Haklılık, Meşruluk ve ona vesile olan karşı basıncın kendisi!
Bunun gibi meseleler, duygusal patlamalarla, ön yargı duvarlarının arkasına dayanarak veya haklı da olsa salt bir öfkenin güdümünde ele alınabilecek konular değildir.
Neticede biz toplumsal varlıklarız ve bir arada yaşamak zorundayız. Bu zorunluluk haliyle kural ve kaideleri de beraberinde getirir.
Buradaki temel çıkış noktamız; var olan kural ve kaidelerin toplumsal yaşamın çimentosu, onu geliştirip büyüten, ortak çıkara dayalı gelecek kurgusuna dayanan ve toplumsal refah, huzur ve mutluluğa vesile ve belki de en önemlisi, demokrasinin de temeli olan azınlığın haklarının güvencesi olup olmadığıdır.
Bunun literatürdeki adı hukuk felsefesidir ve tamamen bilimsel ilkeler üzerine inşa edilir.
Her ne kadar böyle olsa da ve tarihimiz boyunca egemenlik hep bu ilkeler üzerine inşa olmuş olsa da; egemenlerin bir müddet sonra bu felsefeyi ve ürünü olan toplumsal normları kendilerine yonttukları, iğdiş edip içini boşalttıkları ve sadece lehlerine ve egemenliklerinin zora dayalı devamına hizmet edecek şekilde yeniden kurgulayıp hayata geçirdikleri doğrudur.
İşte burada da modern hukuk bunun önlemini alma ve gerçek hukuk ile gerçek adaleti ikame edebilme adına nispeten egemeni bağlayıcı kaideler ikame etmeyi akıl etmiştir.
Özellikle iki emperyalist paylaşım savaşı sonrası ve özellikle ikincisine dayanak olan ve hayata düşman bir öğreti olan faşizmin literatürümüze girmesi sonrası, dünya ulusları, gerek Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ve devamı protokoller ile gerekse bu yıkımı en çok yaşayan Avrupa nezdinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve devamı niteliğindeki ek protokoller ile yeniden, bu insan ve hak temelli normların ikamesi pekiştirilmiştir.
Bu modern normların üş aşamalı dayanakları da şu şekilde sıralanmıştır:
1. Yasallık
2. Hukukilik
3. Meşruluk
Dolayısı ile sadece protestolarda değil, yaşama dair her itirazda, hak talebinde ve karşı duruşta sınırı bu üç aşamalı silsile belirlemiştir ve belirlemektedir.
Bu aynı zamanda hedef için her yol mubahtır ve tek kaide menfaattir şeklindeki yoz, yabancılaşmış bir siyasetin de önüne geçen ve asgari müşterekler üzerinden toplumu bir arada tutan temel mekanizmadır.
Bu silsilenin ilki yasallık; o gün itibarı ile toplumun ortaklaştığı yazılı kurallara işaret eder. Ancak çoğu zaman egemen irade, tüm tarihsel süreçlerde ve özellikle Hitler Almanya’sında alenen gözlendiği üzere, gücü tekelleştirdiğinde, toplumun uzlaşısına ihtiyaç duymadan kendine yontan ve kendini temel kılan ilkeler ikame etmeye kalkar, kalkmıştır.
İşte bu nedenle hukukun felsefesini yaratanlar, bunu önleme adına yasallığı , onun yaratıcısı ve dayanağı olan hukukiliğe göre değerlendirmeyi salık verir ve esasında dayatır. Buna çoğu zaman içtihat adı verilir.
Ancak her şeye rağmen gerek yasallık gerekse üst bağlamı olan hukukilik, hem toplumsal gelişim seyrinin gerisinde hem de bir avuç gücün tekelinde bazen yaşam ile örtüşmeyebilir.
İşte burada da hareketi belirleyen şey, o toplumun yarattığı ve uzlaştığı ortak değer yargıları ile politik gelişimine denk gelen meşruluk adını alır. Bir diğer deyişle; kabul edilebilirlik…
Meşruluğun sınırını belirleyen şey; onu gerektiren süreçlerin seyrine bağlıdır. Bu bazen basit ve barışçıl bir itiraz olabileceği gibi bazen de buna mecbur eden nedenin ne denli gayrı meşru oluşuna bağlı olarak, direnme hakkı çerçevesinde ve bazen fiili bir karşı eylemliliğe kadar geniş bir yelpazede hayat bulabilir.
Özetle: Protesto veya başka bir hak arama yönteminde ilk sınır yasallıktır. Ancak yasallık hak arama özgürlüğünün önünde bir engele dönüşür ise ikincil aşama hukukiliktir.
Hukukilik de bazen evrensel hukukun dar yorumlanışı ve tercihen hatalı uygulanışı nedeni ile, esas olan “toplumun derdine derman olma” işlevini yerine getirmeyebilir. Burada geriye tek bir seçenek kalır: Meşruluk…
MEŞRULUĞUN EN ÖNEMLİ HAK ARAMA ARGÜMANI VE PRATİĞİ; HAKSIZLIK KARŞISINDA DİRENME HAKKIDIR. Bunun sınırını belirleyecek olan yegane şey de direnme hakkının kullanımına neden olan karşı ve haksız basıncın kendisi, şiddeti ve sürekliliğidir. Demokratik ülkelerde buna orantılılık deniyor.
Ancak ve kanımca; Halka, İnsanlığın ortak miras ( bilim, düşünce, sanat, edebiyat) alanlarına, doğaya, mahremiyete, muhatabı muğlaklaştırılmış, kontrolsüz ve amaçsız öfkeye dayanan hiçbir şey bu kapsamda ele alınamaz.
Buna rağmen daha önce temel hak ve özgürlüklerin sınırı ve kullanımı ile ilgili sorulara verdiğim yanıtlarda olduğu üzere, bir toplumu bir arada tutan en önemli şey, kural ve kaideleri ile özgürlüklerin sınırlarının katılığı ve keskinliği değil, aksine esnekliğidir ki buna hoşgörü adı verilir. Ve hoşgörü; zayıf ve mağdur olanın, olduğunu düşünenin değil , güçlü ve mağdur ettiği düşünülenin boynunadır. Sevgiyle…