Tufan; ingilizce ‘great flood’ ya da ‘ deluge myth’ ya da ‘ flood myth’ birçok kültürde yer edinmiş, temelinde Tanrının insanoğlunu cezalandırmak için yerküreyi sular altında bırakması konusunu işlemiş bir mittir.
Incili oluşturan 5 kitaptan ilki olan Genesis yani yaratılış kitabındaki anlatıya göre Tanrı yozlaşmış insanları tufan ile cezalandırmak ister. Fakat Nuh Tanrının nezdinde iyi bir insan olduğu için Tanrı öncesinde kendisine haber verir ve tufan felaketi meydana geldiğinde Nuh’u ve ailesini kurtaracağına söz verir. Tanrının talimatları ile Nuh bir gemi yapar(ark), kendi çocukları ve çocuklarının eşleri ile her canlıdan biri erkek biri dişi olmak üzere bir çifti gemisine alır. Bundan sonra canlılığın devamını bu gemidekiler sağlayacaktır.
Anlatının devamında gemi Ağrı Dağı'na demir atıyor ve Nuh orada yakılan hayvanların sunulduğu bir tapınak inşa ediyor. Artık bundan sonra tapınakta Tanrı adına kurbanlar verilecek ve Tanrı da insanlığa bir daha böyle bir felakat göndermeyecek. Tanrı kendi verdiği sözü temsilen gökyüzünde bir gök kuşağı oluşturur ardından yaratılışta verdiği emirleri tekrarlar ama önemli iki fark vardır; ilki insanlar artık birbirlerini öldürmeyecek ve ikincisi insanlar hayvanları öldürebilir ve etlerini yiyebilir.
Sümerlerdeki yaratılış destanına göre tanrılar insanları toprakları işlemeler, sürüleri gütmeleri ve kendilerine ibadet etmeleri için çamurdan yarattı. Bu efsaneye göre incilden farklı olarak tanrılar bir nedenden ötürü insanları cezalandırmak adına tufan felaketi yolluyor insanoğlunun üzerine. Bir tanrı olan Enki (Akadlardaki Ea tanrısı) bu kararı eleştiriyor ve iyi bir insan olan Ziusudra'yı önceden uyarıyor ve bir gemi yapması için talimat veriyor. Talimatları yerine getiren Ziusudra felaketten kurtuluyor daha sonra Anu ve Enlil isimli tanrılara secde ediyor ardından tanrılar tarafından kendisine ölümsüzlük veriliyor.
Yine Mezopotamya mitlerinden biri olan Gılgamış destanında da bunlara benzer anlatılar mevcut. Burada da Utnapiştim ve karısı tufandan tanrıların yardımı ile gemi vasıtasıyla kurtuluyor ve gemide kendilerinden başka hayvanlar da mevcut ve bu şekilde canlılığın geleceği kurtarılıyor. Nihayetinde de Utnapiştim ve karısı tanrılar Tarafından birer Tanrıya dönüştürülüyor.
Yine Akadca dilinde Babil döneminde yazılmış Atra-Hasis destanında neredeyse konu aynı şekliyle işlenmiş.
Mezopotamya'dan çıkıp Yunanlara bakalım. Benzer bir anlatıyı Yunan efsanelerinde de görüyoruz. Insanların yaratıcısı olan Prometeus’us oğlu olan Deucalion, Zeus’un dünyaya gönderdiği tufan lanetinden eşi ile birlikte bir gemi ile kurtuluyor ve bu gemi Parnassos dağına varıyor.
Yunanlılar’dan Hindistana geçelim. Burada da büyük tufandan kurtulan biri var ve ismi Manu. ‘Shatapatha Brahmana’ da yer alan hikayeye göre, Manu zamanında bir balığa yardım etmiştir ve tufan esnasında balık Manu’ya gemi yapmasını salık verecektir. Tufan meydana geldiğinde ise Manu gemiyi bir halatla balığın boynuzuna bağlar ve balık Manu ve gemiyi kurtarır. Daha sonra kurban etme maksadıyla Manu suya tereyağı ve süt döker. Bir yıl sonra sudan kendisine ‘’Manu’nun kızı’’ diyen bir kadın çıkar ve insanlığın geleceği bu ikili tarafından kurtarılmış olur.
Aztek inancında da tufan şu şekilde yer almıştır; Aztekler günümüzdeki dünyadan önce dört tane daha dünyanın var olmuş olduğuna inanır. Dördüncü dünyanın sonunu da 52 yıl süren bir tufan felaketi getirmiştir ve yine bir kadın ve erkek hayatta kalmıştır.[1]
Şimdi sorunuza dönelim. Evet, tufan sayısız kültürlerde defalarca benzer şekilde işlenmiş.[2] Ve farklı versiyonlarda farklı modifikasyonlar görüyoruz. Örneğin İncildeki versiyonu muhtemelen Mezopotamya uygarlıklarında daha önceden yazılı halde bulunan bu mitin tek tanrılı versiyonu ve suçlunun ve cezalandırılması gerekenin insan olduğu bir versiyon. Muhtemelen aynı hikaye inananlar için ders niteliğinde veyahut bir gözdağı verme kaygısıyla yeniden işlenmiş.
Peki neden bu hikaye defalarca kez farklı bölgelerde anlatılagelmiş? Zamanın da bütün insanlığı etkileyebilecek ve İncilde ‘’Nuh'un yaşamının altı yüzüncü yılında, ikinci ayda, ayın on yedinci gününde, o gün büyük okyanusların bütün pınarları fışkırdı ve göklerin pencereleri açıldı.’’ şeklinde bahsedilen devasa bir su taşkını olmuş olabilir mi? Burada sözü bilime bırakalım.
Linkini eklediğim yazıda bahsi geçen bilim adamlarının açıklamalarına göre global ölçekte böyle bir su taşkını hiçbir zaman olmamış. Efsanede anlatılana göre bütün dağları su altında bırakabilecek kadar su kütlesi dünyamızda bulunmuyor. İncilde anlatıldığı gibi cennetin pencereleri birden açılsaydı bile ve atmosferin tamamı suya dönüşüp yağmur olarak yeryüzüne düşmüş olsaydı bile en fazla su seviyesi 1 inç(2,5 cm) yükselirdi.
Başka açıdan yaklaşacak olursak eğer bütün buzullar eriseydi su seviyesi 60 metre yükselirdi ayrıca dünya yüzeyinin 2 kilometrelik kabuk kısmındaki bütün sular eriseydi bile su ancak 180 metre yükselirdi. Dünya üzerinde 180 metre üzerinde neredeyse sayısız şehir merkezi olduğu ve Everest Tepesi'nin yüksekliğini düşünürsek, bu veriler ışığında mitlerde anlatıldığı gibi global ölçekte bir su taşkını olması pek mümkün görünmüyor.
Bu durumda global yerine daha lokal olaylara yönelmemiz gerekiyor. Tarihçilere göre İncil'deki tufan hikayesi milattan önce 800-500 yıllar arasında daha önceki hikayelerden revize edilerek yazılmış. Sümerlerdeki parçaların ise milattan önce üçüncü milenyumda yazıldığı düşünülüyor. O halde o dönemlerde ve o bölgede meydana gelmiş olabilecek olası doğa olayları üzerine düşünmemiz gerekiyor.
Araştırmacıların bir hipotezine göre günümüzden 7500 yıl önce o zamanlar için bir göl olan karadenize, jeolojik süreçlerin bir sonucu olarak akdenizin akmaya başladığı düşünülüyor ve bunun sonucunda karadeniz günümüzdeki halini almış oluyor.(Black Sea deluge hypothesis). Ve bu da o bölgede yaşayan insanları için doğal afet statüsünde su taşkınlarına maruz bırakmış olabilir. Ve yine hipoteze göre zaten o dönemde bilinen dünyadaki neredeyse bütün insanlar o bölgede yaşıyordu. Olay yaşandıktan sonra birilerinin bu dehşet verici ve o güne kadar görülmemiş böyle bir felaketi başka yerlere gidip anlatması kadar (mesela mezopotamya) doğal bir şey olamaz sanırım. Bu hipoteze göre tarihte ilk mezopotamyada karşılaşılan bu metinlerin, meydana gelmiş olması olası bu olayın nesilden nesile aktarılmış versiyonu olduğu düşünülüyor.[3]
Eğer böyle bir olay hakikaten yaşanmışsa insanların bir şeyleri nasıl hikayeleştirdiği ya da egzajere ettiği, kulaktan kulağa dolaşan bilgilerin nasıl tahrife uğradığı ; toplumların otoritenin kırbacını, toplumsal erdemleri veya ahlaksızlığın ve itaatsizliğin nasıl bir tepki ile karşılanacağını göstermek için hikayeler anlatmayı sevdiklerini biliyoruz.