Öncelikle belirtilmesi gereken en önemli şey, şecerenin genetik özyapı ile eşdeğer olmamasıdır. Geniş ailenden kimse dahi olmasa bile senin olman gayet mümkün, çünkü kromozomal çaprazlamadan dolayı kardeşin ve ebeveynlerin ile genlerin yaklaşık olarak 50% aynı. Bu, geriye kalan 50%'nin birçok farklılıklara yol açmasını olağan kılıyor. Bundan dolayı kalıtsallık katsayıları yüksek olan fenotipik özelliklerde bile kardeşlerin birbirlerinden yada çocukların anne ve babalarından şaşırtıcı derecede büyük farklılıklar sık sık görülüyor. Bu farklılıklar ise sosyal akışkanlıktan ötürü ailesinin sosyoekonomik statüsünün altına yada üstüne çıkan birçok insan bulunuyor. Bunu da aklında bulundurman motivasyon bakımından çok önemli.
Zekayı psikometrik olarak ölçmenin istatistiksel olarak en güvenilir ve doğruluk bakımından en kesin şekilde temsil eden Spearman'ın g faktörüdür. Yüzyılı aşan bir süredir çeşitli çoklu zeka teorileri geliştirilmiş olsa da hiçbirinin pratik uygulaması mümkün olmamış ve daha önemlisi de ampirik olarak desteklenememiştir. Buna karşın bilişsel psikolojide, davranışsal genetikte ve nörobiyolojik zeka araştırmalarında g faktörünün zekanın en sağlam temsilcisi olduğu su götürmez bir doğru olarak ele alınır. G faktörü, zekanın farklı bileşenlerini ölçmek için geliştirilen birçok psikometrik testin sonuçlarının ilinti matrisinde eşlenmesi sonucunda ortaya çıkan, istatistiksel olarak hem korelasyon katsayısı hem de etki büyüklüğü yüksek olan gizli (latent) faktördür. Bir bakımdan tüm bilişsel kabiliyetleri ayakta tutan bir sütun olarak görülebilir. Bu gizli faktörü imgeleminizde somutlaştırmak için şu örnekten yararlanabilirim. Diyelim ki okuldaki tüm derslerdeki başarıyı belirleyen bir X faktörü var. X faktörü denilen genel kabiliyet ölçümünün daha yüksek olduğu bireyler sadece matematik yada edebiyatta değil, tüm derslerde başarılı olurken X faktörü ölçümü daha düşük olanlar ise tüm derslerde başarısız oluyorlar. Umarım açıklayıcı olmuştur çünkü bu g faktörünü şimdi zekanın kendisine bağlayarak genetik konusuna değineceğim. G faktörünün kendisi nerdeyse 100% kalıtsal, yani genetiktir. Ancak zeka olarak tanımlanan genel kapasitenin kalıtsallığı yüz yıldır yapılan araştırmaların ortalamaları alınacak ise yaklaşık 80%'dir (yetişkinlerde 80% olmasına rağmen çocukken IQ'nun kalıtsallığı daha düşüktür, Wilson etkisi olarak da adlandırılır bu) (Jensen 1998). Fakat genetik etkilerin dışında embriyonik gelişimsel süreç sırasında yaşanan rastgelelikler sonucunda (noise adı verilir İngilizcede bu tür rastgeleliklere) genetik olarak birbirleri ile aynı olan tek yumurta ikizleri bile beyinlerinin özyapılarında farklılıklar gösteriyorlar. Bu ise 80% genetik olmakla beraber geriye kalan boşluğun bir kısmının da rastgele ve elimizde olmayan süreçler tarafından içerildiğini gösterir. Beynimizin gelişimini bu bağlamda en iyi anlatan ve en güncel veriler ile sunan, sinirbilimci Kevin J. Mitchell tarafından yazılan Innate'i öneririm.
Bu çerçevede sorunu el aldığımızda cevap da gayet makul bir "evet" oluyor. Çünkü günümüzde zekanın uzun vadede kalıcı bir şekilde artırılmasını sağlayan hiçbir pratik metod bulunmamakta, her insan doğduğu zeka ile "yetinmek" zorundadır. Bu bulguya tek istisna laboratuvarda beynin elektromanyetik olarak stimüle edilmesinin zekayı kalıcı olarak artıracağına dair bir test edilmemiş ama özenle teorize edilmiş bir hipotez. Daha fazlası için Richard J. Haier'in The Neuroscience of Intelligence kitabının 5. bölümünü öneririm.
Hayatının anlamını zekanı artırmak yapmamanı şiddetle tavsiye ederim.
Kaynaklar
- Arthur Jensen. (1998). The G Factor.
- Richard J. Haier. (2016). The Neuroscience Of Intelligence.