Kimse hak etmediği bir kaynağa erişemez. Bununla birlikte herkesin aynı kaynağa erişmesi için gerekli koşullar aynı olmayabilir. Örneğin Türkiye'nin doğalgaza erişimi ile Rusya'nın bir değildir. Aynı şey tarım konusunda da geçerlidir. Ama dengeler tam tersidir. Dünyada bugün hakim olan düzen hiç kimsenin ortaya attığı ve öncülüğünü üstlendiği bir düzen değildir. Bu güne kadar oluşan koşullar ve insani içgüdülerin ortaklaşa kurduğu ve son derece yolunda işleyen bir düzen vardır. Buna göre herkes gücünün yettiği ölçüde kaynağa erişim hakkı elde eder. Kimseye hakkı tepeden indirilmez. Sözleşmeler, yasalar vb. her şey de ancak var olan düzeni tanımlamak, tariflemek için kullanılır. Gereksinim duyulanlar (kişi, nesne, kavram) ortaya çıkar ve artık gerek duyulmayanlar ise ortadan kaybolur. Örneğin artık Roma İmparatorluğuna gerek kalmamıştır ve bugün ortada Roma İmparatorluğu yoktur. Çünkü Roma kendisini gerektirecek gücünü kaybetmiştir. Gücün tanımı ise kas gücüyle, parayla, zekayla sınırlandırılamaz. Çok parametreli karmaşık ve yerine göre değişkenlik gösteren bir kavramı tek bir ölçütle sınırlandırmak bakış açımızı bozar. Tüm bunların ışığında anlıyoruz ki açlığın nedeni aç olanların güçsüz olmasıdır. Gücü elinde barındıran toplumlar açlığa son vermek istemedikçe yani güçsüzleri güçlendirmeyi istemedikçe de açlık sona ermeyecektir. Şimdi size bağımlı bir ufak ve açlık çeken birini düşünün. Karnını doyurursanız büyüyüp sizi dövebilir. Siz zaten aynı anda pek çok kişiyle sürekli kavga içindesiniz. Kimi zaman kendiniz zarar görmemek için bu güçsüzleri düşmanlarınızın üstüne gönderebiliyorsunuz. Ama karınları doyduğunda -ki bu ancak sizin karnınız daha az doyduğunda olanaklı, size baş kaldırabilecek bu minikleri doyurur musunuz? Bir de unutmadan, geçmiş kimin karnını doyurduysanız hep aynı şey olmuş. Hep büyüyüp size kafa tutmuş. Kimisi dedenizi öldürmüş hatta. İlk başta çok insancıl duran açlığa son verme fikri pratikte herkesin yapamayacağı ulu bir eyleme dönüşmektedir.