Selam.
Varoluşçuluk kendi içerisinde bir çok alana dair yaklaşım barındıran ve 1900'lü yıllardan itibaren özellikle 2.dünya savaşıve sonrası yükselişe geçmiş bir felsefe akımıdır. Zamanla o kadar popüler hale gelişmiştir ki bu akım varoluşçu psikoloji, edebiyat, tiyatro, şiir, sinema gibi bir çok alanda kendini göstermiştir.
Varoluşçuluğun nasıl ortaya çıktığına yönelik bir çok yaklaşım vardır ancak en genel kabul gören yaklaşımlardan biri Soren Kierkegaard'ın metinlerinin ve Heidegger'in fenomenolojik yaklaşımının akım içerisinde temel bir yeri olduğudur. Zamanla Sartre ve Camus (bir varoluşçu olduğunu kabul etmediği söylenir) akımın daha da büyümesine önemli katkılar yaparak kendi varoluşçu yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır.
Varoluşçuluğun başlangıç önermelerinden biri şudur; "İnsan bu dünyaya fırlatılmıştır, bu dünyaya terk edilmiştir ve burada unutulmuştur." İnsan içinde yaşadığı dünya ve topluma dair hiç bir verili gerçeklik ile dünyaya gözünü açmaz. Var olduğu andan itibaren toplum, kültür, din, ideoloji vb. gibi "gerçekliklerle" çevrelenmiş olduğunu fark eder. Bir varoluşçu bu andan itibaren en temel soruyu sorar; "o zaman varlığımızın anlamı nedir?" ya da "anlam nedir?"
Heidegger ve takipçileri bu soruya cevap verirken sıradışı bir dil kullanarak Angst ve Dasein kavramları gibi 100'ün üzerinde kavram icat ederek yeni bir fenomenoloji inşa etmeye çalışır. Angst, Türkçe'ye "varoluşsal kaygı" diye çevriliyor (kimileri bu çeviriye katılmasa da), insan varlığın anlamını unutmuştur Heidegger'e göre; çünkü "varlık nedir?" diye bir soru sorsak kimse bu soruya cevap verememektedir. Ya varlık varolandır türü bir totolojiyle cevap vereğiz bu soruya (ki bu bir cevap değildir, tanrı tanrı olandır, su su olandır bir cevap sayılmayan totolojidir.) ya da bilmiyoruz diyeceğiz. Ancak bu ne anlama gelir? Nasıl olur da varlığın anlamını bilmeyen bir varlık olarak insan var olmaya devam eder? Heidegger insan varoluşunun diğer eşya veya canlıların varoluşu gibi olmadığı ve farklı bir otantiklik, dünyaya açıklık içerdiğini söyler. Bu dünyaya açıklık insanın fırlatıldığı dünyada varlığının anlam kazanmasını sağlar. Ancak diğer yandan "dil, varlığın evidir." der Heidegger. Dil'i en iyi kullananlar da şairlerdir, o halde şairler varlığın çobanlarıdır ve bizi "unuttuğumuz varlık yurduna" (varlığın anlamını bilmiyorduk, unutmuş olduğumuz varsayılır) götürecek olanlardır. Bu doğrultuda Hölderlin, Rilke gibi bir çok şairin şiirlerini çözümlemeye yönelmiştir filozofumuz. Heidegger'in anlayışımı çok karmaşık ve geniş çaplıdır, Sarte Varlık ve Hiçlik adlı metninde Heidegger'in Varlık ve Zaman adlı kitabının bir nevi değerlendirmesi ve eleştirisi ile yola çıkarak kendi yaklaşımının temellerini atmıştır. Ona göre Varoluşçuluk, "önce var olan varlığın daha sonra özünü inşa etmesi" yani kendine yeni anlamlar yaratmasıyla ilgilenir.
Diğer yandan Camus'un "absürdizm" adını verdiği bir yaklaşımla hayatın bir anlamının ne olduğu sorusuna dair Sisifos anlatısı ile cevap verir, hiç bir amacı yoktur hayatın ve anlam dediğimiz şeyin içi boş olsa bile öyle değilmiş gibi yaşamaya devam etmeliyizdir ona göre.
Günümüzde hala varlığı görece az olsa bile hissedilen bu yaklaşım özellikle edebiyat, tiyatro gibi alanlarda kabul görmeye devam etse de Analitik gelenek içerisinde aynı sorulara daha farklı cevaplar verilir ve varoluşçuluk kabul göre bir yaklaşım değildir diyebiliriz. Örneğin analitik felsefese de "Anlam" sorusu dil felsefesi gibi alanlarda ele alınır.
19,506 görüntülenme