Yaşamak için gücün yokken bekleyebilirsin, oysa yaşamak gerekli ve sen yaşamak istiyorsun.!
Bizi göklere çıkaran yalan, bize, gerçeklerin karanlığından daha değerlidir.
Mutluluk yoktur ve olmak zorunda da değildir. Eğer hayatta bir anlam, bir amaç varsa,bu anlam ve amaç asla bizim mutluluğumuzda değil, daha akıllıca, daha yüce bir şeylerde saklıdır.
Oğlum bütün gün acı çekti, minicik gözleriyle bakıp susuyor, bir şey söylemek istiyor ama yapamıyor. Tanrı babamız ve göklerin kraliçesi! Acıdan ayakta duramıyordum, yatağın yanında dikiliyorum sonra düşüyorum.. Söylesene, dedeciğim, küçük olan biri ölmeden önce neden acı çekmek zorunda? Büyük biri, mujik yada kadın acı çekince günahları bağışlanır, ama küçük olanın günahı olmaz ki? Neden?
Aklımızı zorlayıp, kaşlarımızı çatıyor,
Yazıyor, yazıyor ve yazıyoruz.
Durup dinlenmeden,
Ne şimdi, ne de gelecekte tek bir övgü beklemeden.
Siz de Çok iyi bilirsiniz ki, bu dünyada insan aklının yüksek manevi dışavurumu dışındaki her şey önemsiz ve sıkıcıdır. Akıl, hayvanlar ve insanlar arasında keskin bir sınır çizer, insandaki ilahi yöne ışık tutar, hatta bir dereceye kadar gerçekte var olmayan ölümsüzlüğün yerini tutar. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki akıl, elimizde olan yegâne zevk kaynağıdır. Etrafımızda akla dair hiçbir şey görmüyor, duymuyoruz, bu da zevkten mahrum olduğumuz anlamına geliyor. Gerçi elimizin altında kitaplar var, ama bu canlı bir sohbetin, karşılıklı ilişkinin yerini tutmuyor. Çok da doğru olmayan bir kıyaslama yapmama müsaade edecek olursanız, bence kitaplar notaya, sohbet ise şarkı söylemeye benziyor.
Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?