Tabi ki ama nasıl?
Eğitim, istisnasız tüm ekonomik sistemlerin öncelikli alanıdır çünkü geleceği şekillendirecek nesillerin yontulduğu yerdir. Burada tek istisna bir zamanlar Sovyetlerde ve şimdilerde kısmen Küba’da öne çıkan poli-teknik eğitimdir. Burada ayrıntıya girmeyeceğim çünkü kitaplar dolusu aktarım gerektirir. Hakkını yemeyelim, ülkemizde de Köy Enstitüleri, iktidar eli ile ve efendileri konumundaki egemen kapitalist sistemin sürdürücülerinin dayatması neticesinde kapanana kadar benzer bir niteliğe sahipti. Ki özeti; yontma değil, istendik davranış hiç değil, özgür, özgün ve kendi ayakları üzerinde durabilecek nesillere deneyim ve bilgi aktarımı olarak ifade edilir.
Her eğitim sisteminin bir paradigması-felsefesi vardır. O felsefe de egemen iktidar mantalitesine uygun olmak zorundadır. Bu nedenle geriye kalan dünyada ve günümüzde rakipsiz olarak egemen kılınan eğitim sistemi, dayandığı pragmatist felsefeye uygun olarak şekillenen ve işbitiricilik olarak hayatımızda yankı bulan çıkara daylı eğitimdir.
Buradaki çıkar da doğal olarak eğitimi organize eden aklın çıkarıdır.
Bu iki şeyi dayatır.
İlki eğitimin içeriğidir ve kar aracı dışında bir temeli kabul etmez.
İkincisi ise kimin tekelinde olacağıdır. Burada da temel prensip emekçi yoksul dünya halklarının zihinsel becerilerin aksine sadece el becerileri ile donatılmış olarak dünyaya geldiği ve daha zeki olanlara hizmet etmek için eğitilmeleri gerektiği savı üzerinden , bilimden, sanattan, edebiyattan, felsefeden ve özellikle siyaset ve teolojiden uzak tutulmaları gerektiğine yöneliktir.
Dolayısı ile de zenginlerin, zaten zeki oldukları için zengin oldukları ön kabulü ile birlikte zaten zihinsel yetilerle donatılmış olarak dünyaya geldikleri savı üzerinden yukarıda yoksullardan uzak tutulan ve toplumun karar mercilerinin köşe taşları olan alanlarda eğitilmeleri gerektiğine yöneliktir. Genel de olan da budur.
Gerçekte bu akıl dışı görünen öğretinin de ne yazık ki gerçekliği vardır. Ancak bunun nedeni doğuştan sahip olunan özelliklerde saklı değil, aksine ana rahmine düşüldüğü andan itibaren, sağlıktan, beslenmeye, kültürden, özenmeye değin zengin ile fakir arasında yaratılan derin eşitsizlik ve devamında yoksuldan esrigenen fırsat eşitliğidir.
Heyy gözünü sevdiğim biyoloji ve evrim, bu bozuk teraziyi de bozmuyor değil. Zenginin yedi ceddine kadar geriye gidip onun da zeka olarak geri olabileceğini, aksine aynı şekilde yoksulun, tüm imkansızlıkları aşıp onlarla rekabet edebileceğini şamar gibi suratlarına indirince ve hazır kafa pragmatist yani işime yarayan her şey değerlidir öğretisi temel olunca, bizcil yoksul insanlardan da parlayanları güya himayesine, bursla, destekle, iş imkanı garantisi ile vb. yollarla kendine ve hizmetine yedekleme derdine düşmektedir. Çoğu zaman başarılı da olmaktadır.
Fakat bizler milyarlarız… Onlar bir avuç… Ve evrim derki; havuzunuz ne kadar geniş ise uyumunuz da, devamınız da , başarınız da , damgayı vuruşunuz da o oranda artar… Yoksul olup dünyaya yön veren az insanımız yoktur, tüm o yok sayılmalara, eşitsizliklere ve ön tıkamalar rağmen. Daha da olacak… Sevgiyle…
Kaynaklar
- Prof. Dr. Veysel Sönmez. (2023). Egitim Felsefesi. Yayınevi: Anı Yayıncılık. sf: 306.
- Makarenko. (2008). Eğitbilimsel Görüşleri, Yaşam Öyküsü-Anı Ve Notları. Yayınevi: Sorun Yayınları. sf: 160.