Evrim insanı nereye götürüyor?
Bu soru, biyolojik evrimin yönü, teknolojik dönüşümün etkisi ve doğal seçilimin günümüz insanı üzerindeki rolü açısından birlikte ele alınmalıdır. Modern insan için evrim artık yalnızca genetik değişimlerle değil, kültürel ve teknolojik süreçlerle iç içe ilerleyen çok katmanlı bir olgudur.
Evrimsel biyoloji açısından bakıldığında, evrimin “bir hedefe” doğru ilerlediğini söylemek bilimsel olarak doğru değildir. Evrim, çevresel koşullar altında varyasyon, kalıtım ve seçilim mekanizmalarıyla işleyen bir süreçtir. Stephen Jay Gould’un vurguladığı gibi evrim ilerlemeci değil, koşula bağlıdır; yönü yoktur, yalnızca sonuçları vardır (Gould, 1989). Ancak insan söz konusu olduğunda bu tablo karmaşıklaşır; çünkü insan çevreye uyum sağlamakla kalmaz, çevreyi de dönüştürür.
Doğal seçilim hâlâ insan üzerinde etkili mi?
Yaygın bir yanlış kanı, modern tıbbın ve teknolojinin doğal seçilimi ortadan kaldırdığı yönündedir. Oysa doğal seçilim tamamen ortadan kalkmamış, biçim değiştirmiştir. Günümüzde bireylerin hayatta kalma olasılıkları daha eşitlenmiş olsa da, üreme başarısı hâlâ farklılık göstermektedir. Bu nedenle seçilim, hayatta kalmadan çok üreme ve gen aktarımı üzerinden işlemektedir.
Stearns ve arkadaşlarının çağdaş insan popülasyonları üzerine yaptığı uzunlamasına çalışmalar, boy uzunluğu, ergenlik yaşı ve doğurganlık gibi özelliklerin hâlâ seçilim baskısı altında olduğunu göstermektedir. Bu bulgular, evrimin insan türü için durmadığını açıkça ortaya koyar (Stearns et al., 2010, https://doi.org/10.1073/pnas.0906199106).
Ayrıca son 10.000 yılda insan genomunda hızlanmış evrimsel değişimler saptanmıştır. Özellikle laktoz toleransı, bağışıklık sistemi genleri ve metabolizma ile ilişkili bölgelerde güçlü seçilim izleri görülmektedir (Hawks et al., 2007, https://doi.org/10.1073/pnas.0707650104). Bu durum, tarım, yerleşik yaşam ve nüfus artışı gibi kültürel değişimlerin biyolojik evrimi hızlandırabildiğini göstermektedir.
Teknolojik evrim biyolojik evrimin yerini mi alıyor?
Geleceğe dair öngörülerin en tartışmalı boyutu, biyolojik evrim ile teknolojik evrimin kesişimidir. Gen düzenleme teknolojileri (özellikle CRISPR-Cas9), protezler, beyin-bilgisayar arayüzleri ve yapay zekâ destekli karar sistemleri, insanın biyolojik sınırlarını aşabileceği fikrini gündeme getirmiştir. Ancak bu süreç biyolojik evrimin sona erdiği anlamına gelmez; aksine yeni bir evrimsel bağlam yaratır.
Laland ve arkadaşlarının ortaya koyduğu “niş inşası kuramı”, insanların kendi seçilim baskılarını aktif biçimde yarattığını savunur. İnsan teknolojisi, yeni çevresel koşullar üretir ve bu koşullar biyolojik evrimi yeniden şekillendirir (Laland et al., 2015, https://doi.org/10.1098/rstb.2014.0363). Örneğin dijital yaşam tarzı, hareketsizlik, yapay ışık ve değişen beslenme biçimleri; metabolik hastalıklar, miyopi ve ruhsal bozukluklar gibi alanlarda yeni seçilim baskıları doğurmaktadır.
Geleceğe dair ne kadar öngörüye sahibiz?
Evrimsel süreçler uzun zaman ölçeklerinde işler; bu nedenle insanın biyolojik geleceğini kesin çizgilerle tahmin etmek mümkün değildir. Ancak bazı eğilimler bilimsel olarak tartışılabilir. Bunlar arasında genetik çeşitliliğin küresel ölçekte artması, popülasyonlar arası farkların azalması ve kültürel seçilimin biyolojik seçilimle iç içe geçmesi sayılabilir.
Tomasello ve Richerson & Boyd gibi araştırmacıların vurguladığı üzere, insan evriminde kültürel aktarım genetik aktarım kadar hatta bazı bağlamlarda daha belirleyici hâle gelmiştir (Richerson & Boyd, 2005). Bu durum, gelecekte insan evriminin büyük ölçüde “biyokültürel” bir süreç olarak devam edeceğini düşündürmektedir.
Sonuç olarak, evrim insanı belirli bir “mükemmelliğe” götürmemektedir. İnsan, doğal seçilimin hâlâ etkili olduğu; ancak bu seçilimin teknoloji, kültür ve bilinçle şekillendiği benzersiz bir evrimsel aşamadadır. Gelecekte insan evrimi, genetik mutasyonlardan çok, insanın kendi yarattığı dünyaya nasıl uyum sağladığı üzerinden şekillenecektir. Bu da evrimi durdurmak değil, onu daha karmaşık ve öngörülmesi zor hâle getirmek anlamına gelir.