Güç ve Yozlaşma Üzerine: Mutlak Güç, Mutlaka Yozlaştırır mı?
Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus, 31 Ağustos 12 tarihinde, Roma İmparatorluğunda Julio-Claudian hanedanına mensup bir ailede doğdu. Küçük yaştan itibaren, hanedanının yüksek konumu itibariyle üst düzeyden insanların olduğu yerlerde bulundu. Sık sık ordunun talim ve hazırlık yerlerinde vakit geçirdi, üst düzey komutanlar kendisine aşina oldu ve kendisine sevimli bir lakap yakıştırdılar: Caligula…
"Caligula", o zamanki asker sandaletlerine verilen ismin sevimli bir söyleniş haliydi; çünkü minik Gaius, heveslenip asker sandaletleriyle dolaşıyor, minyon yapısı nedeniyle kendisine kocaman gelen bu sandaletlerin içinde çok sevimli görünüyordu.
O sıralarda imparatorluğun başında yer alan Tiberius ise genel olarak halkı baskı altında tutan, diktatörce bir yönetim tarzına sahip beceriksiz bir lider olarak görülüyordu. Halk kendisinden nefret ediyordu. "Caligula" büyüdükçe, yönetim kadrosu içinde yükselerek Tiberius'un birçok işini yapacak hale geldi. Tiberius'un ölümünden sonra Senato tarafından imparatorluğu onaylandı.
Sezar'ın imparator olması, Tiberius gibi yozlaşmış, savurgan ve beceriksiz bir imparatordan bezmiş olan Romalılar tarafından sevinçle karşılandı. Sezar, cömert bir başlangıç yaptı, önce askerlere bol miktarda para verdi. Sürgünde bulunanları affetti, Roma'ya dönmelerini sağladı. Tiberius'un zulmünün geçmişte kaldığını ve artık üstü örtülmesi gereken şeyler olduğunu söyledi. Tiberius'un muhalifler için düzenlettirdiği vatana ihanet belgelerini yok ettirdi. Cinsel suçluları sürgüne gönderdi. Demokratik seçim geleneğini yeniden hayata geçirdi.
Doğal olarak halkın, askerlerin ve yüksek statüde bulunanların sevgisini kazandı. Halk ondan "bebeğimiz" ve "yıldızımız" olarak bahsediyordu. Ancak Sezar'ın tutumu, edindiği güç arttıkça hızla değişmeye başladı.
Tartıştığı birkaç senatörü arabasının yanında resmi kıyafetleriyle koşturarak halka rezil etti. Üç kız kardeşiyle ensest ilişkiye girdi. Daha sonra bunlardan birisiyle arası bozulunca onu bir genelevde çalıştırdı, bu durumun kabul edilemez olduğunu söyleyen amcasına da bu genelevin kapısında bilet kestirdi. Diğer kız kardeşi ölünce, ölen kardeşini tanrıça kabul etti ve ülkedeki kadınlara ölen kız kardeşi için dua etmelerini emretti.
Senatörlere ayaklarını öptürmeye, onların eşleriyle yatmaya başladı. Arenada aslanların ve kaplanların önüne atılacak suçlular bitince, izleyicilerden bazılarını hayvanların önüne attırdı.
İki sene içinde Roma ekonomisini çöküş noktasına getirdi. Çare olarak da vergileri aşırı derecede artırdı. Ekonominin dibe vurduğu bu dönemde, sırf içinde parti yapmak için devasa bir gemi inşa ettirdi. Halk, artık kendisinden nefret ediyordu.
Roma İmparatorluğunda mutlak güç sahibiydi ancak bu da yetmedi. Bir süre sonra kendisini tanrı ilan ettirdi. Adına tapınaklar yaptırıp, halkı kendisine tapmaya çağırdı. O zaman kutsal bir şehir olarak görülen İskenderiye'ye geçip "tanrılığını" oradan yürütmeye karar verdiği sırada, senatörler kendisine bir kumpas kurup onu öldürttü.
Sezar'ın yanı sıra tarih boyunca birçok iktidar sahiplerinin de başına gelen bu fenomen, akla ister istemez bir soru getiriyor: Bir zamanların ümidi olan ve gerçekten de iktidara sahip olduğu ilk yıllarda herkesin sevdiği, ümit bağladığı bir lideri bir tirana dönüştüren şey neydi?
Zalim İktidarlar ve Kırılgan Demokrasiler
Toplum içinde gücü ele geçiren kişilerin hızla etik ilkelerini yitirip zalimce denilebilecek bir yönetim tarzı edinmelerine yabancı değiliz.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Çin'de köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve amacı tüm insanlar için adil ve hakkaniyetli bir toplum yaratmak olan birisi nasıl olur da gücü eline geçirdikten sonra milyonlarca insanın ölümüne neden olur? Mao Zedong'un yönetiminde en tutucu tahminlere göre 40 milyon insan başta açlık, idamlar ve kitle imhası olmak üzere doğrudan yönetime bağlı nedenlerle hayatını kaybetmiştir.[1]
Budist ve saygı duyulan bir ailenin çocuğu olarak doğan Pol Pot, nasıl oldu da ülke nüfusunun %25'inin ölümünden doğrudan sorumlu oldu? Uygulamaları arasında ülkede para kullanımını toptan yasaklaması, herkese tek tip siyah bir kıyafet zorunluluğu getirmesi, aydınları (gözlük kullanan herkesi de bu kapsamda tuttu) idam ettirmesi de vardı.[2]
1933'te demokratik seçimlerle iktidara geldikten sonra tüm Avrupa'da tarihin en büyük travmalardan birini yaratan Adolf Hitler, bir vejetaryendi. Ayrıca gençliğinde bir sanat aşığıydı ve harika resimler çiziyordu.[3]
Bunlar, uç örnekler gibi görünebilir. Acaba bu saydığımız isimlerin bu kadar ön plana çıkmalarının nedeni gücü tek elde, en fazla toplayan insanlardan olmaları olabilir mi? Günümüzde bile birçok ülkede gücün neredeyse tamamının tek bir kişiye ait olduğu yönetimler mevcuttur.
Economic Intelligence Unit ("EIU") tarafından hesaplanan Demokrasi İndeksi, dünyadaki her bir ülke için seçim süreçleri, çoğulculuk, hükümetin işleyişi, insan hakları gibi kriterleri değerlendirip ülkelere ait ölçüm sonuçlarını yayınlıyor.[4] Buna göre şu an dünyadaki ülkelerin sadece %12.6'sı için "tam bir demokrasi" denilebiliyor. Dörtlü kategorideki en büyük yüzdelik dilim ise otoritaryen rejimlere ait. Dünyadaki ülkelerin %35.3'ü gücü elinde toplamış bir lider tarafından yönetiliyor. Diğer ayrıntılar için Tablo 1'i inceleyebilirsiniz.
Ara sıra gündeme gelen ve gücün tek kişide olduğu bir yönetime sahip olan Türkmenistan'dan birkaç örneğe bakalım:[5] Ülkede 70 yaşın altındaki erkeklerin sakal bırakması yasak. 2002'de başkan, tüm günlerin ve ayların Türkmence adını, kendisinin ve ailesinin isimleriyle değiştirdi. Türkmence "ekmek" kelimesini annesinin adıyla değiştirdi (yani "çörek" kelimesinin yerine, annesinin adı "Gurbansoltan Eje"yi getirdi). Türkmenlerin doğal olarak çok güzel insanlar olduğunu söyleyerek, tüm ülkede makyajı yasakladı. Ülkede doktorlar Hipokrat yemini yerine, ülke başkanına yemin ediyor. Bilgisayar oyunları yasak. Kirli arabaları kullanmak yasak. Ayrıca siyah arabalar da yasak.
Türkmenistan'daki örnekler kulağa çılgınca ve komik geliyor. Ancak şu gözden kaçmamalı: İktidar sahipleri, eğer iktidarları mutlak bir güce sahipse, güçlerini tüm muhalifleri sindirmek için kullanmaya eğilimlidir.
Güç Yozlaştırır; Mutlak Güç, Mutlaka Yozlaştırır!
Bu noktada, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz tarihçi ve politikacı John Dalberg-Acton'a ait bilindik bir söze değinmeden olmaz:[6]
Güç yozlaştırır; mutlak güç, mutlaka yozlaştırır. Büyük insanlar, her zaman kötü insanlardır...
Bu doğru mu? Yani insan doğası, güç kazandığı zaman ister istemez yozlaşmaya mı mahkûm?
Burada, "yozlaşma" ile kastettiğimiz şey, ahlaki yozlaşma. Bu da kişinin kendi çıkarlarını ne olursa olsun diğer insanların çıkarlarından daha üstün tutma eğilimindeki tutum ve davranışlarını içeren bir ifade.
Sorumuz şu: Bu yazıyı okuyan sizler de dahil olmak üzere, herhangi bir insan yeteri kadar paraya, statüye, iktidara sahip olduğunda, etik değerlerinden vazgeçmeye mi eğilimlidir? Yani siz, şu anda gücü elinize alacak olsanız tamamen adil davranacağınızı söyleseniz de, gücü gerçekten ele geçirdiğinizde illa ki yozlaşacak mısınız?
Tarih okumalarında gücü elinde toplayan kişi ve/veya gruplarla ilgili bir örüntüye sıklıkla rastlanır: Ülkede gücü eline geçirenler, bir adım sonra, gücü kazanırken dayanışma içinde hareket ettikleri kişi ve gruplara karşı tavır alır, hatta onları sürgün ettirir, yargılatır, hain ilan ederler. Sesi az çok çıkanlar bazen gizliden, bazen açıktan tehdit edilir. Protestonun her türlüsü "ihanet" ve "bölücülük" olarak kabul edilir. Bu türden bir güç edinmek için ortak hareket edip, gücü elde ettikten sonra çıkar çatışmaları yüzünden bir tarafın diğerini "kötü" hatta "vatan haini" ilan etmesi bize yabancı değil. Örneğin İran'da Humeyni, iktidarı ele geçirmek için solcularla iş birliği içinde hareket etmişti. İktidara gelince de hepsinin kökünü kazımak için elinden geleni yapmıştı.
Bu süreç sonunda elimizde kalan mutlak derecede yozlaşmış bir lider ve onun etrafındaki şakşakçıları olur. İktidar sahiplerine göre kendileri hatasızdır, muhalefeti oluşturanlar da sadece kötü niyetli insanlardır. Güç, mutlak güç olmaya doğru evrilirken usulsüzlükler de mutlak yozlaşmaya dönüşür. Mihail Bakunin, bunu şu sözüyle özetliyor:
En ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinde Çar'dan daha beter olacaktır.
Peki neden böyle oluyor? Gerçeklik, cidden bu kadar sert ve ürkütücü mü? Konuyu, eğitimli bir akıl yürütmeden ziyade bilimsel bir zemine oturtmanın sağlam bir yöntemi var: gücün yozlaştırması ile ilgili yapılan psikoloji araştırmalarına göz atmak.
Gücün İnsanları Nasıl Yozlaştırdığına Yönelik Araştırmalar
Stanford Hapishane Deneyi
Sosyal psikolojide bununla ilgili çok bilindik, ünlü bir araştırma zaten mevcut: Zimbardo’nun (1971) Stanford Hapishane Deneyi.[7] Bu deneyde, bir hapishanede uygulanacak olan rol yapma araştırması için gönüllüler bulundu. Gönüllüler, rastgele mahkûm ve gardiyan rolüne atandılar. Araştırmada günler geçtikçe, gardiyan rolüne atananlar daha sadistik davranışlar sergilemeye, sahip oldukları bu gücü mahkumlar üzerinde orantısız biçimde kullanmaya başlamışlardı. Örneğin itaat etmeyen mahkumların giysilerini çıkarıp beton zemin üzerinde uyumaya zorlamışlardı. Yasak olmasına karşın, bazı gardiyanlar şiddet uygulamaya, bazı mahkumlarsa sinir krizleri geçirmeye başlayınca, deney başta planlanan iki hafta dolmadan, 6 gün sonra sona erdirildi. (Bu deney ve bulguları, sonradan çok farklı açılardan eleştirildi; bunları buradan okuyabilirsiniz).
Yani güç kime verilirse verilsin bir süre sonra sadistik dereceye varan yozlaşmaya mı yol açacaktır? Güç arttıkça insanın empati yeteneği ve yardımlaşma eğilimi azalır mı? Bu kişi kendisinin her şeyi hak ettiğini düşünür mü? Daha güncel ve etkili araştırmalara göz atalım.
Para Deneyi
Bu konuyla ilgili yapılan ilginç bir araştırmada, katılımcılardan bazı kelimeleri anlamlı bir cümle oluşturacak şekilde sıraya koymaları istendi.[8] Bir kısım katılımcıya verilen kelimelerin oluşturacağı cümleler parayla ilgiliydi. Örneğin "dolgun – işte – ücretli – çalışıyorum - bir" ya da "getirecek – yüksek – fikrim – kâr – bir" cümleleri gibi. Katılımcıların bu görevi yaptığı odaya da dekor olarak, katılımcıların görebileceği şekilde Monopoly oyunu ve bu oyuna ait paralar konuldu. Diğer grup katılımcılara da anlamlı cümle oluşturma görevi verildi, ancak bir farkla: Onların oluşturacağı cümlelerin para ile bir ilgisi yoktu. Örneğin “hava – şu – dışarıda – çok - anda – soğuk” gibi.
Daha sonra bir araştırmacı, katılımcılara disklerden oluşan karmaşık bir şekli oluşturmakla ilgili daha zorlu bir görev verdi. Odadan çıkarken de yardıma ihtiyaçları olursa hemen yan odada olduğunu söyledi.
Araştırma sonucunda, para ile ilgili cümleler oluşturup para ile ilgili figürler gören katılımcıların ("para grubu") yardım isteme süresi, diğer katılımcılardan ("nötr grup") anlamlı derecede uzun bulundu. Yani para fikrine maruz bırakılan katılımcılar, diğer insanların yardımını istemekte daha gönülsüzdü.
Aynı araştırmacılar, bir deney düzeneği daha geliştirdiler. Bu düzenekte deneyin ikinci aşamasında katılımcılara şekil oluşturtulmadı. Bunun yerine araştırmacı, kendisini araştırma yapan bir üniversite öğrencisi olarak tanıttı ve veri kodlaması için katılımcılardan yardım talep etti. Yardımın süresine ilişkin bir bildirimde bulunmayarak odayı terk etti.
"Para grubu" ortalama 25 dakika yardım ederken, "nötr grup" ortalama 42.5 dakika yardım etti.
Üçüncü deney düzeneğinde katılımcıların yardımını biraz daha zorlayacak bir araştırma deseni oluşturdular: Katılımcılar bu sefer odada yalnız bırakılmadı, deneyin ikinci aşamasında yanlarına bir katılımcı daha verildi (aslında bu da araştırmacılardan biriydi). Yönerge verilip odadan çıkıldıktan sonra bu iki katılımcı yalnız kalınca, aslında araştırmacı olan ikinci katılımcı yönergeyi anlamadığını söyleyerek yardım talep etti.
Para grubunun yardım süresi, nötr grubun yine yarısı kadardı.
Araştırmanın diğer varyasyonlarında da sonuç paraleldi: Para grubu, bir sözde çalışan taşıdığı kalemleri taşırken düşürünce daha az yardım etti. Odadaki bağış kutusuna daha az para attı, diğer katılımcılarla arasına fiziksel olarak daha fazla mesafe koymak istedi. Hatta bazı varyasyonlarda deneyin birinci aşamasında katılımcılar para konulu cümle oluşturma görevi almak yerine sadece bir para görseli içeren bilgisayar ekranı karşısına oturtulunca bile sonuç aynı oldu: Her durumda bireylere bir şekilde para kavramı hatırlatılınca yardımseverlikleri azaldı, yardım isteme şevkleri azaldı, diğer insanlarla aralarına hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha çok mesafe koyma eğilimleri arttı.
Yani paranın kendisine değil fikrine bile maruz kalan insanlar, güç illüzyonuna kapılıp tutumlarını buna göre değiştirdiler.
Bu araştırmalarda ortaya çıkan sonuç şu gibi görünüyor: Acton'un da söylediği gibi güç, insanı yozlaştırır. Gücü ele geçiren insanlarda sosyal bağlar zayıflar, kendilerini daha çok düşünmeye başlarlar.
Endişe verici, değil mi?
Araştırma Bulguları Yanlı Olabilir mi?
Başka bir araştırmada ise farklı bir perspektife ulaşıldı: Carnahan ve arkadaşları (2007) yaptıkları bir araştırmada Zimbardo’nun hapishane deneyine benzer bir deney için gönüllü aradılar.[9] Gönüllülere ve gönüllü olmayanlara kişilik testleri uyguladılar. Sonuçta, gönüllülere uygulanan kişilik testlerinde bunların saldırganlık, otoritaryanizm, Makyevalizm, narsisizm ve sosyal baskınlık ölçekleri, kabul etmeyenlere göre belirgin derecede yüksek bulunurken, empati ve özgecilik puanları belirgin derecede daha düşüktü.
Yani zaten hiyerarşik güç ilişkileri içinde bulunmaya hevesli insanlar bu türden deneylere daha çok katıldıkları için bu araştırmaların sonuçları yanlı olabilir. Bir başka deyişle araştırmacılar bir grup üniversite öğrencisine kimlerin hapishanede -üstelik yatılı ve içeride kapalı kalma şartıyla- yapılacak bir rol yapma araştırması için gönüllü olduklarını sorduklarında gönüllü olanlar, gönüllü olmayanlara göre zaten daha fazla güç odaklı düşünen insanlardı.
Buna göre ise güç, kaçınılmaz olarak yozlaştırıyor değildir. Güç sahibi olmak, bireyin zaten içinde mevcut olan bazı bilişsel ve davranışsal eğilimlerin daha rahat ortaya çıkmasını sağlar.
Güç, Yozlaşmış İnsanları Çağırıyor Olabilir mi?
Frank Herbert'in Chapterhouse: Dune kitabında bu konuyla ilgili çarpıcı bir söz var:[10]
Tüm devletlerin sürekli yinelenen bir ıstırabı var: Güç, hastalıklı kişilikleri kendine çeker. Yozlaştıran güç değildir, ancak yozlaşabilecek insanlar güce karşı çekim hisseder.
Bu bakış açısı, Acton'ınkinden farklıdır: Buna göre zaten yozlaşmaya eğilimli insanlar, daha yüksek statü ve/veya para getirebilecek pozisyonlara karşı çekim hissederler. Bu yüzden de güçlü pozisyonlar, yozlaşmaya eğilimli insanlar tarafından doldurulur. Bu da güç sahibi insanların; yani politikacıların, zenginlerin, oligarkların vb. neden daha bencil ve duyarsız olduğunu açıklayabilecek bir başka perspektif sunuyor.
Yani güç sahibi olmak isteyen ancak halihazırda sahip olmayan insanlar, kendilerine daha çok güç getirebilecek ortam, durum ve şartları oluşturmaya daha eğilimli olurlar. Örneğin, para kazanmak için ya da sosyal statüsünü artırmak için hırslı ve gayretli olurlar. Bir kez gücü ele geçirdiklerinde içlerindeki bencil ve çıkarcı taraf giderek ön plana çıkar.
Teorik çerçeveyi toparlayalım: Acton'un sözüyle özetlenen bir bakış açısına göre güç, yozlaştırır. İnsanlar güç kazandıkça yozlaşma eğiliminde olurlar. Diğer bir bakış açısına göre ise, daha bencil ve daha çıkarcı insanlar güç kazanmaya daha yatkın oldukları için, güç sahibi odaklar daha çok bunlardan oluşur.
Monopoly'de Baskınlık
Kaliforniya Üniversitesi'nde yürütülen bir araştırmada birbirini tanımayan katılımcılar eşleştirilerek, bire bir Monopoly oynamaları istendi.[11] Ancak bunun, normal Monopoly oyunundan bir farkı vardı: Başlangıçta bir yazı tura atıldı. Doğru tahmin eden kişiye ekstra bazı haklar verildi: Başlangıçta dağıtılan paranın iki katını alacaklardı, her başlangıçtan geçişte de iki katı para alacaklardı, her seferinde bir değil iki kez zar atıp oynayacaklardı. Karşı tarafa tamamen haksızlık değil mi?
Bu durumda beklediğiniz şey bu haksız avantajlara sahip insanın karşı tarafa acıması, ona yardım etmeye çalışması, kendini mahcup hissetmesi vb. durumlardır. Ancak olan tam tersiydi: Oyun sona erip kazanana neden kazandığı sorulunca haksız avantajlara sahip bu insanların hepsi, istisnasız, oyunda daha doğru karar verdiklerini, daha iyi yatırım yaptıklarını, daha akıllıca düşünüp hareket ettiklerini söylediler. Hepsi de kendine göre kazanmayı hak etmişlerdi.
Araştırmacılar başka şeyleri de ölçüp gözlemlediler: Haksız avantaja sahip olanlar oyun ilerledikçe daha dominant bir beden dili sergiledi, daha yüksek bir sesle konuşup, oyun malzemelerini daha şiddetli tahtaya vurdu.
Araştırmanın bazı varyasyonlarında Monopoly oyununun yanına bir tabağa kurabiyeler kondu. Kurabiyelerin toplam adedi, iki kişinin eşit yemesini engelleyecek şekilde beş adet olarak tutuldu. Gözlem sonuçlarına göre kazanan kişi kalan tek kurabiyeyi doğal olarak kendi hakkıymış gibi hemen yedi.
Kısaca, tamamen şansla elde edilen bir güç bile insanlar tarafından adil kabul edildi, hatta bir hak olarak görüldü. İşi daha da ilginç kılan, bu onların diğer insanlarla mesafesini artırıp empati yeteneklerini azalttı.
Bu durum, Acton'un yaklaşımıyla paralel bir duruma işaret ediyor. Başka bir araştırmaya bakalım.
Güçlüler, Kayırır!
Bendahan ve arkadaşlarının yürüttüğü bir çalışmada bir gönüllü, diğer insanlarla (aslında hepsi deneyin parçası) bir grup içine konuldu.[12] Gönüllü olan bu kişiye bir miktar gerçek para verildi. Kendisine kura ile grup lideri seçildiği söylendi. Verilen paranın istediği kadar miktarını gruptaki diğer insanlara vermesi, istediği miktarı da kendisinin alabileceği ve paranın çalışmadan sonra kendisinde kalacağı belirtildi. Grup içindeki diğer birkaç kişinin gizli görevi ise, çalışma sırasında lideri desteklemeleri, onun kararına güvenildiği, en iyisini onun bileceği vb. söylemlerde bulunmalarıydı.
Deney defalarca tekrarlandı, elde edilen sonuçlar ilginçti: Kendisine para verilen bu kişiler grup içinde ne kadar insan tarafından destekleniyorsa, kendilerine o kadar çok para almışlardı. Yani bireyin hissettiği güç ve sosyal destek arttıkça, kendisine ayırdığı para da artıyordu.
Bu insanlara çalışmadan önce uygulanan testlerden elde edilen sonuçlarla korelasyona bakıldı. Test sonuçlarında katılımcıların %96.67’si liderlerin adil, eşitlikçi ve hakkaniyetli insanlar olması gerektiğini söylüyordu. Aynı insanlar çalışma sırasında kendilerine para verilince, daha önceki ifadeleriyle doğrudan zıt kararlar vermişlerdi. Çıkan başka bir sonuç ise, bu davranışı incelenen kişilerde testosteron düzeyi ne kadar yüksek ise, yozlaşmaya o kadar daha fazla eğilimli bulunmuşlardı.
Güç ve Yozlaşma İlişkisinde Hiç mi Umut Yok?
Bu tekrarlanan araştırmada yine de ümit verici bir durum var gibi duruyor. Ufak bir azınlık, çalışma sırasında kendilerine de diğer insanlara verdiği kadar para ayırdı.
Ancak hemen iyimserliğe kapılmayın. Çünkü araştırmacılar, bu insanların tutarlılığını incelemek için başka bir yöntem denediler. İlk çalışmada adil davranan ufak yüzde ile araştırma tekrarlanınca şu sonuca ulaşıldı: Para verildikçe ve tekrar dağıtmaları istendikçe onlar da giderek bencilleşmeye, kendilerine daha çok para ayırmaya başladılar.
Başlangıçta gücün yozlaştırmasından etkilenmemiş gibi duran insanlar bile, güce uzun zaman sahip oldukça yozlaşmaya başlamışlardı.
Diğer Teorik Bulgular
Acton'ın argümanıyla ilgili yapılan çalışmalara hızlıca göz atalım:
- Zengin insanların, yoksul insanlara göre mağaza ve marketlerden daha çok bir şeyler aşırdığı bulunmuştur.[13]
- Yine zenginlerin, daha çok cinayet işlediği de istatistiksel bir gerçeklik olarak ortaya konmuştur.[14]
- Stellar ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmada insanlarda gelir seviyesi yükseldikçe kişiler arası ilişkilerde daha az uzlaşmacı eğilimde oldukları tespit edildi.[15]
- Başka bir çalışmada daha zengin insanların, fakirlere göre gelirlerinin daha düşük bir yüzdesini hayır işleri için harcadığı bulundu.[16]
- Çarpıcı sonuçlara ulaşılan bir deneyde, sosyoekonomik düzeyi yüksek olan insanların olmayanlara göre kemoterapi tedavisi gören çocukların durumundan duygusal olarak daha az etkilendikleri bulundu.[17] Bu çalışmada katılımcıların fizyolojik bazı değerleri ölçülerek veri toplanmıştı, yani bahsedilen duygusal olarak az etkilenme sonucuna doğrudan bireylerdeki somut fizyolojik değişikliklerin ölçümüyle ulaşılmıştı.
- Konu ile ilgili yapılan kapsamlı bir araştırmada, güç sahibi insanların araçlarını daha çok kaldırıma çıkarıp park ettikleri, trafik kurallarını daha çok ihlal ettikleri, pazarlık yaparken daha çok yalan söyledikleri, ödül kazanmak için daha çok hile yaptıkları, işyerinde etik dışı davranışlara daha çok başvurdukları, karar alma süreçlerinde etik dışı yönelimlere daha çok eğilimli oldukları tespit edildi.[18]
Tüm bu çalışmalar ve konuyu daha da uzatmamak için yer veremeyeceğimiz birçok diğer çalışmada ulaşılan sonuç gayet tutarlı görünüyor: Acton'un gücün insanı yozlaştırması söylemi, kontrollü çalışmaların sonuçlarıyla büyük ölçüde örtüşüyor. Bireyler ne kadar güç sahibi olursa, çıkarcılıkları da o derece artıyor, etik ilkeleri zayıflıyor. Bu güç; para, sosyal statü ya da liderin takipçi sayısı gibi farklı etmenler olabiliyor.
Şu katı gerçeklik, tüm araştırmaların kesin ve ortak noktası: Güçlü olmak ve yozlaşmış olmak arasında yüksek bir ilişki var.
Tüm Devletler Yozlaşmış mıdır?
Olaya biraz daha geniş ölçekli bakalım. Gücün yozlaştırması ya da yozlaşanların güç kazanması katı bir gerçeklik ise, yani kaçınılmazsa, o zaman bunun daha makro ölçekte de doğru olması lazım. Yani her devletin, doğası gereği yozlaşmış olması gerekir. Çünkü devlet aygıtını yürütenler daha yozlaşmış, daha bencil ve daha duyarsız olmalılar.
Küresel Yozlaşma Endeksi (İng: "Global Corruption Index"), en son 2021 yılında 196 ülkedeki yozlaşma derecesi algısını 43 değişkene dayanarak hesapladı.[19] Hesaplamaların sonucuna göre tüm ülkelerde belirli bir düzeyde yozlaşma söz konusuydu. Sadece 52 ülkede bu derece düşükken, kalan 144 ülkede yüksekti. Vurgulamakta fayda var: 52 ülkede yozlaşma yok değildi, sadece düşük seviyede mevcuttu.
Bu açıdan bakıldığında, "devlet" denilen aygıtın kendisinde, erkin toplandığı en büyük kaynak olarak kendiliğinden bir yozlaşma var gibi görünüyor. Bu yozlaşmanın büyüklüğü de erkin büyüklüğü arttıkça artıyor, erkin toplandığı insan sayısı arttıkça azalıyor. Kısaca eğer güç birkaç kişide ya da daha beteri sadece bir kişide toplanıyorsa, yozlaşma ihtimali de o derecede artmış demektir.
Farklı araştırmaların sonuçlarını toparlarsak, yozlaşmaya eğilimli insanların güce çekim duyduğunu, ancak eğilimli olsa da olmasa da tüm insanların güce kavuştuğunda yozlaşmaya başladığını görüyoruz. Gücün yozlaştırması konusunda uzmanlaşmış olan UC Berkeley’den Profesör Emiliana Simon-Thomas, ulaştığı sonuçları şöyle özetliyor:[20]
Güç ve ayrıcalık, herkesi yozlaştırır; içimizdeki en etik davranan insanları bile… Güç kazanan insanlar, bu gücü tesadüfen kazanmış olsalar bile 'hak ettiklerini' düşünürler. Bu da doğal olarak, diğer insanların kendileri gibi becerikli, çalışkan, zeki vb. olmadığı varsayımına yol açarak onlarla empati kurmalarını engelleyici bir işlev görür.
Ne Yapmalı?
Bu noktada, iyice karamsarlaşıp insana ve insanlığa ümidimizi yitirmemek lazım. İnsan doğasının güç elde ettiğinde otomatik olarak yozlaşma eğiliminde olması, ideal bir toplum hayalini zayıflatmıyor. Hatta bu toplumun nasıl olması gerektiğine dair bize basit bir gerçekliği vurguluyor: Toplumsal sistemin, gücün eşit dağılacak şekilde yapılandırılması gerekiyor.
- İdeal bir toplumda güç, toplumu oluşturan bireyler arasında ciddi orantısızlıklar yaratmayacak şekilde dengeli bir şekilde tüm topluma yayılmalı.
- Devlet aygıtında güçler ayrılığı eşit olmalı, sivil toplum örgütleri ve denetim kurumları aktif ve yetki sahibi olarak işlev görmeli.
- Gücün suistimalini önleyecek evrensel bir adalet sistemi işler olmalı.
- Ayrıca önemli bir nokta olarak, bir kişi ya da grubun gücü uzun süre elinde tutması önlenmeli. Yazı içerisinde de bazılarından bahsettiğimiz yüksek derecede yozlaşmış iktidarların hemen hepsinin yozlaşma seviyesi, iktidarda bulundukları süre ile doğrudan orantılı durumda.
Madem güç sahibi olmak ve yozlaşma kol kola gidiyor, o zaman mutlak gücün yozlaştırmasını engelleyebilecek en etkin şey, sistemin mutlak güç sahibi olmaya izin vermeyecek şekilde düzenlenmesidir.
Adil bir toplumun yolu, mutlak gücün yok edilmesinden geçiyor.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 27
- 5
- 4
- 3
- 3
- 2
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- ^ G. Hutchings. (2009). The Penguin History Of Modern China: The Fall And Rise Of A Great Power (1850–2008). Jonathan Fenby. London: Allen Lane, 2008. Xlvii + 763 Pp. £30.00. Isbn 978-0-713-99832-0. The China Quarterly, sf: 209-210. doi: 10.1017/S0305741009000137. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Locard. (2010). State Violence In Democratic Kampuchea (1975–1979) And Retribution (1979–2004). European Review of History: Revue européenne d'histoire, sf: 121-143. doi: 10.1080/13507480500047811. | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. Rochat. Hitler Was A Vegetarian. (17 Aralık 2020). Alındığı Tarih: 4 Ocak 2023. Alındığı Yer: OUP Academic doi: 10.1093/oso/9780190057657.003.0005. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Economic Intelligence Unit. (Dizin, 2022). Democracy Index 2021: The China Challenge. Not: https://pages.eiu.com/rs/753-RIQ-438/images/eiu-democracy-index-2021.pdf?mkt_tok=NzUzLVJJUS00MzgAAAGDWhBlxfqM9cMZEewC0HoBG0xhm9PFkxb-_IqDsjlxRZgDssKgB0pHGt7yS48UFv94hU4ZW0C_jXaFfmK_5TbL23wtQarQv22nFbg8ZTnHQrrcPg.
- ^ L. Christian. Turkmenistan Facts - Weird Laws & Bizarre Architecture. (4 Ocak 2020). Alındığı Tarih: 5 Ocak 2023. Alındığı Yer: Unusual Traveler | Arşiv Bağlantısı
- ^ Online Library of Liberty. Lord Acton (John Emerich Edward Dalberg) Letter To Archbishop Mandell Creighton (Apr. 5, 1887). (1 Ocak 2018). Alındığı Tarih: 5 Ocak 2023. Alındığı Yer: Online Library of Liberty | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. G. Zimbardo, et al. (1973). A Study Of Prisoners And Guards In A Simulated Prison. Naval Research Review, sf: 4-17. | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. D. Vohs, et al. (2006). The Psychological Consequences Of Money. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1154-1156. doi: 10.1126/science.1132491. | Arşiv Bağlantısı
- ^ T. Carnahan, et al. (2007). Revisiting The Stanford Prison Experiment: Could Participant Self-Selection Have Led To The Cruelty?. SAGE Publications, sf: 603-614. doi: 10.1177/0146167206292689. | Arşiv Bağlantısı
- ^ F. Herbert. (2019). Chapterhouse: Dune (Dune, #6). ISBN: 9780593098271. Yayınevi: Ace Books. sf: 74.
- ^ P. Piff, et al. How The Rich Are Different From The Poor. (29 Haziran 2012). Alındığı Tarih: 5 Ocak 2023. Alındığı Yer: UC Berkeley Psychology | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Bendahan, et al. (2015). Leader Corruption Depends On Power And Testosterone. The Leadership Quarterly, sf: 101-122. doi: 10.1016/j.leaqua.2014.07.010. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Shteir. (2012). The Steal: A Cultural History Of Shoplifting. ISBN: 9780143121121. Yayınevi: Penguin Books.
- ^ M. Szalavitz. (2018). Income Inequality And Homicide. Springer Science and Business Media LLC, sf: 9-9. doi: 10.1038/scientificamerican1118-9. | Arşiv Bağlantısı
- ^ T. A. Judge, et al. (2011). Do Nice Guys—And Gals—Really Finish Last? The Joint Effects Of Sex And Agreeableness On Income.. American Psychological Association (APA), sf: 390-407. doi: 10.1037/a0026021. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. Meer, et al. Generosity Across The Income And Wealth Distributions. (4 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 5 Ocak 2023. Alındığı Yer: National Bureau of Economic Research doi: 10.3386/w27076. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. E. Stellar, et al. (2011). Class And Compassion: Socioeconomic Factors Predict Responses To Suffering.. American Psychological Association (APA), sf: 449-459. doi: 10.1037/a0026508. | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. K. Piff, et al. (2012). Higher Social Class Predicts Increased Unethical Behavior. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 4086-4091. doi: 10.1073/pnas.1118373109. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Transparency International. Corruption Perceptions Index. (1 Ocak 2022). Alındığı Tarih: 5 Ocak 2023. Alındığı Yer: Transparency International | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Brice. Power Corrupts Even The Best Of Us. But There’s An Antidote. (30 Mart 2021). Alındığı Tarih: 5 Ocak 2023. Alındığı Yer: Berkeley News | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2024 20:25:16 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/13762
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.