Neyse ki mümkün değil!
İnsanı insan yapan sadece nefes alıp vermesi ve bunun bilincinde olması değildir. Yaşadığı ortam ve bu ortamda toplumsal olarak yarattığı değerlerin, yaşanmışlıkların toplamıdır. Yani bir bakıma ağırlıklı olarak geçmişi ve bu geçmişi takip eden süreçte yeni inşalara gebe geleceğidir.
Ölümsüzlük salt bir kesimin tekeline indirgenir ise, ölümsüz olanın , diğerlerinin ortalama yaşam süresi sonrasında ve artan şekilde yaşayacağı acı katlanılmaz bir acıya dönüşür. Çünkü bedenen ölümsüzdür fakat onu var eden her bir değer, her bir varlık, her bir diğer canın yitişi onun her gün yeniden ve yeniden ölmesi ile aynı anlama gelir.
Ölümsüzlüğün kendisi tüm insanları kapsayacak şekilde bir gerçekliğe dönüştüğünde bu sefer de gelişme ve değişme bedende yankısını bulamadığında insanın var olmak üzerine inşa ettiği ve onu politik bir hayvan olarak tanımlayan yaratıcı vasfının kaynağı esin, buna dayalı sanat, edebiyat, felsefe ve buna dayalı bilim ve dolayısı ile mana adını verdiğimiz içsel olgu hayata kekremsi bir tat vermeye başlar.
Bu bir süre sonra anlamsızlık paradoksuna vesile olur ki; Ölümsüzlük bir ödül değil ebedi bir cezaya dönüşür.
Hele ki, insanın içinde bulunduğu çevre, doğa, diğer canlı ve cansız varlıklar ile nihayetinde evren değişir iken kendisinin değişmemesi onu aynı zamanda bir ucube olarak evrenin dışına iter ki; bedenen yaşayan fakat tırnak içinde ruhen ölen anlamına gelen yaşayan ölüye döner.
Neyse ki evrenimizin temel yasası devinim. Neyse ki bu devinimin kaçınılmaz güzergahı değişim. Neyse ki evrenin bile bir ömrü var ki, içerdiği her şey buna tabi.
Fakat yine de ölümsüzlük olmasa bile çok uzun ve huzurlu bir ömür hiç fena olmazdı. Olacak gibi de görünüyor. Fakat ölümsüzlük eşyanın doğasına aykırı. Çünkü sadece bize bağlı değil. Çünkü biz dışarıdan enerji transferine bağımlı canlılarız hepsi bu.