Günaydın!
Gözlerini açıyorsun, uykunu almış, güzel dinlenmişsin. Ancak bir anda afallıyorsun, çünkü bu yatak, sana ait değil. Ne iki kişilik bu yatağı, ne de odadaki eşyaları tanıyorsun. Hâlâ rüyada olduğunu düşünüp yataktan kalkıyorsun.
Günaydın!
Gözlerini açıyorsun, uykunu almış, güzel dinlenmişsin. Ancak bir anda afallıyorsun, çünkü bu yatak, sana ait değil. Ne iki kişilik bu yatağı, ne de odadaki eşyaları tanıyorsun. Hâlâ rüyada olduğunu düşünüp yataktan kalkıyorsun.
Üniversite eğitiminin özgür düşünce, yaratıcılık ve eleştirel analiz gibi temel nitelikleriyle bilgi üretim merkezi olmaktan uzaklaşmaya başladığını görüyoruz. Öğrenciler kalabalık amfilerde, hızla kendilerine aktarılan müfredat içinde sık sık kaybolurken, akademisyenler de üniversitelerin performans baskısı altında gerçek entelektüel üretimden, tartışma ortamından kopuyor, ofislerine, laboratuvarlarına sıkışıyor.
Kampüsler heyecanlı tartışma mecraları olmaktan çıkıp adeta diploma fabrikalarına dönüşüyor. Bu süreçte yeni kolektif öğrenme, araştırma, tartışma alanlarına duyulan ihtiyaç büyüyor.
Bu yazımızda bahsedeceğimiz Falcon roketlerini anlamak için, roketlerin sahibi, SpaceX'in felsefesinden bahsetmekte fayda var.
1995, teknoloji için yeni bir devir olmuştu. Radyo ve televizyon rekabetini yerle bir eden internet çağı o yıl ivme kazanmıştı. "İnternetin insan doğasını yeniden yapılandıracağını düşünmüştüm." diyen Elon Musk, kariyerini internet üzerinden inşa etmeye çalışanlar arasındaydı. İlk başlarda Confinity isimli firma altında X.com adıyla bilinen, sonradan PayPal adını alan para transfer sistemiyle milenyumun yeni yıldızı olmaya başlasa da, önce X.com CEO'luğuna Musk yerine Peter Thiel'in atanması, sonrasında 2002 yılında eBay’in PayPal’ı 1,5 milyar dolara satın alması ile genç girişimci için işler değişti. Bilim ve teknoloji uğruna Güney Afrika’daki ailesini geride bırakan Elon Musk, oyuncağı elinden alınan küçük bir çocuk gibiydi. Ancak o, yeni hedef olarak farklı bir şey belirlerdi; uzayın karanlıkları Musk'ın yeni hedefi oldu.
İnsanların evriminin devam edip etmediği, evrimin mekanizmalarının insanlar üzerinde halen işleyip işlemediği, işliyorsa insanın ne çeşit bir evrimsel süreçten geçtiği, bu sürecin diğer hayvanlarla benzer mi yoksa farklı mı olduğu gibi sorular, evrimsel biyolojiye ilgi duyan insanların en sık sordukları sorular arasındadır. Bu makalemizde, konuya etraflıca bir bakış atacak ve insan evriminin günümüzdeki süreçlerine dair bilimin elindeki verileri sizlere aktarmaya çalışacağız.
İlk olarak, böyle bir sorunun neden akıllarımıza geldiğine dair temel bir gerçeği irdeleyerek başlayalım: Evrim tarihinde şimdiye kadar, bildiğimiz kadarıyla, evrimin kurallarını ve vahşi doğadaki normal işleyişini bozan veya en azından aksatan, ona çeşitli şekillerde bilinçli veya bilinçsiz olarak müdahale etmeyi başaran ve bunu yaparken kendi evrim hızına etki edebilen tek bir canlı evrimleşmiştir: İnsan (Homo sapiens). İnsanın bu sıradışı becerisinin temel kaynağında ise, yine evrimsel sürecin son derece kıymetli ve ilgi çekici ürünlerinden birisi olan beyin ve bir organ olarak beynin evrimleşmesi süreci sırasında birer yan ürün olarak ortaya çıkan algı, zeka, düşünce, bilinç, farkındalık gibi olgular yatmaktadır. Beynin evriminin detaylarını diğer makalelerimizde detaylıca işlemiştik; dolayısıyla burada tekrar değinmeyeceğiz. Lakin bilinmelidir ki, beynin yapısal özellikleri karmaşıklaşıp özelleştikçe, bizim genel olarak "zeka" diye tabir ettiğimiz üst düzey bilişsel fonksiyonların doğası da karmaşıklaşmakta ve özelleşmektedir. Bu bakımdan insanın (ve insan beyninin) evrimi son derece ilgi çekici olsa da, pek de "inanılmaz", "olağanüstü" ya da "akıl almaz" değildir.
Pygmalion, Roma şairi Ovidius’un Metamorphōsēs (Dönüşümler) adlı eserinin onuncu kitabında yer alan mitolojik bir karakterdir. Sanatla ideal güzelliği birleştiren bu anlatı yalnızca Antik Çağ edebiyatında değil modern psikoloji kuramlarında da etkisini sürdürmüştür.
Pygmalion etkisi, bireylerin kendilerine yönelik beklentilere uygun biçimde davranışlarını şekillendirdiğini ifade eden psikolojik bir fenomendir. Başka bir deyişle, bir kişi hakkında beslenen olumlu (ya da olumsuz) beklentiler, o kişinin performansını ve öz-yeterlik algısını doğrudan etkileyebilir. Bu yazımızda Pygmalion mitinin anlatı düzeyindeki detaylarına değinilecek ve ardından bu mitin çağdaş psikolojide nasıl kavramsallaştırıldığı incelenecektir.
Büyük Patlama aslında zaman ve mekandaki ufkumuzdur. Eğer onu tarihimizin başlangıç noktası olarak kabul ediyorsak, bu sadece kolaylık ve daha iyisi olmadığı içindir. Biz, bir okyanusun önünde duran kaşifler gibiyiz: Ufkun ötesinde bir şey olup olmadığını göremiyoruz. (Almanca'dan çeviri)
(Hubert Reeves)
Daha önceden bilim insanları arasındaki ateizm oranlarını buradaki yazımızda anlatmıştık. Bu yazımızda, evrimsel biyologlar arasındaki ateizm oranlarına bakış atacağız:
American Scientist tarafından yapılan bir araştırmada, evrimsel biyologların inançları araştırılmıştır. Gregory W. Griffin ve William B. Provine tarafından yürütülen ve 149 profesyonel evrimsel biyolog üzerinde yapılan araştırma, ilginç sonuçlar çıkarmıştır.[1] Bu bilim insanları toplamda 28 farklı saygın ulusal akademiye üyedirler. Deneklerin uzmanlıkları şu bilim dallarından en az birini içermektedir: evrim, filogenetik, popülasyon genetiği, paleontoloji, paleoekoloji, paleobiyoloji, sistematik, organizma düzeyinde adaptasyon veya uyum başarısı.
İsveç ve Pakistan'da yapılan iki yeni çalışma, kısmi veya tam aşılamanın uzun süreli COVID-19 semptomları için faydalı olduğunu gösteriyor.
İsveç'teki Gothenburg Üniversitesinden araştırmacılar, temel COVID-19 aşılamasının (yani iki doz ve hatırlatma dozunun) Uzun COVID'e olan etkilerini inceleyen gözlemsel bir değerlendirme yayınladı.[1] İncelenen kişiler, ilk enfeksiyonlarını Aralık 2020 ile Şubat 2022 arasında geçirmişti ve ortalama takip süresi 129 gündü.
Evrim Ağacı üyeliği tamamen ücretsiz ve sitemizi çok daha etkili, interaktif ve keyifli bir şekilde kullanmanızı sağlayacak. Üye değilseniz, birkaç saniyede üyelik oluşturabilirsiniz! Üyeyseniz de giriş yapmanızı tavsiye ederiz.
Evrime dair halk arasına bilerek yayılmış yalanlardan birisi, evrimin sadece veya çoğu zaman "fonksiyon kaybettirici" yönde işlediğine dair bir argümandır. Bu görüşe göre evrim, en başından kusursuz bir şekilde yaratılmış olan türleri bozacak ve daha kusurlu hale getirecek biçimde işlemektedir. Elbette bu argümanın bilimsel olarak desteklenen herhangi bir tarafı yoktur ve bu argüman, evrimsel sürece dair bilgisizliği yansıtmaktadır. Ancak şu soru samimiyetle sorulabilir: Evrimde yeni bir fonksiyon nasıl kazanılır? Yani bir yeni bir fiziksel özellik veya yeni bir davranış, yani yeni bir "bilgi", genlere nasıl "işlenir"?
Bu sorunun evrimle ilgili temel varsayımlar açısından hatasını buradaki kısa yazımızda izah etmiş ve buradaki yazımızda da fonksiyon kazandırıcı özelliklere bir örnek vermiştik. Bu yazıda ise bir diğer örnek vererek, evrimde yeni özelliklerin nasıl kazanıldığına bir bakış atacağız.
Neredeyse 200.000 kişiyi onlarca yıl boyunca takip eden yeni bir araştırma, kalp sağlığı söz konusu olduğunda, tüketilen yiyeceklerin kalitesinin düşük karbonhidratlı veya düşük yağlı bir diyet uygulamak kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Sonuçlar, sağlıklı ve kaliteli yiyecekler seçmenin kalbi korumanın anahtarı olduğunu gösteriyor.
Son yirmi yılda, düşük karbonhidratlı ve düşük yağlı diyetler, kilo kontrolü, kan şekeri ve kolesterol seviyelerinin iyileştirilmesi gibi potansiyel sağlık faydaları nedeniyle revaçta olsa da bu durum, bu diyetlerin kalp hastalığı riskini azaltmadaki etkisi konusundaki tartışmaları sonlandıramadı. Harvard T.H. Chan Halk Sağlığı Okulu'ndan Qi Sun'ın laboratuvarında doktora sonrası araştırmacı olarak görev yapan Dr. Zhiyuan Wu şunları söylüyor:
Evrim Ağacı olarak bu yazının yazıldığı tarihe kadar 3 özgün kitap çıkarttık (Evrim Kuramı ve Mekanizmaları, Şüphecinin El Kitabı ve 50 Soruda Evrim), 1 kitabın genel editörlüğünü üstlendik (Evrenin Karanlığında Evrimin Işığı) ve başka çalışmalarda da (kolektif kitap, gazete makalesi, dergi yazısı, haber röportajı vs.) yer aldık ve almaya devam ediyoruz; siz bu yazıyı okurken, çoktan bu sayılar değişmiş olabilir. Bugüne kadar da binlerce içerik üretmeyle birlikte yazı hazırlama konusunda kendimizi iyice geliştirdik.
Ancak, bunca yıllık tecrübeye rağmen bir kitap yazmanın apayrı bir zorluğa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Elbette araştırma yapmak, yazı hazırlamak ve genel kitleyle paylaştıktan sonra geribildirimlere göre revizeler hazırlamak bizler için bir avantaj sağlamış olsa da, bir kitap yazmanın süreci farklılıklar barındırmaktadır. Örneğin, yazdığınız dijital bir makalede bir hata varsa ya da bir değişiklik gerektiriyorsa, o makaleye istediğiniz zaman erişip düzeltmeler yapabilirsiniz. Ancak bir kitabın ilk basımından sonra fark ettiğiniz hataları ya da değişiklik yapmak istediğiniz kısımları gördükten sonra, o düzenlemelerin uygulanabilmesi için bir sonraki baskıya kadar beklemek durumunda kalıyorsunuz. Bir diğer deyişle, bir kitap yazmanın sorumluluğu, dijital bir makale yayınlamaya nazaran çok daha büyük.
Dar Açı Sendromu!
Derin bir nefes al ve azıcık geri çekil.
1.Hiçbir gün aynı geçmez. (Öyleymiş gibi görünse de)
2.Çürüme bir süreçtir ve engellenebilir.
3. Zamanı gelmemiş meyve her zaman ham tat verir, olgunlaşmasını beklemeyi bilmek lazım.
4. Can sıkıntısı her zaman kötüye işaret etmez. Bazen bir çıkış arayışının son adımlarıdır ve sabır ister.
5. Bu soruyu sorma cesareti bir arayışın ve çabanın da işaretidir, kıymeti bilinmeli.
6. Bizi de aşan siyasi-sosyal vb. süreçler vardır ve bunlarla bireysel değil, bizcil olanlarla birlikte ve ancak örgütlü olarak mücadele edilir. Kendimize haksızlık edemeyiz.
7. Bizi boğan süreçler her daim olacaktır ve yaşamın olağan seyrine uygundur. Bizi boğan süreçleri bir bütün olarak görebilmek için bazen daha geniş bir açıdan ve gerekirse dışına çıkarak bakmak gerekir.
Bu duygu, vicdanını yitirmiş bir dünyada vicdanına hesap vermek zorunda kalan her insanın duygusu. Bunca kirliliğin içinde temiz kalabilmek bile bazen iyiye ve umuda yönelik yeteri kadar güçlü hem bir işaret hem de bir motivasyon aracı olabilir.
Bunca yozluğun, yabancılaşmanın ve çürümenin olduğu coğrafya ve toplumlarda bu daha da hayati bir önem taşır.
Şayet temel öğretimiz “her koyun kendi bacağından asılır” öğretisi ise bu derdin dermanı yoktur ve eninde sonunda beyaz bayrağı çekeriz.
Yok şayet temel öğretimiz “sorun sorunu görenindir” öğretisi ise; bu öğreti bize direnmeyi, ısrarı ve sabrı öğütler. Ve nihayetinde sorumluluğu ele alıp ve “ya bismillah” deyip bir yerden kendi rengimizi, biz gibi düşünüp kaygılananlarca birlikte çalmayı…
Zor… Cidden zor fakat imkansız değil…Sevgiyle…
Tek kitaplı insandan korkarım.
Evrim Ağacı'nı sosyal medya hesaplarından takip etmeyi unutmayın! Yeni paylaşımlarımızı görmek için bizi aşağıdaki sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz.
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.