KEŞKE…
Keşke aklın egemen olduğu ve emeğin baş tacı edildiği bir dünyada yaşıyor olsaydık. Fakat ne yazık ki öyle mükemmel bir dünyayı henüz inşa etmiş değiliz ve edebileceğimiz konusunda bugünden yarına kesin bir şey diyemiyoruz. Sadece umudumuz diri…
Bizler toplumsal (bir arada yaşamak zorunda olan) varlıklarız. Dolayısı ile bu zorunluluk atacağımız her adımın kimi nasıl etkileyeceğini ve bu etkilenmenin bize dönüşünün nasıl olacağını hesap etme zorunluluğunu da dayatıyor.
Bu yüzden her adımımızda, eylem ve söylemimizde ince eleyip sık dokumak en temel zaruri uğraşlarımız arasında ilk sırayı alıyor.
Bunu aşanlar da var, hem de azımsanmayacak kadar çoklar. Fakat bilginin bu denli hızlı akabildiği bu çağda ne yazık ki bu tür insanların genele ulaşma kanalları çok sınırlı ve iradi olarak sınırlanıyor.
Bu grupta yer alan ilk kesim devrimcilerdir ve eşyaya adıyla hitap ederler ( neyse o…) ikinci sırayı bilim insanları alır, bilime sadakat borcu olanlarla sınırlı olmak üzere.
Geriye kalanların hepsi, öyle ya da böyle, az ya da çok ve ne yazık ki kabul görebilme, dışlanmama yahut “neme lazım” beklenti ve kaygısı ile “MİŞ GİB” bir konumlanmanın içinde olabiliyor.
Başa dönersek: Aklın yolu birdir. Her akıl bilimde buluşur. Ve gerçekler devrimcidir. Er ya da geç tecelli eder. Çözüm aklı özgür kılmakta, yani gerçeği amasız savunmakta, eşyanın adını koymakta. İster bir bilim insanı olarak, ister bir devrimci olarak … ( günümüzde bedelini hesaba katarak)
Benim böyle bir endişem yok. Bedelini de seve seve ödüyorum. Burada sorulacak tek soru ve verilecek tek bir cevap var kanaatimce: Bize öz saygımızı kazandıracak ve bizi mutlu edecek şey ne? Bu soruya verilecek cevap bize yol gösterecektir. Cevabın her şekli doğamıza uygundur. Hangi sonuç çıkarsa çıksın bize ( insana ) özgüdür.
Ancak geriye tek bir şey kalır: Herry Potter’ın Albus Dumbledore ile diyaloğu: Bizi biz yapan ölçü ve yeteneklerimiz değil tercihlerimizdir…”
Sevgiyle…