Sorduğum bir soruya gelen cevaba doğrudan yanıt veremediğim için bu yazıyı yazıyorum.
Uzay-zaman dokusu mutlak bir yapıdır. Ancak görelilik kuramında bu mutlak yapı, var olan gerçekliğin içinde gözlemciye göre değişen bir faktör gibi davranır. Yani, uzay-zamanın kendisi değişmez; fakat onu deneyimleyen bilinç, algı kapasitesi ve referans çerçevesi doğrultusunda bu dokuyu farklı şekillerde algılar. İşte biz buna "görelilik" diyoruz.
Bilinçli olmayan varlıklar için de görelilik ilkeleri teknik olarak geçerlidir, çünkü kütleleri nedeniyle zaman genişlemesi, uzunluk büzülmesi gibi etkiler yaşanır. Ancak, bu varlıkların bilinçleri olmadığı için bu farkı deneyimlemeleri veya anlamlandırmaları mümkün değildir.
Örneğin: Musluktan akan suyu çıplak gözle “düzenli ve sürekli” bir akış olarak algılarız. Ancak bu, onun gerçek fiziksel hali değildir. Aynı akışı yüksek çözünürlüklü, yüksek shutter-speed’li, ISO duyarlılığı yüksek ve kaliteli bir optik lense sahip bir kamera ile izlediğimizde, gözümüzle gördüğümüzden farklı bir gerçeklikle karşılaşırız. O su artık düzensiz, titreşimli, hatta kesikli bir hareket gibi görünür.
Eğer bu farkı içselleştirirsek, olay ufkuna yaklaşan bir kütlenin "spagetti efekti" yaşamasına da şaşırmamamız gerekir. Çünkü evren, bizim doğrudan fark edemediğimiz çözünürlük seviyelerinde, kendi hızında ve sırasal bütünlüğü içinde akmaya devam eder.
Dünya üzerindeki tüm varlıklar neredeyse aynı hız düzleminde yaşadığı için, zaman genişlemesi bizim için anlamlı bir farklılık yaratmaz. 1 saniyeyi her zaman “1 saniye” gibi yaşarız. Ancak dünyadan ayrılıp, anlamlı biçimde farklı bir hız düzeyine ulaştığımızda, zaman artık bizim için farklı bir çözünürlükte akmaya başlar.
Dolayısıyla, zamanın 1 saniyede 60 kare gibi sabit bir çözünürlükte deneyimlenmesi de aslında “göreli” bir durumdur — ve sabit sanılan gerçekliğin yalnızca bir versiyonudur.