İçgüdü (Instinct ya da Innate Behavior), tanımı gereği bir canlının bir davranışı göstermeye meyilliliğidir.İçgüdü (Instinct ya da Innate Behavior), tanımı gereği bir canlının bir davranışı göstermeye meyilliliğidir.Canlıların kimisinde bir sinir sistemi ve beyin yoktur; dolayısıyla uyaranlara verilen tepkiler, bir merkez tarafından değil, hücrenin ya da organizmanın tamamı tarafından belirlenir. Bu canlılarda herhangi bir düşünce ya da bilinç yoktur. Tamamı yukarıda tanımladığımız şekliyle içgüdülere dayanan, yani genetik temelli biyokimyasal tepkimelere dayanan davranışlar sergiler.
Bazı canlılar Evrimsel süreçte yapıları dahilindeki birimler arasındaki iletişimin belirli, özelleşmiş yapılarca sağlanmasını başarmıştır. Bunu başaranlar avantajlı konuma geçmiştir, çünkü organizma içerisindeki birimler birbirleriyle bu özel bağlantı üzerinden iletişim kurabilmektedirler ve difüzyon gibi yavaş, kimyasal süreçlerle bilginin iletilmesini beklemeye gerek kalmaz. Bu yüzden sinir sistemi Evrimsel süreçte desteklenmiş ve canlılar yavaş yavaş bir iletim sistemi geliştirmeye başlamışlardır.
Evrimsel süreçte, bazı canlılarda etkilere verilen tepkiler ve genel olarak organizma içi faaliyetler belirli hücrelerin kontrolüne bırakılmaya başlanmıştır. Özellikle büyük canlılarda, böyle bir merkezin varlığı enerji bakımından avantaj sağlamaktadır. Yani bir bölgeden alınan bilgi, diğer bir bölgeye iletilirken, değerlendirme yapmak ve son organa, sadece yapılması gerekenin iletilmesinin sağlanması açısından özelleşmiş bir organa ihtiyaç duyulmuştur. Daha doğrusu, bilginin iletimi sırasında değerlendirilmenin de yapılabilmesini sağlayan canlılar avantajlı konuma geçmişlerdir. İşte bu canlılar, zaman içerisinde kafa oluşumu (sefalizasyon) ile birlikte sinir sisteminin bir bölgesinin özelleşmesi sonucunda beyin dediğimiz organı evrimleştirmişlerdir.
Beyin, evrimsel süreçte gün geçtikçe daha fazla özellik kazanmış ve tüm organizmanın kontrol mekanizması haline gelebilmiştir. Bu süreçte, canlının etkilere karşı vereceği her tepki, beynin kontrolüne girmiştir. Bu yüzden günümüzde beyin hasarı olan bazı insanlar, bazı çok ciddi etkilere bile tepki gösterememektedirler. Örneğin bazı bireyler acı duyamamakta, bu yüzden derileri yanana kadar sobaya dokunabilmektedirler ve bu yüzden çok ciddi hasarlar almaktadırlar.
İşte bu süreçte, gerek içgüdüsel, gerekse algısal zekaya dayalı her davranış, beynin içerisinde gerçekleşen biyokimyasal tepkimelere bağımlı hale gelmiştir. Bu yine bir avantajdır, çünkü organizmanın daha tutarlı olabilmesini sağlar (enerji konusundaki faydaları bir yana). Yani bir etkiye verilen tepki ya da tepkilerin tek bir merkezde kontrol edilmesi, canlının tutarsız ve dengesiz tepkiler vermesine engel olabilmektedir. Bu yüzden beyin çok önemli bir organdır ve beyni diğer canlılara göre daha fazla evrimleşen ve gelişen canlılar (insan gibi), daha karmaşık davranışlara sahiptirler.Bütün canlılar için biyolojik olarak 2 amaç vardır: hayatta kalmak ve üremek. Bu, hiç de kolay bir görev değildir, birçok yazımızda değindiğimiz, seçilim mekanizmalarına karşı mücadele etmeyi gerektirir. Üstelik doğanın şartlarından ötürü, bu mücadele, en az enerji harcayacak şekilde yapılmalıdır (bkz: trade-off ilkesi). İşte bu yüzden, genler canlıların davranışlarını belirleyici bir rol üstlenmektedir. Bir davranışı genetik taban ile sınırlandırmanın artıları ve eksileri vardır. En büyük artısı, enerji bakımından çok ciddi bir fayda sağlamasıdır, çünkü ne olursa olsun o davranışın sergilenmesi hedeflenir. En büyük eksisi ise, alışık olunmayan ya da seçilim süreci boyunca genlerin tepki vermek üzere özelleşmediği durumlarda, canlıya dezavantaj sağlayabilecek davranışların uygulanmasıdır. Yani içgüdüsel davranışlar, sabittirler ve çevreden çok az etkilenmeye meyillidirler.
Evrimsel süreç, buna da bir çözüm bulabilmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz davranışlar repertuvarı geniş tutularak, farklı durumlarda farklı içgüdüsel davranışlar sergileme yoluna gidilmiş, böylece farklı durumlar karşısında en doğru tepkiyi verebilenlerin hayatta kalmasıyla, ortama en adaptif durumlara ulaşılabilmiştir.
İçgüdüsel davranışlar dendiğinde, akla sadece otomatiğe bağlanmış davranışlar gelmemelidir. Çünkü içgüdüsel davranışların tetikleyicisi kimi zaman algısal/düşünsel zeka olabilir (ki bunu aşağıda açıklayacağız). Yani bir canlı, algısal zekasını kullanarak bir karara varabilir ve bu kararın sonucu, içgüdüsel bir davranış olabilir. Tam da mantıklı olacak şekilde, içgüdüsel davranışların büyük bir kısmının, düşünsel zeka ile tetiklendiği keşfedilmiştir. Meşhur bir örnek olarak, yumurtadan çıkan Caretta caretta türü kaplumbağaların denize gitme içgüdüsü verilebilir. Bu içgüdü, genetik olarak yukarıda bağlantısını verdiğimiz yazımızda açıkladığımız Baldwin Etkisi ile Evrimsel süreçte kazanılmıştır. Ancak bu içgüdünün tetikleyicisi, her içgüdüsel durumda olduğu gibi, duyu organlarından alınan bilginin biyokimyasal süreçlerle işlenmesi sonucu üretilen tepkidir. Yani yavru yumurtadan çıkar, denizin kokusunu alır, ay ışığının yarattığı yakamozu görür ve bu bilgiler beynindeki hücreleri etkiler, bu etki sonucunda DNA'nın farklı bölgeleri okunur ve bu sebeple içgüdüsel denize yönelme davranışı görülür.Kimi zamansa içgüdüler düşünsel zekaya dayalı olmadan, çevresel faktörlerle tetiklenmektedir. Örneğin bazı martı türlerinin dişilerinin yetişkinlerinin gagalarında kırmızı bir nokta bulunur. Yavrular, bu noktayı gagalarlar (ki bu içgüdüsel bir davranıştır ve genlerle belirlenir) ve bu gagalama, annenin beynini uyararak midesinde sakladığı yiyecekleri dışarı çıkarmasına (kusmasına) ve yavrusuna yedirmesine yarar. Yavrular, bu gagalamayı düşünerek yapmazlar, beyinlerindeki biyokimyasal tepkimeler, kırmızı noktayı gördükleri anda bu şekilde bir davranış göstermesine sebep olur (kırmızı noktayı görmekten kaynaklanan sinirsel bilgiler, beyni tetikler ve buna göre bir davranış oluşturacak şekilde genler okunur). Yapılan deneylerde, anne gagası olmamasına rağmen, herhangi bir cismin üzerindeki benzer kırmızı noktaları da gagaladıkları ortaya çıkarılmıştır.
Dolayısıyla her içgüdünün arkasında fizyolojik bir sebep vardır ve bu sebep, deneysel metotlarla ortaya çıkarılabilir.
İçgüdüler, genel olarak karşımıza Sabit Hareket Desenleri (Fixed Action Pattern) olarak çıkmaktadır. Sabit Hareket Desenleri, belirli durumlar karşısında gösterilen belirli davranışlar zinciridir. Bu, içgüdünün bir diğer tanımı olarak görülebilir. Örneğin kuşların çiftleşme mevsimlerinde yaptıkları danslar, her zaman aynı şekilde yapılmaktadır ve tamamen sabit hareketler zinciri şeklindedir. İşte bu bir Sabit Hareket Deseni'dir ve bu hareketlerin oluş sırası, genetik kaynaklarla belirlenmektedir. Bunun getirdiği avantaj, yukarıda belirttiğimiz gibi tek bir genetik materyal üzerinden, biyolojik amaçlardan biri olan üremenin başarısının maksimuma çıkarılabilmesidir. Dediğimiz gibi, bunlar Evrim Mekanizmaları'na tabi davranışlardır; örneğin dişilerin en beğendiği hareketler zincirine sahip bireyler avantajlı olacaklardır.İşte bu mekanizmalar sonucunda içgüdüler popülasyon içerisinde sabitlenirler ve yavruların büyük bir kısmı doğuştan itibaren bazı davranışları sabit olarak gösterirken, yetişkinlerin de büyük bir kısmı ömürleri boyunca farklı durumlar karşısında farklı sabit davranışları gösterebilmektedir. Çevre koşulları sabit tutulduğu sürece, bu davranışı sergileyemeyenler eleneceği için, canlıya avantaj sağlayan içgüdülerin, daha doğrusu bu içgüdülere sebep olan genetik materyalin seçilimi, Evrim'e sebep olmaktadır.
Ancak yapılan araştırmalar, içgüdülerin en çok doğumdan sonraki belirli bir dönemde (türden türe değişmektedir) etkili olduğunu, ilerleyen zamanlarda sadece belirli durumlarda devreye sokulan bir davranış türü olduğunu ve bunun haricinde sürekli olarak düşünsel bir biçimde davranış gösterildiğini ortaya koymuştur. Bu anlaşılırdır, çünkü doğum sonrası yepyeni bir ortam ile karşılaşılır ve bu ortama adapte olabilmek için belirli bir süre geçmesi gerekir. Bu süre zarfında gösterilecek davranışları genetik olarak belirlenen, yani içgüdüsel davranışlar sergileyen bireyler avantajlı olacaktır. Sonrasında ise içgüdülerin etkisi azalacaktır. Dolayısıyla bu noktada, bir diğer davranış türünden bahsetmekte fayda vardır.Düşünce dediğimiz kavram, yukarıda açıkladığımız gibi beynin bir etkiye total olarak verdiği tepkidir. Düşünceyi oluşturmak için beynin farklı bölgeleri, farklı şekillerde katkıda bulunurlar. Bu bölümlerin eksikliği ya da az/hatalı çalışması, düşüncelerde eksikliğe veya hatalara sebep olabilmektedir.
Buna güzel bir örnek olarak, çok şiddetli duygusal anlar yaşadığımızda, mantıklı kararlar veremememizi gösterebiliriz. Beynin sağ yarım küresi genel olarak duygularımızdan sorumluyken, sol yarımküresi mantıksal işlemlerden sorumludur. Dolayısıyla çok duygusal bir anda, beynin sağ bölümü şiddetle çalışırken, sol bölgesi az uyarıldığı için aynı şekilde tepki veremez. Bu yüzden hiç beklemediğimiz, duygusal bir haber aldığımızda, dışarıdan bakıldığında hiç de mantıklı olmayan davranışlar sergileyebiliriz. İşte bu, beynin ürettiği eksik düşüncelerin bir sonucudur. Sakinleşerek beyninin her bölgesinin alınan kararlara dahil olabilmesini sağlayan bir birey, çok daha farklı davranışlar sergileyecektir.
Peki bir canlı, bir davranışı sergilemeye nasıl karar verir? Bir canlı nasıl karar alır? Kısaca, bir canlının algısal/düşünsel zekası nasıl çalışır?
Dünya'nın en meşhur araştırma enstitülerinden Max Planck Enstitüsünün İnsan Algısı ve Beyin Bilimleri Bölümü'nden John-Dylan Haynes ve ekibinin yaptığı bir araştırma, bu soruya ışık tutmaktadır. Araştırmada, deneklere iki adet buton verilmiş ve bu butonlardan birine, istedikleri gibi, istedikleri zaman basmaları söylenmiştir. Onlardan beklenen, ne zaman karar verdiklerini akıllarında tutmalarıdır. Örneğin elinize verilen iki butondan, soldakine X zamanında bastığınızı aklınızda tutmanız beklenmektedir (kronometreye bakarak hangi anda karar verdiğinizi belirleyebilirsiniz). Bilim insanları, fMRI kullanarak, deneklerin beynin karar alma merkezi olan frontopolar (prefrontal) kortekslerini (aşağıdaki fotoğrafta yeşille gösterilmiştir) takip etmişlerdir. Deneyin sonucu gerçekten çok ilginçtir: Bilim insanları, deneklerin karar verdiklerini söyledikleri süreden her seferinde 6.5-7 saniye öncesinde sadece beyindeki hareketlere bakarak %100 doğruluk oranıyla hangi butona basmaya karar vereceklerini bilebilmişlerdir.
Bu ne demektir? Kararlar aldığımızı sandığımız zamanlarda, beynimiz aslında çoktan karar almış olmaktadır. Yani "bilinçsiz biz", kararları "bilinçli biz"den 6-7 saniye kadar öncesinde çoktan almaktadır.
Bu, bizim bu yazımızdaki argümanlarımızla son derece uyum göstermekte ve desteklemektedir. Dediğimiz gibi her şey beyinde olmaktadır, dolayısıyla düşüncelerin, kararların ve bilincin de kaynağı beyin olmalıdır. Her ne kadar biz bilinci ya da düşünceleri soyut kavramlar olarak düşünsek de, bilimsel bir gerçek olarak bunların somutlaştırılabilir olması gerekmektedir. Bu araştırmalar göstermektedir ki, beynimizde gerçekleşen biyokimyasal olaylar zaten davranışlarımızı (veya kararlarımızı) belirlemektedir. Biz, karar aldığımızı sandığımız zamanlarda, sadece beynimizin zaten bizden önce verdiği kararları alırız.
Bu ilk bakışta korkutucu gelse de, esasında son derece mantıklı ve açıklayıcıdır. Zira en nihayetinde biz de bir hayvan türüyüz ve hayvanlar gibi bir fizyolojiye sahip olmak durumundayız. Ne kadar karmaşık davranışlarımız ve özelliklerimiz olursa olsun, kökenimiz ortadadır ve bunu inkar edemeyiz.Beyindeki her biyokimyasal tepkime ve bu tepkimeye sebep olan enzim, DNA tarafından kodlanır ve üretilir. Dolayısıyla DNA'dan üretim sırasında oluşabilecek hatalar ve değişimler, enzimin yapısını değiştirecek, dolayısıyla biyokimyasal tepkimenin doğasının farklı olmasına sebep olacaktır. Bunun haricinde, enzim üretildikten sonra çalışacağı ortamdaki dış etmenler kaynaklı farklılıklar, biyokimyasal tepkimelerin farklı olmasına sebep olabilecek, bu da yine tepkimelerin sonuçlarının, dolayısıyla davranışların farklı gelişmesine sebep olacaktır. İşte bu, davranışlarımızın nörobiyolojik yapısına ışık tutmaktadır.
Kaynaklar
- Ç.Mert Bakırcı. Hayvan Davranışlarının Temeli: İçgüdüler, Bilinç Ve Algı!. (23 Ekim 2011). Alındığı Tarih: 28 Mayıs 2021. Alındığı Yer: Evrim Ağacı | Arşiv Bağlantısı