HER TEŞHİSİN TEDAVİSİ KENDİNE ÖZGÜDÜR (Doğru ya da yanlış)
Marx, yancılaşmayı tarif ederken Hegel’den de alıntılayarak ve üstüne ekleyerek kısaca; insanın zaten var olan efendiye köleliğine ek olarak alın teri ile yarattığı nesnelerin de kölesi olmasından, özneliğini kaybedip nesneleşmesinden (alınır-satılır meta oluşundan) bahseder.
Köleliği, efendiye ve emekçinin ürettiği fakat efendinin tekelinde tuttuğu nesneye biat olarak ve çifte ölümcül sarmal şeklinde, kendini yeniden ve yeniden ve ne yazık ki emekçi (ücretli köle) eli ile üretilen bir döngüye benzetir.
Yabancılaşan insanın doğası bozulur. Bireysel kurtuluş için çırpındıkça kölesi olacağı daha çok nesne (meta) üretir, ürettiğine yabancılaşır, yalnızlaşır ve yozlaşır. Daha da köleleşir…
Bir ülkenin merkez bankasında her gün para basan bir emekçinin çocuğuna harçlık veremediğini, bir ekmek fabrikasında asgari ücretle yahut güvencesiz çalışan bir fırıncının ekmeğe doyamadığını ve bunu kendine özgü talihsizliğinin, beceriksizliğinin vb. bir sonucu olarak görüp kabullendiğini bir düşünün. Dehşet yalnızlığını ve umutsuz, yalnız arayışlarını…
Bir terzinin kendi söküğünü dikememesi akıl işi değildir ve bu söz bu çarkın idamesi için egemence uydurulup halka mal edilmiş çağın en büyük yalanıdır.
Yabancılaşma kavramı her ne kadar insanlık tarihi kadar eski bir kavram olsa da, modern yabancılaşmayı yaratan temel unsur, özellikle sanayi devrimi ile birlikte, temel üretim prensibi olan iş bölümü ile olmuştur.
İşbölümü nedeni ile emekçi ürettiğinin bütününü göremez. Üretilen bir televizyondur fakat televizyonun farklı parçalarını üretenler aynı üretim tezgahında televizyonu bir bütün olarak asla göremez. Dolayısı ile ilk yabancılaşma üretilenin bütünlüğüne yönelik olur ve üreten bu bütünlüklü bilgiden yoksun bırakılır ki, o üretim bandına mahkum olabilsin.
İkinci evre emek sömürüsü adını verdiğimiz artı değerin, üretim araçlarının sahibi (patron) tarafından gaspı ile açığa çıkan derin yoksulaşma. Çünkü emekçi emeği dışında satacak bir şeyi olmadığından (modern kölelik) ve yarattığı artı değere el konduğundan kendi yarattığı ürünü dahi satın alacak maddi güçten yoksun bırakılır.
Bu öyle dayanılmaz bir acı verir ki, bir süre sonra emekçi kendi ürettiğini alabilmek için daha çok çalışmak zorunda kalır ve sömürü katlanır. Kendi ürettiğini alamamak üretileni ulaşılamaz kılar ve emekçi hayatının temeline o ürettiğini alabilme arzusunu koyar. Bu, özne olan emekçinin nesne olan ürettiğinin de nesnesi olmasıdır.
Üçüncü evre emekçinin hayatının( zamanının) büyük bir bölümünü ücretli emek adı altında kölece çalışmaya, ürettiği nesneyi alabilmek için ürettiği nesnenin de nesnesi olmayı göze alıp daha da çok çalışmaya, bu yeterli gelmediğinde de ayrıca ek iş olarak çalışmaya ayırınca; insan olmanın gereği diğer şeylere ( toplumsallaşmaya, diyaloga, sevgiye, aşka, sanata, edebiyata, dinlenmeye, yaratıma, bilime, eğlenceye vb.) zaman bulamaz. Yalnızlaşır. Yalnızlaştıkça içine kapanır. İçine kapandıkça yaşamdan alması lazım gelen haz kendisi için bitip tükenmez bir çileye dönüşür. Çıkış yolları aramaya başlar.
Kimi, çıkış yolunu kendi gibilerle omuz omuza vererek, bu çarkın yarattığı yıkımı el birliği ile aşma çabasında görür. Fakat büyük bir çoğunluğu bu durumu idrak edebilecek yetilerden ve bu yetileri geliştirebileceği zaman ve ortamdan mahrum bırakıldığı için ya içine, geri dönüşü olmayan şiddette, kapanır ya da bireysel kurtuluş yolları arar.
Bireysel kurtuluş yollarından en cazip olanı cellâdına aşkın bir tür ifadesi olan güçlüye yamanmaktır. Bu onu daha çok köleleştirse de kendi gibilere sırtını dönmesi ve gerektiğinde onlara karşı patronunun yanında saf tutması onu bir nebze kendi gibilerden ekonomik vb. olarak farklı kılar. Bu aynı zamanda toplumda benzerler arası çıkar çatışmalarına, anlaşmazlıklara ve en önemlisi toplumsal birliğin ve dayanışmanın yerini bireysel kurtuluşa, haksız menfaat için her yolun mubah kılınışına vesile olur ki: Sosyolojide ve siyaset biliminde adı artık yabancılaşmanın da ötesi olan toplumsal yozlaşma olur. Bu dördüncü evredir.
Beşinci ve son evrede yozlaşan toplum bireyleri dostu düşmanı ayırt etmede ve dolayısı ile olay ve olguların nedenselliği ile ilgili akıl yürütmede ve sonuçlarına yönelik çözüm üretmede tıkanır. Bu tıkanma her koyunun kendi bacağından asılacağı yalanını realite, babamıza bile güvenmemeyi ahlaki bir norm, kendimiz dışındaki dünyanın, başta acıları dahil olmak üzere, her şeyine sırt dönmeyi marifet, haklı, haksız ve kimin zararına olacağı önemsenmeksizin her (yasal, etik, toplumsal) açığı bir tek kendi lehimize bir fırsat olarak değerlendirmenin yolunu açar ki: Bunun adı toplumsal çürümedir. Bu aşamaya gelmiş toplumlar için kurtuluş fi tarihine ötelenir.
“Bu olumsuzluğun önüne geçecek temel eğitim argümanları” ile ne kastetmek istediğinizi tam olarak anlayamadım. Fakat “bu yabancılaşmanın önüne nasıl geçilir” ise sorunuz, haliyle başlıkta da ifade ettiğimiz üzere “her teşhisin tedavisi kendine özgüdür”, doğru ya da yanlış.
Emek cephesi açısından teşhis yukarıdaki gibidir. Dolayısı ile tedavi de bunun üzerinden şekillenir.
İlk ve temel tanı; Hastalığı yaratanın (kapitalizm, artı değer ve emek sömürüsü) hastalığın tedavisi olamayacağıdır.
İkincisi ise; sorunun, sorun yaşayanın (emek sınıfının-işçi sınıfının) doğrudan müdahalesi olmadan kalıcı olarak çözülemeyeceğidir.
Bunun tek yolu, ustaların söylediği üzere; “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganında cisimleşen örgütlü mücadeledir. Ve bu örgütlü mücadele ile, toplumun çürümesine değin uzanan sürecin kaynağını kesmektir. Artı değeri ve emek sömürüsünün.
Süreci tersinden işletecek olursak:
5. Aşama olan toplumsal çürümenin önüne geçmenin yegane yolu, toplumsal değerleri korumak, ben yerine biz kavramını ikame etmek ve dayanışmayı öne çıkarmaktır.
Bu ancak 4. Aşama olarak zikrettiğimiz toplumsal yozlaşmayı, yani kendi menfaatimiz için her yolu mubah kılma, bireysel kurtuluş arayışı ve güce yamanma tercihini bir çıkış yolu olmaktan çıkarmakla olur.
Bunun olabilmesi için 3. Aşamanın ortadan kalkması, bireyin var oluşuna uygun enerjiye, zamana ve imkâna sahip olması, kendine zaman ayırabilmesi, toplumsal ilişkilerini sürdürebilecek koşula sahip olması ve kendini değerli hissedebilmesi gerekir.
Bu 2. aşamaya tabidir. Bunun için emekçinin alın teri ile yarattığı değer karşılığı aldığı ücretin ona yetmesi, ürettiği nesneyi alabilmesi ve çalışma sürelerinin çağın koşullarına göre ve insan merkezli azaltılması, dolayısı ile diğer insani ve toplumsal ihtiyaçlar için artı zaman yaratılması gerekir.
Bu ise 1. Aşamaya tabidir. Yani artı değer gaspına, emek sömürüsüne, altını çizerek söylüyoruz, kişisel ve özel değil, toplumsal üretim araçlarının, bütün bu süreçlere sebep olan ve sahiplerine bunu (sömürüyü) hak gören özel mülkiyete son verilmesi ile olur. Bunun için de emek sınıfının-işçi sınıfının kesintisiz ve örgütlü mücadelesi şarttır.
Farklı teşhislere yönelik farklı tedavi önerenler de mutlaka vardır. Ancak emek cephesinden teşhis ve tedavi yöntemi bu.
Hangisinin veya hangilerinin doğru olduğunu sınayacak tek yer pratiktir, yaşamdır. Fakat en azından emek cephesinin teşhis ve tedavisi bu güne kadar yanlışlanamamıştır ve fakat henüz sübjektif olarak da hayat bulamamıştır. ( bunun için ayrıca bakınız: Suni denge ve Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası). Sevgiyle...
Kaynaklar
- Karl Marx. (2000). Yabancılaşma. Yayınevi: Sol Yayınları. sf: 201.
- Temel Demirer, et al. (1999). Yabancılaşma. Yayınevi: öteki yayınevi. sf: 112.