Bu kültürel bir mevhum. Yoksa organlar zaten mecburen işbölümü icinde birlikte çalışıyorlar.
Kültür tarihinde mitostan logosa geçiş ile birlikte düşünme, irade, akıl gibi özellikler yüceltilmiş ve duygular da geri plana atılıp dizginlenmesi gereken insanın hayvanlarla paylaştığı ilk doğasına ait özellikler olarak alınmıştır. Felsefede Platon ile başlayan Kant ve Hegel'e kadar süren idealler, beden coğrafyasında da gözle görmeyle bağlantılandırılıp, vücudun en üst kısmını oluşturan kafa beyinde yani tepede/zirvede konumlanmıştır. Düşünce insanı hayvandan ayıran bir nitelik olarak yüceltilirken duygular ise insanı hayvanlara yaklaştıran, hayvanlar ile bir tutan bir özellik olarak klasisizm ve idealizm felsefesi tarafından indirgenmiştir. Bu yüzden kafanın içinde değil daha aşağılardaki organlara kontrol edilemeyen kalbe ve cinsel organlara atfedilir.
Darwin ve Freud'un çalışmaları ve Schopenhauer'un felsefeleri ile başlayarak bedenin geri dönüşü, insanın akıl ve beden olarak zaman zaman birbiriyle çatışan şizofrenik durumu da günümüzde yükselen psikoloji, antropoloji, sosyoloji ve kültürbilişsel çalışmalarla ortaya konmakta.
yani "kalp duyguları, beyin aklı yönetir" eski paradigmanın kalıntıları diyebiliriz. Günümüzde bu paradigmayı sosyal antropologlar iyinin ve dogrunun yukarıda, aydınlıkta, gözle görülende olmasını, insanın bilişsel sisteminin bir parçası olarak açıklıyor. Ormanda ağaçlarda av konumunda yaşayan insanın ataları için gündüz gözüyle görebildikleri, yukarıda, ağaçların üzerinde olan yerler güvenli ve kurtarıcı konumundayken, ağaçların aşağıları, ormanın karanlıkları bilinmez, tehliklerle dolu olarak algılanıyor.