Vallahi, bilimsel raporlara falan göz gezdirince, memleketin sosyal medya ayarlarında artık bir "fabrika ayarlarına dön" seçeneğinin kalmadığı netleşiyor. Durum o kadar vahim ki, klavye başında birbirine girenler, sanki Olimpiyatlarda "koordineli hakaret etme" dalında altın madalya kovalıyor gibi bir durum sergiliyor. Herkes kendi yankı odasında en haklı, en vatansever; geri kalan herkes de malum... Bu toplu delirme hali, adeta bir absürt tiyatro; akademisyenler de çıkıp "Bakın, kutuplaşma var" diye gözlemsel mizah yapıyor, sağ olsunlar. Ekonomik kriz de bu ateşe benzin döken en sadık itfaiyeci misali, yangını harladıkça harlıyor. Bu gidişle yakında birbirimize "günaydın" demek bile saldırgan mizah sayılacak.
Peki bizden bir halt olur mu? Uluslararası aklıevveller, "demokratik normlar zayıflayınca şiddet riski artar" diye rapor yazadursun, biz o riski alalı çok olmuş, şimdi o riskle "evcilik" oynuyoruz. Bu saatten sonra "toplumsal barış" ya da "ortak akıl" gibi şeyler önermek, Titanic batarken güvertede keman çalan orkestraya lahmacun ısmarlamak gibi bir şey olur. Yani evet... Bu ülke, rasyonel çözümler üretmek yerine, birbirine laf sokma sanatında doktora yapıp, iç savaşla "flört etme" seviyesinde takılmaya devam edecek gibi duruyor. Mantıklı hareket mi? O neydi, yeniyor muydu?
Yanlış zamanda doğduk yapacak bir şey yok. Geçiş ya da geçiş evresinin başlangıç adımları böyle hararetli geçer.
Mesela, 16. yüzyılda Avrupa'yı ele alalım. Millet yüzlerce yıldır Kilise'nin dediğinin dışına çıkmayı aklından bile geçirmezken, Martin Luther diye bir papaz çıkıp, o zamanın Twitter'ı olan matbaayı da arkasına alarak, "Siz bu işi biraz yanlış anlamışsınız galiba" dedi. O güne kadar "tek doğru" olan şey bir anda sorgulanmaya başlayınca ortalık kan gölüne döndü. Papalık, krallar, halk... Herkes birbirine girdi ve Avrupa'nın bugünkü haline gelmesi, on yıllarca süren mezhep savaşları ve akıl almaz bir kaosun içinden geçerek oldu. O günlerde yaşayan sıradan bir köylü için de durum, "Ne güzel sakin sakin tarlamı sürüyordum, bu 'reform' da nereden çıktı?" demekten farksızdı.
Aynı filmi biraz ileri saralım. Kopernik ve Galileo, "Aslında dünya dönüyor ve evrenin merkezi falan değiliz" dediklerinde, o günün "düz dünyacıları" olan engizisyon mahkemesi tarafından neredeyse yakılıyorlardı. Çünkü bin yıllık "insan en özel varlıktır, her şey bizim etrafımızda döner" doğrusunu dinamitlemişlerdi. Bu da yetmezmiş gibi Sanayi Devrimi patladı. Bu sefer de "doğru" olan şey, nesillerdir süren tarım toplumu düzeniydi. Ama buhar makinesi gelip o düzenin altını üstüne getirdi. İnsanlar köylerinden sökülüp fabrikalara tıkıldı, şehirler sefalet yuvasına döndü ve yepyeni ideolojiler (sosyalizm, komünizm, kapitalizm) birbirinin gırtlağına sarıldı. Yani, bir düzenin yıkılıp yenisinin kurulduğu her dönem, kan, ter ve gözyaşıyla dolu böyle hararetli, kaotik bir şantiye alanına benziyor. Bizimki de tam o şantiyenin ortasına denk geldi işte, yapacak bir şey yok.