İnsanın Doğası Ortaklaşmacıdır!
Fakat onu var eden temel yapı taşları itibarı ile genetik olarak rekabetçi-yarışmacıdır.
İlk bakışta sanki burada bir çelişki varmış gibi görünebilir ancak yoktur. Çünkü öznemiz insandır ve insan bir organizmadır. Yani hem kendisine ait hem de kendisine ait olmayan birden çok genin, yapının ve hatta canlının toplamıdır.
İşte gerek insanın gerekse ortaklık kurduğu diğer canlıların genetik temelde tek başlarına hayatta kalamama evrimsel dayatması, hemen hemen tüm canlıları nihai olarak dayanışmacı olmaya mecbur etmiştir.
Yani bencil olanın varlığını koruyabilmesinin koşulu olarak doğa, canlılara bizcil olun talimatı vermiştir. Nitekim bu talimata uyabilenler bugüne gelebilmiştir.
Organizmayı organizma yapan bütün alt bileşenlere ve hatta hücreye bile baktığımızda, ilksel olarak canlılığın cansızlıktan türediği o ilk ana gittiğimizde göreceğimiz şey, hücreyi oluşturan alt bileşenlerin kümelenişi-ortaklık kuruşu ve iş bölümüdür.
Buraya kadarki olan açıklama doğamıza yönelik evrimsel biyolojimizin seyridir.
İşte bizler de insan olarak bunu kavrayıp adlandırabilen, anlamlandırabilen ve buna uygun yol almayı tercih eden bir türüz. Ki bu bizi kısa sürede besin zincirinin tepesine oturtmuştur. Adı da zorunluluğun kavranmasıdır. Yani “Ben bencilim fakat bu bencilliğimi garanti altına alabilmemin tek ve zorunlu yolu bizcil olmamdan geçer.” bilgisinin bilince çıkarılışıdır.
İşte çok uzun süren ve türümüzün ilk toplumsal yapısı olarak karşımıza çıkan İlkel Komünal Dönem bu doğa üzerine inşa edilmiştir.
Ancak yerleşik yaşama geçiş ile birlikte doğamız, tüm o öncül bizcil dayatmalara rağmen mükemmel olmadığından yani kusursuz olmayışı nedeni ile sekteye uğramış ve bizcil doğa darlaştırılarak bencil doğayı besler hale gelmiştir. Buna insanlık tarihinde ilk sınıfların ve dolayısı ile devletin toplumsal yapı olarak sahneye çıktığı köleci toplum adı verilir.
Ardından gelen ve devamı niteliğinde olan feodal toplumda da bu durum değişmemiş ve yine dar bir bizcillik ile dar bir bencillik egemen olmuş ve her tür sömürü çok daha kurumsal olarak devlet-devletler eli ile sömürgecilik adı altında tarih sahnesine çıkmıştır.
Sonrası ise malum, kapitalist toplum. Yani bu sürecin doruk noktası.
Ancak hiç biri benin korunması için zorunlu olan bizi yani ortaklaşmacı doğamızı reddetmez. Sadece çok daha geniş olan bir biz yığını çok dar bir beni var etmeye zorlanır.
Bu sürdürülebilir mi? Kanımca hayır.
Ki dünya genelinde krizler, buhranlar, savaşlar ve türümüzün bindiği dalı kesercesine ve sadece kendinin değil tüm türlerin yaşamını tehdit edercesine frensiz seyri, ya cidden her şeyi sona erdirecek ya da bir üst toplumsal yapı olan ve ilkel komünal dönemdeki gibi tam ortaklaşmacı bir yapıya evirilecek.
Ki ustalar, gerek evrimsel biyolojik temelde ve gerekse ekonomi-politik olarak adını koyalı yüzyılı aşkın süre geçmiş. Adı da komünizm. Doğamıza en yatkın olanı yani… Sevgiyle…
Kaynaklar
- Michael Tomasello. (2019). Neden Ortaklıklar Kurarız. Yayınevi: Alfa Bilim. sf: 134.
- Zubritski, Mitropolski, Kerov. (2011). İlkel Topluluk - Köleci Toplum - Feodal Toplum. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 231.