İnsanların çağlar boyu uyguladığı yönetim biçimi, insanın doğası dediğimiz dinamiklere paralel olarak biçimlenmemiştir.
İnsanın doğasına bakarsak insan, avcı toplayıcılıktan tarımın icadı ile toplu halde yaşamaya geçmiştir ve insan topluluklarında bir arada yaşayan bireylerin tümü aynı hayati yeterlilik düzeyinde, aynı güçte zekada yetenekte olmadığı için kaçınılmaz olarak bir lider-takipçi hiyerarşisi oluşmuştur. Yani özetle her toplulukta bir lider vardır. Buna göre insanın doğasındaki yönetim biçiminin monarşi olduğunu düşünebiliriz.
Ancak tarihe baktığımızda toplulukların büyüdükçe, farklı nitelikte çok fazla insanın bir arada yaşaması gerekliliğinin ortaya çıkması ve bu durumda da topluluğun tüm bireylerini kapsayacak çok seslilik ve tüm kesimlerin de kurulan sisteme faydalı bireyler olması amacı ile eğitim modelleri oluşturarak belirli bir kitlesel gelişmişlik seviyesine ulaşılmaya çalışıldığı görülür. Yani toplum felsefi, bilimsel, sanatsal, siyasal, ekonomik ilerlemiştir, refah seviyesi artmıştır ve toplum topyekün ilerlemiştir. Bu durumda da herkes eğitimli, en azından belirli bir eğitim seviyesinin üzerinde olunca bu toplumun, kendi kendini yönetme yeterliliğinde olması durumu ortaya çıkmıştır. Buna da demokrasi denmiştir. Bu durumda da monarşi tercih edilen bir yönetim biçimi olmamıştır.
Özetle toplumların ve insanların yönetim biçimleri, kurdukları yapıya, hayati yeterlilik ve eğitim seviyelerine bağlıdır, evrimsel doğalarına değil. Ne kadar medeni ve eğitimli bir toplum inşa ederseniz o kadar demokratik, ne kadar ilkel, eğitimsiz bir toplum inşa ederseniz de o kadar monarşik bir yönetim ortaya çıkar. Taa Antik Yunandan beri monarşi ve demokrasi iki zıt kutuptur ve bu tartışma bitmez. Dönem dönem dünyadaki eğilim monarşiye kayar (şu aralar olduğu gibi) dönem dönem demokrasiye. Ama bunu belirleyen temel etki insanın doğası değil. Medeni seviyesi. Yönetimi insanın doğasına bırakırsak tüm dünya monarşi ile yönetilirdi. Ama geçmişten beri öyle olmadı. Demek ki başka dinamikler söz konusu...