Aşk Aysel Gürel'in 'bin yıldız koydum bir kiraz dudağa' dediği halin adıdır. Zihniniz süsler püsler ve aşkı sizin için yaratır. Aşkın hayal (benlik) mertebesindedeki durumu budur. Aşkta ışıl ışıl gerçeğin ötesindeki 'manzaralar' deneyimlersiniz. Örneğin sevdiğiniz insanın eli veya saçı sizin için herhangi bir el veya saç olmaktan çıkar. Onu insan ötesi bir varlık gibi algılarsınız. Deneyimlediğiniz şey böylesi bir şeydir. Zihniniz sizi bu dünyadan 'başka bir dünya'ya götürmüştür. Size başka bir gerçekliği algılatmaktadır. İşte Aysel Gürel'in 'bin yıldız' diye ifade ettiği ve deneyimlediği şey budur. Bu yüzden Aşkı veya herhangi bir şeyi biyokimyasal olarak tanımladığını zannedenler işin hayal (benlik)mertebesindeki kısmını görmezden gelerek tamamen eksik ve yanlış tanım üretirler. Bu şuna benzer örneğin kelimeler anlamsız ses gruplarıdır normalde. Ancak sizdeki karşılığı yani eşleştiği bir anlam olduğu için o kelimenin sesi sizde anlamlı hale gelir. Eksik tanım üreten kişiler size der ki 'elma' kelimesi anlamsız bir sesten başka bir şey değildir bu yüzden gerçekte anlamsızdır derler. Oysa gerçekte elma kelimesi ses olarak anlamsız bir ses yığını olsa da sizin zihninizde (benliğinizde) anlamsal yani semantik olarak eşleştiği bir anlam örüntüsü olduğundan anlamlı ve bir meyveyi temsil eder bu nedenle anlam kazanır ve anlamlîdır. Yine düşüncelerinizin kimyası için de aynı şey geçerlidir. Bir düşünce yada duygunuzu oluşturan biyokimyasal veya moleküler malzemeyi tanımlamak onun sizin bünyenizdeki veya benliğinizdeki anlamı hakkında hiç bir şey söylemez. Oysa o duygunun veya düşüncenin siz de anlamı vardır. Örneğin bir kokunun moleküler şemasını çıkarabilirsiniz ama bu o kokunun içeriği (aldığınız tadı) hakkında size hiç bir bilgi vermez yani sizin o kokuyu aldığınızdaki tanımsız koku algısına dair size hiç bir şey söylemez ki zaten bu tanımsızdır ve hiç bir şekilde bir kokunun algıladığınız tadını kelimelerle ifade edemezsiniz. Bütün bunlar bize gösteriyor ki anlamsallık sadece benliklerimiz için anlamlı. Aşk için de benzer şey geçerlidir. Aşkın benlikteki karşılığını bırakıp da biyokimyasına odaklananlar kendi benliklerini ve benliklerindeki anlamı ve anlamsallığı inkar etmiş olurlar. Oysa o anlam herşey kadar vardır ve gerçektir, deneyimlenmektedir. Bu nedenle benliğini inkar etmek gerçeği inkar etmek demekle eş değer bir duruma gelir. Çünkü benlikler için yukarıda oluşan anlam, anlamsallık vardır. Bütün insanlar da bu anlamsallık içinde yaşamlarını sürdürür hayata anlam verir ve buna göre de insan olarak yaşarlar. İnsanda iyi ve kötü arasındaki benliksel farkı yaratan da aşktır. Aşktaki ışıl ışıl manzaraları yaratan zihniniz 'iyideki' ışığı da aynı biçimde yaratır yada 'kötüdeki' karanlığı da. Böylece benliğiniz için ışık ve karanlık bir olmadığı gibi iyi ve kötü de bir olmaz. Çünkü iyi de veya iyilik de ışıl ışıl süslü manzaraları benliğiniz var eder tam tersine kötü veya kötülük deki 'çirkinligi' yada karanlığı da. Bunlar objektif olarak benliğinizde farklıdır. Sizin durumunuz da ya içinizdeki ışığı söndürürsünüz bu hayatta ve karanlığa gömülürsünüz yada o ışığı büyütür ve ışığınızın sönmesine izin vermezsiniz. Işığın ve karanlığın bile benliğinizde yansıması olduğunu anlıyoruz. Daha önce de yazdığım gibi insan evrenin aynasıdır. Bütün anlamlar evren yolu ile bizim benliklerimizde temsilini bulur. Tüm bu anlamları evren üretmiştir. İyiyi kötüyü ışığı karanlığı ve benlikler evrenin ölçüsü olarak bunlar arasındaki farkı yaratmaktadır. Neden benliklerini inkar edenlerin veya yok sayanların hiç bir biçimde doğru bir pusulaya sahip olmayacağını da buradan anlayabiliriz. Çünkü onlar için ışık ve karanlık birdir tıpkı iyi ve kötü bir olduğu gibi yada kelimelerin anlamları yerine ses yapılarına odaklanarak onları ses yığını olarak görmek gibi. Seçim insanındır ya benliğini kriter alır yada benliğini yok sayar. Gerçekte benliği ona hayatın bütün sırlarını anlatan yegane şeydir.