Aslında asıl mesele, yıldırımın doğası gereği kontrolsüz, ani ve tahmin edilemez olması. Yani düşeceği yer belli değil, zamanı belli değil, ne kadar enerji taşıdığı tam ölçülemiyor. Bu da onu bir enerji kaynağı olarak güvenli ve verimli şekilde kullanmayı neredeyse imkânsız kılıyor.
Düşünsene; bir şarj aletinin prize düzgün takılması bile önemliyken, yıldırım gibi bir “gökyüzü yumruğunu” bir bataryaya indirgemek ne kadar zor olurdu. Devasa süperkapasitörler veya özel iletken sistemler inşa etmek gerekirdi, ki bu da bugünkü teknolojiyle hem ekonomik hem de teknik açıdan mantıklı değil.
Ayrıca yıldırım çok kısa süreli bir enerji boşalmasıdır. Toplamda verdiği enerji çok gibi görünse de süreye bölünce “sürekliliği olmayan” bir kaynak haline geliyor. Yani bir nevi gökten gelen güçlü ama dengesiz bir misafir gibi: etkileyici ama evde kalıcı değil.
Kısacası: Evet, yıldırım enerji dolu ama bu enerjiyi yakalamak, depolamak ve dönüştürmek, bugünkü teknolojiyle fırtınayı cebe sığdırmaya çalışmak gibi bir şey. Şimdilik güzel bir hayal, ama uygulamada oldukça sıkıntılı.