takımının müziği çalınıyor, tekbir sedaları yüksek sesle söyleniyordu. Bu gürültü, surların içinden de duyulup, Bizans halkını endişeye düşürmüştür. 29 Mayıs'a hazırlık olarak, 2. Mehmet'in ordusuna motive edici bir konuşma yaptığı ve bu konuşmada, şehir düştükten sonra ganimetlerin kendisinin olacağı, surlara ilk çıkanlara özel ödüller vereceğini söylediği bilinmektedir.
Tüm bunlarla motive olan Osmanlı ordusu, en nihayetinde 29 Mayıs'ta İstanbul’a son saldırısını yaptı. Saldırı, 29 Mayıs'ın sabah saatlerinde, daha gün doğmadan yapılmıştı. Genel kanı, Osmanlı askerlerinin surlardan açılan gediklerden şehrin içine girdikleri yönündedir Bunun yanında, surlara tırmanan gaziler de bulunmaktadır. Öyle veya böyle, Osmanlı ordusu, İstanbul'un kuşatmasından itibaren toplamda 4 kez saldırı yapmış ve en sonunda 29 Mayısta muzaffer olmuştu.
Şehir düştükten sonra, şehir içinde bazı çatışmalar devam etmekte olduğundan dolayı, Fatih duruma el atmak için şehre girdi. Şehre giren Fatih, halka saldırılmamasını emretti ve halkın da kendilerine itaat etmelerini söyledi. Bu emir, halkta karşılık buldu ve kısa bir süre içinde şehirde sükûnet hâkim oldu.
Halkın tüm kesimleri ve patrik, Ayasofya'ya toplanmış haldeydi. Fatih, Ayasofya'ya girdikten sonra ağlayıp kendisini yere atan patrik ve halkı gördü. El işareti ile susmalarını söyledi. Ardından yere kapanan patriğe ayağa kalkmasını söyleyip, Hristiyan tebaaya zulüm eylemeyeceğini bildirdi. Sonra askerlerine halka zarar vermemeleri söyleyip, bu emre karşı çıkanları derhal idam edeceğini de ilan etti. Bu şekilde İstanbul fethedilmiş ve Fatih "Bundan sonra tahtım İstanbul'dur." sözüyle Osmanlı'nın başkentini İstanbul yapmıştı. Elbette bu başkent değişimi ilk etapta sembolikti ve Osmanlı İmparatorluğu'nun o zamanki başkenti Edirne, daha uzun yıllar başkent görevini sürdürecekti.
Fatih, İstanbul'un fethinden sonra kendisini Roma İmparatorluğu!nun tek yasal varisi olarak görmüştür. Bu nedenle Batı'ya doğru seferler yapmaya özen gösterecektir. Kendisine Kayser-i Rum unvanını verdikten sonra, Roma'yı ve genel olarak Avrupa'yı almak istemiş ve bu doğrultuda uğraş vermiştir. Fatih, Osmanlı Devleti'ni "Üçüncü Roma İmparatorluğu" olarak görmekteydi.
Osmanlı Devleti, İstanbul'un fethinden sonra Kuruluş Dönemi'ni geride bırakmış ve bir "İmparatorluk" haline gelmişti. Bu nedenle bazı tarihçilerce Fatih, Osmanlı'nın ilk imparatoru olarak da kabul edilir. Fatih, devleti olgunlaştırdı ve birçok alanda yenilikler getirdi. Aynı zamanda İstanbul'un fethi için yaptırdığı toplar, feodalitenin yıkılmasına zemin hazırlamış ve bu durumdan, Avrupa'nın feodal beyleri etkilenmişti. Fatih'in askeri teknolojide yaptığı devrimsel hareket, Osmanlı'nın kendisinden sonraki zamanlarını da etkilemiştir. Yavuz Sultan Selim dahi, Memlûkler üzerine yaptığı başarılı seferlerde Osmanlı'nın askeri teknolojideki üstünlüğüne oldukça yararlanacaktı.
İstanbul'un Fethi Sonrası Düzenlenen Seferler
Sırbistan Üzerine Seferler
Osmanlı Devleti İstanbul’u fethedip Bizans'ın varlığına son verdikten sonra, Sırbistan, Osmanlı'ya bağlılığını bildirmedi ve çok geçmeden Macaristan ile iş birliği yaptı. Macaristan ile iş birliği yapan Sırbistan, Osmanlı'ya karşı düşmanlığını belli ettikten sonra, Fatih, Sırbistan'a sefer düzenleme kararını aldı.
1453-1457 yılları arasında olmak üzere Sırbistan'a toplam üç sefer düzenledi. Bunun sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğu, Sırbistan'ın topraklarının bir kısmına hâkim hale geldi. Bu seferler, Osmanlı'nın Balkanlar'daki topraklarını arttırmakla beraber, Osmanlı'nın gücünün Balkanlar'da daha şiddetli bir şekilde hissedilmesine yol açtı.
Mevcut Sırp kralı Bronkoviç öldüğünde, Sırbistan'da taht mücadelesi başladı. Bu iç karışıklıktan faydalanan Fatih, Sırbistan'ı vergiye bağladı. Daha sonra ise Sırbistan'ın tamamen Osmanlı'ya katılmasını isteyen Fatih, Mahmut Paşa'yı bu iş için görevlendirdi. Mahmut Paşa, 1459'da Sırbistan'ı tamamen topraklarına katarak, Sırbistan'daki tam Osmanlı hâkimiyetini kurdu. Sırbistan'da 350 yıllık Osmanlı hâkimiyeti de böylece başlamış oldu.
Mora'nın Alınması
Mora, daha öncesinde Bizans'ın kontrolündeydi. İstanbul'un fethedilip Bizans'ın resmen yıkılmasının ardından Mora Despotluğu, Bizans'tan arta kalan bir bölge haline geldi. Kantakuzenos ailesi tarafından İstanbul'un fethi bir avantaja dönüştürülmek istendi. Kantakuzenoslar, Mora'yı Paleologoslar'dan almak için bir isyan başlattılar. Bunun üzerine zor durumda kalan Dimitrios ve Thomas Paleologos, Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istedi. Yardım talebi üzerine, Turhanoğlu Ömer Bey tarafından duruma müdahale edildi ve Paleologoslar, bu sayede rakiplerini yendi.
Ancak bu sefer iki Paleogos kardeş olan Dimitrios ve Thomas birbirleriyle kavga etmeye başlamıştı. Başta Arnavutlar'ın desteğini alan Thomas güçlü duruma gelse de, Osmanlı'nın Dimitrios'e yardım etme amacıyla Mora'ya sefer düzenlemesi, Thomas'ın kardeşine karşı kaybetmesine yol açtı. Mağlup olan Thomas, İtalya'daki Papa'ya sığındı. Fatih ise Mora'nın yönetimini Dimitrios'a vermeyip, Osmanlı İmparatorluğu'na kattı. Dimitrios, Fatih tarafından Mora'yı yönetmeye layık görülmemiş; ancak birkaç imtiyaz verilip, bugün Edirne olarak bilinen Hadrianapolis Sarayı'nda kalmasına izin verilmişti.
Bosna ve Hersek'in Fethi
Bosna Kralı, normalde Osmanlı Devleti'ne ödemesi gereken vergiyi ödememişti. Üstelik vergiyi almak amacıyla gelen elçiye karşı kötü davranıp, onu tehdit etmesi, Osmanlı tarafından hoş karşılanmamıştı. Bosna Kralı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'da saldırgan politikalar izlediğini görmüş ve endişeye kapılmıştı. Gerçekten Fatih, devletin Balkanlar'daki ayağını oldukça güçlendirmiş ve yeni topraklar almıştı. Bunun üzerine Bosna Kralı, Fatih'in kendisine de saldırabileceğini düşünüp, Macarlar ve Venedik ile işbirliği yaptı.
Macaristan ve Venedik, Bosna'ya yardım sözü vermişti. Bosna Kralı, bu sebepten ötürü Osmanlı'nın kendisine saldırdığında Macaristan ve Venedik'in harekete geçeceğini düşünmüş ve bu iki devlete güvenerek, Osmanlı'ya karşı saldırgan politikalar izlemeye başlamıştır. Daha sonraları ise sırtını Venedik ve Macaristan'a yaslamasının doğru olmadığını anlayıp, yaptıklarından pişman olmuştu. Ancak bu son pişmanlığı, Fatih'i Bosna'yı fethetme düşüncesinden vazgeçiremedi.
Fatih, Eflak seferini başarıyla tamamlamış bulunuyordu. Eflak seferini tamamlayan Fatih, Bosna'nın üzerine yürümek için ordusunu önce Üsküp'te topladı. Üsküp'ten yola çıkan ordu, Bosna topraklarına doğru giderken, Bosna Kralı'nın bazı Türk topraklarına saldırdığı haberi duyuldu. Fatih bu habere sinirlenerek, Bosna'ya doğru gitmeye devam etti. Bosna'ya varıldığında ilk olarak Bobovaç Kalesi alındı. Bu kalenin düşmesiyle beraber etraftaki kaleler Osmanlı'ya bağlılığını bildirmeye başladılar. Sadece bazı noktalarda coğrafi şartlara güvenerek savunma yapan bir kısım kuvvetler görüldü.
Bir esirden, Bosna kralının hükümet merkezi olan Jajcza'da olduğu öğrenildi. Bunun üzerine padişah, yaklaşık olarak 25.000 kişilik bir kuvveti Mahmut Paşa'nın komutasında verdi. Mahmut Paşa, emir üstüne derhal Jajcza'da doğru yola çıksa da, bölgeye geldiğinde Kral'ın buradan kaçtığını ve Sokol kasabasına gittiğini öğrendi. Bu haber doğrultusunda da Sokol kasabasına doğru gitti. Ancak Bosna Kralı burada da kalmamıştı.
Mahmut Paşa ile Bosna kralı arasında bir kovalamaca yaşanıyordu. Yine yakalanan bir esir aracılığıyla, Kral'ın Kliutch Kalesi'ne gidip, orada sığındığı öğrenildi. Mahmut Paşa, bu nedenle Kliutch'e doğru yola çıkacakken, Mahmut Paşa ile maiyeti erkânı arasında bir tartışma meydana geldi. Kliutch'e gitmek için dar bir boğazdan geçilmesi gerekiyordu. Bu sebeple bu, oldukça zor ve tehlikeli bir yolculuktu. Ancak Mahmut Paşa ısrar etti ve ısrarları sonuç vererek, ordunun gece vaktinde meşelilerle Boğaz'ı geçmesi sağlandı.
Mahmut Paşa, kralın tekrar kaçmasını önlemek amacıyla, Ömer Bey'i önden gönderdi. Ömer Bey, kralın bulunduğu kaleye doğru ilerlerken, Bosna kuvvetleri tarafından görüldü. Ömer Bey, akıncılar ile beraber kalenin önündeki nehri geçti. Ancak çok geçmeden, Bosnalılar'ın nehir üzerindeki köprüyü tuttuklarını fark ettiler. Bosna Kralı, esas Osmanlı kuvvetinin dar boğazı geçemeyeceği kanısında olduğu için, Ömer Bey'e doğru saldırdı.
Bosna kuvvetleri, Ömer Bey'in etrafını sarmış ve bu yüzden bölgedeki Osmanlı kuvvetleri güçsüz bir konumda kalmıştı. Savaş devam ederken, Mahmut Paşa'nın kuvvetlerinin savaşa dâhil olması ile güç dengesi Osmanlı lehine değişti. Bazı Türk askerleri savaşa derhal katılmak için köprüyü kullanmamış, nehirden yüzerek geçmişti. En sonunda gerçekleşen savaşı, Osmanlı kazandı. Böylece de Bosna Kralı, ele geçirilmiş oldu. Ele geçirilen kral öldürüldü ve böylece Bosna Krallığı toprakları tamamen Osmanlı'ya katılmış oldu.
Bosna'nın yanında Hersek'in de ele geçirilmesi istendiği için, Mahmut Paşa bu sefer Hersek'i fethetmek amacıyla yola çıktı. Birtakım kalemlerin alınmasının ardından, Herkes Kralı oğlunu esir olarak Osmanlı'ya gönderdi. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'na birçok hediye de verdi. Bunun üzerine Kral'ın bazı topraklarda hüküm sürmesine izin verildi. Ancak kralın ölümünden sonra, Hersek topraklarının da tamamı Osmanlı'ya katıldı.
Trabzon'un Fethi
Fatih'in Trabzon'u fethetmesi'ni anlatmadan evvel 15. yüzyılda ve bilhassa Fatih döneminde Trabzon İmparatorluğu'nun siyasi olarak yaşadıklarına değineceğiz. 15. Yüzyıl'da Tara imparatorları Nicolae Jorga'nın anlatımı ile "karışık ve pek dr şerefli olmayan bir hayat sürmüşlerdi". Trabzon İmparatorluğu'nun imparatoru Kir Aleksios'un eşi zina ile sulanmış, oğulları Ioannes bunu gerekçe gösterip annesi ve babasını hapse attırmıştır. Aleksios bu durumdan kurtulunca, taht varisini diğer oğlu Aleksander olarak değiştirmek istemiş ama Ioannes aldığı destek ile tahta geçip babasını öldürtmüştür. Daha sonra Jorga'nın tanımına göre "inanılmaz bir ikiyüzlülükle" babasını öldüren kişileri sakat bırakmış, gözlerine mil çekmiş ve mahkum etmiştir. Bu şekilde hüküm süren Ioannes öldüğünde tahta kardeşi David, henüz dört yaşındaki yeğenini öldürerek, geçmiştir.
Fatih, Trabzon İmparatorluğu'nu 1461 yılının 15 Ağustos'unda fethederek, varlığına son verdi. Fatih Sultan Mehmet'in bu kararı almasını sağlayan şeylerden biri, Trabzon İmparatorluğu'nun vergi vermeye isteksiz olmasıdır. Ancak Fatih'in bu seferi yapmasının asıl sebebi, Trabzon İmparatorluğu'nun Bizans'tan arta kalan son parça olmasıdır. Fatih, İstanbul'un fethinden sonra kendisini tek yasal Roma İmparatoru olarak gördüğü için, Bizans'tan geri kalan bu parçaları almak niyetindeydi.
Halil İnalcık'ın da alıntı yaptığı 15. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Kemalpaşazade, Fatih'in tüm tekfurları yenmek istediğini, bu sebeple de ilk başta Konstantinopolis'teki tekfuru yenip, daha sonra arda kalan tekfurları peşine düştüğünü ve bu sebeple de bir zaman sonra Sultan'ın dikkatini Trabzon tekfuruna çevirdiğini söylemektedir.
Trabzon'un savunma için elverişli bazı özellikleri vardı. Surlar, her taraftan şehri sararak koruma altına almış ve şehrin doğu ve batı surları boyunca iki uçurum bulunuyordu. Bu özellikleri sayesinde Trabzon'u kuşatmak, daha zorlu bir iş haline dönüşebilirdi.
Fatih, 1461 ilkbaharında toplamda 210 savaş gemisinden meydana gelen bir donanma meydana getirdi. Kara ordusu olarak ise Avrupa'da bulunan ordu ile Bursa'ya doğru geldi. Bu kuvvetleri Asya Ordusu ile birleştirip, büyük bir askeri ordu toplamış oldu. Hatta bu sırada hedefin kim olduğu belli olmadığı için, Sakız ve Midilli gibi Ege Adaları ve daha birçok yerde Osmanlı'nın bu kapsamlı askeri hazırlığı korku ve endişe yarattı.
Orduyu Ankara'ya götürüp toplandığında, Candaroğlu Beyliği'nin beyinin oğluyla görüşüp, ondan Sinop'u kendisine vermesini istedi. Fatih'in isteğine uyan Candaroğlu Beyliği, Sinop'u Fatih'e verdi. Fatih için Sinop, stratejik bir önem taşıyordu. Trabzon kuşatmasında da donanma, buradan harekete geçip Trabzon'a vardı.
Trabzon'a varan gemiler, direkt olarak kuşatmaya başlamıştı. Ancak Fatih, geçmişte Bizans İmparatoru'na teklif ettiği gibi, Trabzon İmparatorluğu'nun imparatoru olan David'e de teslim olma teklifi sundu. Fatih'ten kendisine gelen bu teklifi düşünen David, bu teklifi geri çeviren imparator Konstantin'i hatırladı. Bunun sonucunda, Fatih'in teklifini kabul etmeye karar verdi. Bu sayede Trabzon, kılıçla değil, müzakere ile düşmüş oldu.
15 Ağustos günü şehire giren Fatih, bir katedrali camiye çevirdi. Böylece Trabzon'un fethi resmen tamamlanmış oldu.
Fatih Sultan Mehmet'in Kişiliği
Fatih Sultan Mehmet, şiirler haricinde kendisi hakkında pek eser bırakmamış bir imparatordu. Dolayısıyla onun hakkındaki bilgileri, etrafındakilerin yazdıklarından alabilmekteyiz. Yabancı tarihçilerinde bunda belirli bir payı vardır. Buna göre Fatih, genel olarak sert karakterli bir hükümdar olarak bilinirdi. Emirlerine riayet etmeyen kişileri ağır bir şekilde cezalandırırdı. Kendisine göre, eğer bu kadar sert hükümdar olmasa, devlette sözünü geçiremezdi. Buna inandığı için, ciddi ve ağır davranır ve sert bir hükümdar portresi çizerdi.
Fatih Sultan Mehmet, entelektüel bir kişiliğe de sahipti. Kitap okumayı çok seven birisiydi. Özellikle antik tarihe büyük merak duyduğu için, antik tarih hakkında kitaplar okurdu. Jül Sezar, Büyük İskender gibi komutanların yaptıklarını okur ve onları her konuda geçmeye çalışırdı. Özellikle Roma İmparatorluğu'ndan etkilenmiş olacak ki, Osmanlı Devletini "Üçüncü Roma" yapma yolunda gitti. Onun bu isteği, ileride Kanuni Sultan Süleyman'ı kişiliğinde yeniden şiddetli biçimde doğacaktı.
Anlatılanlara göre Fatih, birçok dili (kimine göre 7 dili) akıcı bir şekilde biliyordu; ancak bildiği dil sayısı hakkında belirsizlikler vardır. İtalyanca'yı akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. İtalyanca'yı ustaca bilen Fatih, aynı zamanda İtalyanca yazılmış kitapları da okurdu. Bunun yanında İtalyan kültürüne de büyük bir merakı vardı. İtalyan kültürüne dair bilgiler öğrenmeye çalışır ve bu kültürü beğenirdi.
Entelektüel bir kişiliğe sahip olan Fatih, sarayında bazı Müslüman olmayan sanatkârlar da yer verirdi. Bunların arasında Bellini, Fatih'in portre resmini yapmıştır. Sanatkârların çalışmalarına ek olarak çeşitli felsefi tartışmalara da ev sahipliği yapan sarayda Fatih, bu tartışmalara katılır ve âlimler ile sohbet ederdi.
Öyle ki, Müslüman olmayan bazı kişileri sarayına davet etmesi gibi birçok sebepten ötürü, Avrupa'da Fatih'in Hristiyan olabileceği düşünülmüştür. Bu nedenle Papa 2. Pius, Fatih'i Hristiyanlığa çağırmış ve kendisinin Hıristiyan olduğu zaman gerçekten dünyanın en büyük komutanı olacağını söylemiştir. Ancak Fatih, Papa'nın bu teklifini reddetmiştir. Fatih, İslamiyet dinine sadık bir hükümdardı. Ancak Fatih, aşırı derecede dindar birisi değildi; dindar kimliğiyle değil, aydın kimliğiyle öne çıkıyordu.
Anlaşılacağı üzere Fatih Osmanlı hükümdarları arasından felsefe'ye olan ilgisi ile en ön plana çıkan kişiliklerden birisiydi. Fatih ele geçirmek istediği birçok ülke ve bölgeyi fethedemeden hayatını kaybetmişti. Bu nedenle, aslında amaçlarının çoğuna ulaşamamış bir padişahtır. Ancak onun fetihleri Osmanlı Devleti'ni güçlendirmiş ve gelecek zamanda Osmanlı'nın daha kuvvetli bir imparatorluk olarak öne çıkmasını sağlamıştır. Fatih yaptığı fetihler ile Sezar'a, felsefeye ilgisi ile de Marcus Aurelius'a benziyordu. Bu onu ve dönemini Osmanlı tarihi için bir dönüm noktası teşkil etmesini sağlayacaktı.
Otranto Seferi ve İtalya'nın Fethi Hayalleri
İstanbul'un fethinden sonra kendisini meşru Roma İmparatoru olarak gören Fatih, İtalya'ya doğru seferler düzenlemek istedi. En büyük arzusu, Roma'nın artık "Üçüncü Roma İmparatorluğu" olarak gördüğü Osmanlı'ya katılmasıydı. Fatih'in bu arzusu, orduyu da belli ölçüde etkilemişti. Osmanlı askerlerinin sefer sırasında "Roma" diyerek bağırdıkları iddia edilir. Ordu'nun bu davranışı sadece Fatih döneminde olmamış, Kanuni döneminde dahi askerlerin "Roma" diyerek bağırdıkları olmuştur. Bu, "Üçüncü Roma" hayalinin Osmanlıda nasıl güçlü bir biçimde tezahür ettiğini göstermektedir.
Osmanlı Devleti, bu yoğun isteği ışığında 28 Temmuz 1480'de harekete geçti. Osmanlı topraklarına dâhil olan Arnavut'tan yola çıkan yaklaşık 100 gemiden oluşan ordu, Otranto'ya ulaştı. İtalya'ya sefer düzenleyen ordunun başında Gedik Ahmet Paşa vardı. İtalya'ya ulaşan ordu, şehri kuşatma altına aldı. Kuşatma, 11 Ağustos 1480 günü nihai sonuç verdi ve şehir düşürüldü. Bu sayede Osmanlı, İtalya'ya çıkarma yapmış ve gelecekteki seferlerine de zemin hazırlamıştı.
Bu sayede Osmanlı, Roma'ya ulaşamasa da, Otranto'yu başarıyla fethetmeyi başarmıştı. Bu fetih, Osmanlı Devleti'nin İtalya'ya ilk adımını atmasını sağlamak adına büyük bir başarıydı. Avrupalılar için zaten ciddi bir tehlike olarak görülen Osmanlı, artık daha yakında ve daha da tehlikeliydi. Üstelik Osmanlı ve özellikle sultan, İtalya'da Otranto ile yetinmek istemiyor, daha da ileriye gitmeyi amaçlıyordu.
Gedik Ahmet Paşa'nın komutası altında yapılan bu önemli fetih, İtalya'da derin etkiler uyandırdı. Türklerin artık İtalya'da olması Hristiyan Avrupa dünyası için korku verici bir olaydı. Fatih için bu, İtalya'daki emelleri için şüphesiz sadece bir başlangıçtı. Ancak Fatih, fetihten sonra çok zaman geçmeden, 3 Mayıs 1481'de hayatını kaybetti. Fatih'in ölmesiyle oğulları arasında çıkan iç karışıklık yüzünden Otranto, kısa bir süre içinde kaybedildi. Böylece Fatih'in planladığı İtalya'nın fethi düşüncesi rafa kaldırılmak zorunda kaldı.
Fatih'in şüpheli ölümü, İtalya'daki Türk varlığı için bir tehdit oluşturdu. Otranto fethedildikten sonra 500 asker muhafız kıtası olarak yerleştirildi ve Gedik Ahmet Paşa, Rumeli yakasına döndü. Gedik Ahmet Paşa Rumeli'de iken Beyazıd tarafından çağrıldı ve bu sebeple Beyazıd'ın yanına doğru gitti. Osmanlı'nın iç meseleleri İtalya'daki varlığından kopmasına ve İtalya ile ilgilenememesine yol açıyordu. Bu nedenle Otranto'da bırakılan 500 Osmanlı askeri Napoli tarafına teslim olmuş ve Osmanlı hakimiyetindeki Otranto böylece kaybedilmişti. Napoli safına geçen Osmanlı askerleri ise gelecek zamanlarda Napoli'nin işine yaramış ve İtalya'daki mücadelelerde daha da öne çıkmasına sebebiyet vermişti.
Fatih'in Ölümü
Fatih Sultan Mehmet, İtalya'nın güneyindeki Rodos Adası'na yapacağı seferlerin başındayken (ve kimi tarihçiye göre Mısır'a sefer düzenleyip, Memlûkleri ortadan kaldırma planları yaparken), Maltepe'de hasta düştü ve 3 Mayıs 1481 tarihinde hayatını kaybetti. Öldüğünde, sadece 49 yaşındaydı.
Çok genç yaşta ölen Fatih'in, hayata geçirmek istediği çok sayıda hedefi bulunuyordu. Ancak bu hedeflerinin bazılarını, erken ölümü yüzünden gerçekleştirememiştir. Ölümü bir süreliğine gizlenmişse de, ordu bir zaman sonra Fatih'in öldüğünü öğrendi. Padişah'ın öldüğünü ve henüz tahta kimsenin geçmediğini öğrenen ordu, İstanbul'da büyük bir yağma başlattı. Avrupa'da ise büyük bir sevince neden oldu ve kilise çanlarının çalınmasına, kutlamalar yapılmasına sebebiyet verdi. Venedik'te haberler "Büyük kartal öldü!" şeklinde verildi.
Fatih'in ölümü, günümüzde de tartışılmaktadır. Genel kanı, gut hastalığından öldüğüne yöneliktir. Ancak bunun aksi fikirler de bulunmaktadır. Fatih'in ölümünün zehirlenerek gerçekleştiği de yaygın fikirlerden biridir.
Bu hususta şunu bilmek gerekir ki padişahların hayatı, sıradan bir insanın hayatı gibi değildir. Padişahlar oldukça fazla coğrafyaya gidip, oralarda değişen sürelerde zaman geçirmektedirler. Üstelik sürekli at üzerinde, çeşitli yolları aşıp, fetihler yapmak da kolay bir iş değildir. Sürekli olarak coğrafya değişiminin sağlığa zararının olabileceği fikriyle beraber, Fatih'in balık ürünlerini çok sevdiği ve yediği de bilinmektedir. Deniz ürünlerine olan tutkusu, onu çok fazla balık gibi ürünler yemeye itiyordu. Bu nedenle tamamen doğal yollarla zehirlenmiş olabileceği de düşünülenler arasındadır.
Ancak şurası bir gerçektir ki, genç yaşta ölen Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı Devleti'ni bir imparatorluğa çevirmiş ve kuruluş sürecini tamamlamıştır. Hristiyan dünyasında (ve kendi çevresinin bir kısmında) "kana susamış bir tiran" olarak lanse edilse de, Osmanlı İmparatorluğu'na kattıkları, hukuki ve anayasal düzeni sağlaması, İstanbul'u fethi, ilginç ve aydın kişiliği ile arkasında geniş bir etki ve miras bıraktığı söylenebilir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 22
- 4
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- H. İnalcık. Mehmed Ii. (16 Nisan 2021). Alındığı Tarih: 16 Nisan 2021. Alındığı Yer: Britannica | Arşiv Bağlantısı
- S. Tansel. Bosna’nın Zaptı Ve Hersek’in Tâbiyet Altına Alınması. (16 Nisan 2021). Alındığı Tarih: 16 Nisan 2021. Alındığı Yer: Türk Tarih Kurumu | Arşiv Bağlantısı
- İ. H. Uzunçarşılı. İstanbul’un Fethi. (16 Nisan 2021). Alındığı Tarih: 16 Nisan 2021. Alındığı Yer: Türk Tarih Kurumu | Arşiv Bağlantısı
- H. İnalcık. (2020). İmparatorluktan Cumhuriyete. Yayınevi: Kronik Kitap.
- H. İnalcık. (2019). Osmanlı Tarihinde Efsaneler Ve Gerçekler. Yayınevi: Kronik Kitap.
- H. İnalcık. (2019). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ 1300-1600. Yayınevi: Kronik Kitap.
- İ. Ortaylı. (2016). Türklerin Tarihi 2. Yayınevi: Timaş.
- Nicolae Jorga. (2018). Büyük Türk. ISBN: 987-605-2070-38-3. Yayınevi: Yeditepe Yayınevi.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 15:18:01 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10364
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.