Bilim, etrafımızdaki dünyayı anlamak için gösterilen,mantık çerçevesinde organize çabadır. Hatta “fizik”kelimesi, Lâtince “doğa”=”physis” kökünden gelir.
Vaktiyle, elektromanyetizma’nın temeli olan deneylerinden birini görünce “çok ilginç, ama bu ne işe yarar ki?” diye soran bir leydi’ye
Faraday’ın “Söyler misiniz leydim, yeni doğmuş bir bebek ne işe yarar?” diye cevap verdiği rivayet edilir.
Mühendislik ve tıp, bilimin uygulamalarıdır. Bir bilim ilkesinden, doğrudan günlük hayatta fayda üretmek bu uğraş alanlarının işidir, bilimin değil. Ama örneğin, günümüz teknolojisinin, MR cihazları, lazerler, nükleer enerji, transistörler, dolayısıyla elektronik cihazlar gibi birçok ürunü, 1900-1930 arası anlaşılan kuantum fiziğine dayanır. Bu yazıyı okumak için kullandığınız WWW standardı ve fikri bile bir fizikçi tarafından (fizikçiler arası bilgi paylaşımını kolaylaştırmak için) icat edilmiştir.
Gelecekte ise süperiletkenliğin yaygın uygulamaları (tekerleksiz çok hızlı trenler, v.s), kuantum bilgi işleme ve iletimi hayatımızı tamamen değiştirmeye aday. Ancak asıl ilginç değişiklikler, şu anda öngöremediklerimiz olacaktır.
Ve son olarak, bilimin, çoğu zaman göz ardı edilen bir toplumsal fonksiyonu: Bilinmeyenin sınırlarını geri iterek, insanda doğanın anlaşılabilirliği izlenimini pekiştirmek. Bir mağara insanının, belki de güneşin yarın doğacağından emin olamayabileceğini; bir ortaçağ gemicisinin, okyanusta fazla uzağa giderse tepsinin kenarından aşağı düşeceğinden, ya da alev püskürten canavarlarla karşılaşacağından korktuğunu düşünün. Halbuki günümüzde bir insan diyebilir ki: “Kara deliklerin olay ufkundan içeride ne olduğunu ben bilmiyorum, ama bilenler, araştıranlar ver; ve benim de yeterince vaktim olsa ve bilen biri bana anlatmak için yeterince çaba gösterse, ben de anlayabilirim”. Bizce bu da önemli bir katkı.