Evet yerçekimi diye bir illet var, her şeyi patates püresi gibi yere yapıştırmaya yeminli sanki. DNA'mızın bile kütlesi var ama canlılık, öyle gizemli bir "yukarı itme servisi" falan kullanmıyor; bildiğin evrimle, adeta bir stand-up komedyeninin kıvraklığıyla geliştirdiği biyomekanik ve fizyolojik numaralarla bu işin paçasını kurtarıyor. Bitkiler mesela, o ligninleşmiş selüloz hücre çeperleriyle gökdelen inşa eder gibi kasılıyor, turgor basıncıyla "ben buradayım kolay kolay yıkılmam" diyor. Ksilem ve sklerenkima dokuları da sanki "yerden bitme değilim, göğe doğru uzayacağım, kim tutar beni" diye inat eden birer iç mimar edasında. Bütün bu artistik hareketler de, tabii ki çoğunlukla fotosentezden gelen metabolik enerjiyle dönüyor; sonuçta yerçekimine karşı diklenmenin bir enerji faturası var, değil mi? Hayvanlar da aşağı kalır mı? Onlar da hidroksiapatit takviyeli kolajen matrisli iç iskeletler veya kitin-protein kompleksli dış iskeletlerle adeta yerçekimine "kusura bakma canım, bugün seninle pek işim yok" mesajı veriyor. Yani olay, öyle havadan gelen bir ilhamla değil, bildiğin fizik yasaları çerçevesinde, ter döke döke, düşe kalka kazanılmış, biraz da absürt bir zafer.
Şu 'evrim tamamen tesadüf'e gelince, bu durum onu da pek doğrulamıyor, hatta biraz ironik kalıyor. Tamam, o ilk genetik mutasyonlar – hani kas kasılması için biraz daha fiyakalı bir aktin-miyozin etkileşimi veya bitkilerin "ışık nerede, ben oradayım, beni takip et" demesini sağlayan oksin taşıma mekanizmasında bir tık iyileşme gibi şeyler – bunlar piyango gibi, rastgele çıkıyor, bazen de tam bir sakarlık komedisi. Ama sonra sahneye doğal seçilim çıkıyor ki, kendisi pek şakadan anlamayan, "ya hep ya hiç" modunda, sonuç odaklı bir yönetmen gibi; en ufak bir falsoyu affetmez. Eğer bir bitki için daha uzun boy demek, "kardeş kusura bakma ama bütün güneş benim, sana kalmadı" anlamına geliyorsa veya bir hayvan için "aşağıdaki tehlikeyi ilk ben gördüm, topuk" demekse, o zaman bu ortotropik büyümeye (dikine, sanki inadına büyümeye) ve yapısal bütünlüğe yatırım yapan genetik kodlara sahip olanlar, hayatın acımasız ama bir o kadar da gözlemci cast direktörü tarafından başrole seçiliyor, yani biyolojik uyumları tavan yapıyor. Bu farklılaşmış üreme başarısı da, anlayacağın, yerçekimine kafa tutan genlerin yeni nesillerde "biz buranın ağasıyız, gerisi teferruat" demesi demek. Yani evrimin rotası öyle rüzgarda savrulan yaprak gibi değil; yerçekimi gibi kıl bir öğretmen ve kaynak kapma yarışı gibi seçilim baskıları tarafından bayağı bir şekillendiriliyor, adeta ince bir nüktedanlıkla.