Genel olarak canlılığın devamı açısından baktığımızda, sayısı fazla olan tek hücrelileri değil de, sayısı az olan çok hücrelileri merkeze alarak bakıyoruz. Öncelikle bunu kabul edelim.
Bunu kabul ederek, olası tehdite nasıl öngörüde bulunulabilir. Yüksek yapılı canlıları, yüksek kompleks organizmalara çeviren unsur tehlikeye girerse, kaybolma riskleri doğar. Bu nedir? Tabii ki oksijen. Tek hücreliler halen aneorobik solunum yaparken çok hücreliler oksijenli solunum yaparak yüksek miktarda enerji üretirler. Zaten bu sayede kompleksleşebildiler. Bu yüzden nefes alıyoruz. Tek hücreli yaşamda, hücrelerin komün yaşama geçişleri, belli konularda uzman hücre tiplerini tetiklemiş olabileceği görüşüyle, mitekondrilerin de enerji üretmede uzmanlaştığı ve o dönemden kalan kendi DNAsına sahip bakteriler olduğu düşünülüyor.
İşte bizim canlılık olarak tanımladığımız çok hücrelilik, oksijen temelli solunum yaptığı için, bu gazı tehlikeye sokacak tür, elbette ki bitkiler ve deniz mercanları. Oksijenin yüksek oranda kaynağı okyanuslar, sonra bitkiler. Ancak yine de tek başına bitki türünün yok olması da ciddi ötesi bir tehdite dönüşür kolayca.
Tersten düşünürsek, ekosisteme en iyi gelecek tür yokoluşu hangisi dersek, tabii ki insan olurdu. Ne yazık ki, canlılığın merkezine koyup göklere çıkardığımız insan türü, aslında doğaya en büyük zararı veren tür aslında. Ve kendine de tabii ki.