Adaletin insan ürünü olmasının da payı olacaktır ki evrenin kaos dolu ihtimalleri arasında herkese uygun bir adalet ortamı sağlanamaz. Tarihte nasıl toplumları oluşturan egemen güçse adaleti yöneten de egemen güç vardır. Birkaç yüzyıl öncesi bu güç krallara aitken günümüzde halkın seçtiği yöneticilere ait. Her egemen güç -eğer mevcut toplumu o gücün altında olmayı kabul ettiği sürece- istediği adaleti sağlayabilir. (J.J. Rousseau'un Toplum Sözleşmesi adlı kitabında güç-toplum ilişkisi güzelce anlatılmaktadır)
Nasıl her şeyin bir toplumu, iyi ve adil yöneticisi yoksa mutlak adalette yoktur. Dünya hiçbir zaman kendi koşullarında adil olmazken. İnsanların haklar ortaya atmasıyla beraber bunu savunan adaletin her yere ulaşması beklenemez. Sadece insanlık için konuşmuyorum. Canlılık, eşit koşullara ve canlı olduğu için haklara sahip olmadı. Bunu fark etmiş olan insanoğlu, günümüz çağına doğru daha yeni yeni adaleti dünyaya yaymıştır. Her bir yüzyıl bir öncekinden biraz daha adaletli olmaya çalışmıştır. Ancak mutlak bir sonuca daha yaklaşılamadı.[1]
Adaletsizlik, kavramının sınırları çağlar boyunca değişmektedir. Çünkü doğrular sürekli değişkendir. Kimi çağda bu doğrular köleleri özgürleştirmeye çalışırken kimi çağda ise ırkların üstünlüğü olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Bundan dolayı adaletsizliğin en temel sebeplerinin farklılıklar ve ayrımlar olduğunu açıkça dile getiririm. Mutlak adaletin sağlanamama sebebi de budur. Farklılıklar canlılar için elzemdir. Eğer farklılıkları dikkate almanın eşitsizlik olduğunu insanların tamamına anlatabilirsek, o zaman yönetimine karışılmadan bile adaletin ele aldığı konulardan biri olan eşitlik sorununu çözebiliriz.
Kaynaklar
- Serap Akgün. Adil Dünya İnancı Ve Toplumsal Sonuçları. Alındığı Tarih: 29 Mayıs 2025. Alındığı Yer: ResearchGate | Arşiv Bağlantısı