Tabi ki bunu biz (yani bilinçli gözlemciler) yapıyoruz. Hem de kendi birimselliğimize (büyüklüğümüze) dayalı gözlem noktamızdan. Bunun milyonlarca veya milyarlarca ışık yılı uzaktaki koca koca yıldızları mesafeden dolayı küçük minik noktacıklar olarak görüp de onlara 'noktacık' demekten esasen farkı yok. Çünkü biz mikro boyuta göre mesafe olarak (onların birimselliği bakımından) çok uzağız tıpkı yıldızlara olduğu gibi ve onları da (onların boyutuna göre görece) çok uzak mesafeden görüyoruz ve onlara yalnış bir biçimde daha doğrusu görece bir biçimde olduklarından farklı makro tanımlamalar yapıyoruz ki bu uzak yıldızlara bakıp onları nokta zannetmek gibi. Bu yaptığımız ayrımın kendi birimsel boyutumuza dair göreceli bir tanımlama olduğu ve evren için mikro ve makro ayrımı olmadığı, herşeyin aynı düzeyde tanımlanması gerektiği aşikar ki bunun mikro düzeyde yapılması da zorunlu. Mesela 'büyük birleşik teori' denen 'herşeyin teorisi' için mikroyu da makroyu da kapsayan ortak bir tanımlama yapılması zorunlu ama bunun da mikro tanımlamaya dayanması gerektiğini biliyoruz. Çünkü kütle çekimi görelilikle makro tanımladık ama mikro tanımlayamadık. Üstelik kütle çekim uzay yani evrenin dokusundan kaynaklandığı için kütle çekimi mikro tanımlamak evrenin dokusunu da tanımlamayı gerektiriyor. Yada tersinden söylersek kütle çekimi tanımlamak aynı zamanda evrenin dokusunun tanımını da doğal olarak ortaya koyacak. Kütle çekim uzay dokusunun dalgalanması ile oluşuyor ve kütle ne kadar büyükse frekans ve dalga o kadar güçlü olur demektir. Burada önemli bir diğer noktada kütle ve uzay zamanın bütünlük içinde olması nedeniyle kütle çekiminde bu bütünlüğü kapsayan şekilde tanımlanması gerektiğidir. Çünkü görelilik teorisine göre uzay dokusu, zaman ve kütle çekim sürekli bir bütünlük içinde bağlantılı. Birinde olan değişim diğer ikisini de etkiliyor. Örneğin uzay eğrilir veya bükülürse zaman da bükülüyor. Kütle çekim uzayı büküyor ve zamanı da Zaman yavaşlarsa (örneğin hız artarsa) kütle artıyor.