Varoluşsal Kaygılar Eşiğindeki Sanatın Kimlik Arayışı: Aristoteles'in Poetika'sından Hareketle Bir Deneme
Sanat, bir kişilik meselesidir. Dolayısıyla da esasen trajiktir. - Franz Kafka
Toplum, "Ben kimim?" ve "Ben buraya ait miyim?" sorularının sürekli bir çatışma halinde olduğu kompleks, hiyerarşik bir birimdir. Bu bağlamda, kimlik arayışında olan, hayat gayesini çözmeye çalışan bireyin; varoluşunu anlamlandırmak ve böylelikle de "tutanabilmek" adına sanata yönelmesi, çok da şaşırtıcı bir durum olmasa gerek. Zira sanatçıya "kabına sığmamayı tercih edebilme" özgürlüğü bahşedilmiştir, çünkü o bir yaratıcı, eserinin tanrısıdır.
20. yüzyılın başlarına doğru ise bu hak, resmen kavramlaşır: Nihayetinde, kalıpları yıkmanın bir erdem sayıldığı modern sanat doğmuştur. Yalnızca dış dünyadaki gözlemlerinden beslenen bir sanatçı ise, çağdaşlarının arkasında kalmaya mahkum olmuştur. Ancak yaratıda özgünlüğün yüceltilmesine karşın, sanatın ereği muğlakta kalmıştır. 20. yüzyılda sanatı basit bir eğlence, reel hayattan kaçış olarak nitelendiren Collingwood'un yanı sıra; sanatın paranın boyunduruğu altına girmiş, içi boşaltılmış bir kavrama indirgendiğini savunan Kuspit gibi postmodern nihilistler de meydana çıkmıştır.
Sanat ve estetik anlayışının felsefi bir disipline indirgenmesinden çok önce, başlıcaları Platon ve Aristoteles olmak üzere Eski Yunan düşünürleri, bu kavramların üzerinde durmuştur. Platon'a göre sanat, "problematik"tir. Duygularımızdan çok, mantığımızla oynamaktadır. Süreç içinde mantığı yok ettiğinden, sanatı, tehlikeli bir unsur olarak değerlendirmektedir. Nitekim öğrencisi Aristoteles, Platon ile fikir ayrılığına gitmiştir. Bu kapsamda, Aristoteles, sanat hakkındaki görüşlerini içeren ve şiir sanatını yakından incelediği Poetika eserini yazmıştır.
Bir Disiplin Olarak Sanat: Poetika
İngiliz filozof W. David Ross, eserin içeriğine yönelik, "En genel anlamıyla Poetika, yaşama sanatı ve bilime karşıt olarak yararlı ve güzel sanatları içerir." önermesinde bulunmuştur. Aristoteles’in bu eseri kaleme almasındaki temel sebep ise, şiir sanatındaki çözümleme ve kategorize etme işlemlerinin Eski Yunan'da ihmal edilmiş olmasıydı. Kendisi, şiir sanatı üzerine yapılmış incelemeleri kifayetsiz gördüğü için, bu eksikliği gidermeye girişmiştir.
Aristoteles’in, hocası Platon’unkilerle uyuşmayan birtakım fikirleri olduğu yukarıda belirtilmişti: En bariz farklılıklardan biri, doğayı gözlemlemeyi önemli bulan Aristoteles’in aksine; Platon’un, Fenomenler Dünyası’nın bize sunduklarının bir taklitten ileri gidemeyecek doksalar olduğunu düşünmesidir. Ancak, Aristoteles’in Poetika’nın birçok yerinde Platon’un Devlet eserine referans yapmış olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Poetika’nın alt metninde başka anlamların da yatabileceği çıkarımına varılabilir. Platon, "Benzetmeci şiir tutar da bize düzenli bir devlet içinde yeri olduğunu ispat ederse, kapılarımızı seve seve açarız ona." beyanında bulunmuştur. Poetika’nın da, devlet-sanat ilişkisine yine benzer bir perspektiften yaklaştığı görülmektedir. Aristoteles, Platon’un sözünü ettiği benzetmeci şiirin devlet içindeki yerine açıklık getirmek ve hocasının devlet yapısına gereksiz/zararlı gördüğü tragedyanın, aksine ne denli elzem olduğunu kanıtlamayı hedeflemiştir.
Aristoteles, sanatı, idealleştirilmiş (genel) tabiatın yansıtılması olarak değerlendirmektedir. Burada bahsedilen genel tabiat, görünenin altında yatan gerçekliktir. Gerçekliği yansıtmak ise ancak öze, başka bir deyişle insanın duygu dünyasına inmekle olur. Aristoteles’e göre sanatçılar, bu dünyadaki kusurlu şeyleri atarak ideal olanı yansıtmalıdır. "Şair nesneleri nasıl olmaları lazım geliyorsa, o şekilde tasvir etmelidir." ile Aristoteles, sanatın, insanları idealara ulaştıracağı inancının altını çizmiştir.
Poetika’da geçen bu “idealleştirilmiş tabiat anlayışı”nı Rönesans edebiyatında da gözlemleyebilmek mümkündür. 16. yüzyıl İngiliz şairi Philip Sidney, "Tabiatın dünyası pirinçtendir, şairlerinki altından." demiştir. Ne var ki bu söz, yansıtma kuramına dayanmasına rağmen, hayal ürünü mükemmel bir dünya gerçeklik arz edemeyeceği için, Aristoteles ile çelişmektedir.
Ruhu Arındırmak Adına Çekilen Tetik: Tragedya
Aristoteles, hem bilgi kazandırdığını, hem de psikolojiyi olumlu etkilediğini söyleyerek sanatı savunur. Bu olguyu, Poetika’da üzerinde uzunca durulan bir kavram olan “tragedya” ile ilişkilendirir. Yunanca “tragoidia” kelimesinden türetilmiş, tragos (keçi) ve oidie (türkü) sözcüklerinin birleşmesiyle “keçilerin türküsü” şeklinde Türkçeye çevrilen bir kavramdır. Sahnedeki kahramanların iyi bir durumdan acıklı bir duruma düşmesini konu alan tragedya; insanların zaaflarına, kusurlarına değinerek kötülükleri göstermektedir. Sahnede sanatçılar tarafından uyandırılan acıma ve korku duyguları, izleyende dolaylı yoldan bir arınma gerçekleştirmektedir. Aristoteles, bu duygu arınmasını “katarsis” olarak tanımlamıştır. Aristoteles’in gözünde “ideal tragedya”, nihai hedef olan “katarsis”e ulaştıracak duyguları uyandırmayı başarabilen tragedyadır. Öte yandan, sanata o denli psikolojik bir anlam ithaf edilmediği gözlenmektedir. Bu durumun başlıca nedeni ise Eski Yunan’da sanat ve zanaatın aynı kelime ile ifade ediliyor oluşudur. Oysaki bir boyacı ile ressamın yaptıkları farklıdır. Sanatta kişinin öznel dışavurumu bulunmaktadır.
Nietzsche, “Tragedya’nın Doğuşu” eserinde, modern kültürün çöküşü içinde sanatın, dolayısıyla da tragedyanın öldüğünü savunmuştur. Sanatçının kendisi ise ona göre “Tanrı iddiası ile kumar oynayan ciddi bir kumarbaz”dır, çünkü kendi gerçekliğini kendisi yaratmaktadır.
Tragedya’da takdim edilen doğal, var olandır; ideal bir uydurmaca değildir çünkü Aristoteles, doğadaki canlıların zaten ideal formlarında olduklarına inanmaktadır. Epistemik gerçeklerin yer aldığı “İdealar Evreni” adlı ayrı bir evren yaratan Platon ise bu görüşte değildir. Kendisi, Fenomenler Dünyası’ndakilerin aldatıcı formlar olduğunu ileri sürmektedir. Aristoteles, doğada hali hazırda var olan canlıların, zaten yapmalar gereken her şeyi yaptıkları önermesiyle argümanını desteklemektedir. Misal, “Dünya’nın başı ve sonu yok.” diyen Aristoteles’e göre, kediler her zaman vardı ve her zaman var olacaklardı. Sayısız kuşaktır genetik materyali, gelecek kuşaklara aktarabilen bu kediler, adaptasyonlarını da tamamlamış, oldukça optimal canlılardı. Fakat, bu hususta, 21. yüzyılın beraberinde getirdiği paradigmaları yadsımamak gerekir. Fütürizmin körüklediği sıradışı teknoloji tutkusuyla, canlıların doğal habitatlarına yapılacak herhangi bir müdahale, Aristoteles’in yücelttiği “mükemmel”i alt üst etmekte zorlanmayacaktır. Zaten 19. yüzyılda geliştirilen Evrim Teorisi de türlerin mükemmel olmadıklarını görmemizi sağlamıştır.
Neye Göre, Kime Göre Estetik?
Mükemmel, güzel olan varlık, “estetik” kavramını çağrıştırmaktadır. Bu kavram, bir disiplin çerçevesinde ilk kez, 18. yüzyılda, modern felsefi estetiğin kurucusu kabul edilen Alexander Baumgarten tarafından kullanılmıştır. Baumgarten, estetiği felsefenin bir alt disiplini olarak konumlandırmadan önce, onu mantıkla kıyaslamıştır. Aesthetica adlı eserinde estetiği, mantığı destekleyen bir unsur olarak nitelendirmektedir. Estetik-hakikat ilişkisine değinerek güzel düşünmenin nesnelerini ele almıştır. Metafizik eserinde ise mükemmelliğin algısının estetik haz içereceğini dile getirmiştir. Bu önerme, estetikte var olan “birliğin uyum algısı”nı ortaya koymaktadır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Görüldüğü üzere Baumgarten, estetik kavramını derinlemesine ele almıştır. Ancak, estetiğin ilgi alanı olan konular, bundan yüzyıllar önce, Platon ve Aristoteles tarafından tartışılmıştır. Bu dünyadaki her şeyin kusurlu olduğunu düşünen Platon, Fenomenler Dünyası’nda bir estetiğin varlığını reddetmektedir. Kusursuz, dolayısıyla da estetik olanın Formlar Dünyası’nda olduğunu bildirmektedir. Aristoteles, Platon’un aksine idealarla değil, bu dünya ile ilgilenmektedir. Sanatın, toplumsal ve bireysel açıdan faydalarının farkına varmış, hocasına karşıt olarak doğaya sırtını dönmemiştir.
Estetik olgusuna bir örnek, Eski Yunan ve Roma mimarisinde karşılaşılan “entasis”den verilebilir. Kağıda bir kare çizdiğimizde, orantılı bir görüntü elde ederiz. Fakat bu kare, büyük yüzey alanına sahip bir reklam panosunun üzerinde belirse, “çirkin” olarak algılanır. İnsan retinası, yapısı gereği eğimli olduğundan mimaride, hafif yamuk şekiller çizmeye gidilmiştir. Atina’daki Pantheon Tapınağı, bu uygulamanın görüldüğü bir mimari eserdir. Böylelikle, tapınağın biraz bombeli yapılmış dikdörtgen sütunları, uzaktan bakınca sarkık değil, jilet gibi keskin görülmektedir.
Ne var ki kimi zaman, estetik kaygısının, birtakım ahlak değerlerini hiçe saydığı durumlar gerçekleşmiştir. Sanat-ahlak düzleminde görüşler, genel olarak iki uçta kutuplaşmaktadır: Güzellik yaratma kaygısını ahlaktan bağımsız bir öge olarak gören “otonomistler” ile ahlakın sanattan önce geldiğini ileri süren “moralistler.”
Ahlak-estetik/sanat çatışmasını eteğe kemiğe büründüren kişilerden biri, vücut sanatı akımının temsilcilerinden Marina Abramovic’tir. Fiziksel olduğu kadar mental dayanıklılık da gerektiren performanslar sergilemektedir. Abramovic; müstehcenlik, şiddet ve korku gibi kavramları paranteze almak yerine, sanatının özüyle bir tutmuş, tüm bu bütünlük içerisinde kendi estetik algısını ortaya koymuştur. Aldığı eleştirilere rağmen sanatına yıllar boyunca devam etmiş, izleyicilerin beğenisi ile gösterdikleri ilgiyi birbirinden ayrı değerlendirmiştir.
Abramovic’in beğeni-ilgi dilemması, David Hume’un görüşleriyle açıklanabilir. Ona göre, “Bunu beğeniyor muyum?” sorusuyla “Bu güzel mi?” sorusu karıştırmamalıdır. Bireyin, bir şeyi beğenip beğenmediği tamamen sübjektif olmakla beraber, su götürmez bir kesinlik arz etmektedir. Nitekim “Bu güzel mi?” sorusu bambaşka bir kategoridedir ve “estetik”in ilgi alanına girmektedir. Hume, “Estetik değer, bir raddeye değin objektiftir.” der. Herkesin kimi obje ve örüntüleri nispeten daha estetik bulmaya yatkın olduğunu savunur. İskoç filozof, “estetik bulma” eğilimine yönelik, bazı insanların daha rafine zevkleri olduğunu, fakat bunun zamanla geliştirilebileceğini söylemektedir.
Doğanın Bir Temsili: Mimesis
Estetiğin önemli kavramlarından biri de, bir kavramın temsili olarak açıklanabilen “mimesis”tir. Mimesisi, geniş bir felsefik perspektiften ilk ele alan Platon’dur. Buna rağmen, bu kavram, Platon öncesi metinlerde de karşımıza çıkmakta ve bu bağlamda, beş kategoriye indirgenebilmektedir: Görsel temsil etme, davranışsal taklit, kişiselleştirme, ses taklidi, metafiziksel mimesis.
Platon öncesi metinlerde, mimesise bahşedilmiş “diğer bir kişiyi taklit etme” anlamı; Platon’la birlikte, “estetik” anlamın ağır basmasıyla geri planda kalmıştır. Fakat Platon, mimesisten bahsederken dahi İdealar ve Fenomenler Evreni ayrımını ihmal etmemiştir. Devlet eserinde belirtmiş olduğu üzere Platon, sanatı bir taklit/temsil olarak görmektedir. Fenomenler Dünyası’ndaki nesneler, İdealar Evreni’ndekilerin bir yansıması olduğuna göre, sanat ürünü de “taklidin taklidi/gölgenin gölgesi” niteliğindedir. Şairlerin, gerçekliğe en uzak kişiler olduğunu düşünmektedir; çünkü onlar, temsil ettikleri model hakkında bilgisi dahi olmayan taklitçilerdir. Yaratılan sanat ürününü, “eidola” kavramıyla bağdaştırmaktadır. Eidola, bilgiden yoksun görünüşlerin temsillerini ifade etmektedir. Platon’a göre; salt gölgeler ve imajlardan ibaret bu Duyusal Dünya’ya güvenmek, yaşam düzenimizi bozacaktır.
Şaşırtıcı olan ise, Devlet’te yer alan tüm bu yargılarına rağmen, Platon’un aslında mimesis karşıtı olmamasıdır. Dünyayı, Tanrı’nın elinden çıkma bir sanat eseri olarak değerlendirmektedir. Ayrıca, imajlardan oluştuğunu söylediği Duyusal Dünya’nın da aslında, Tanrı’nın ebediliğini taklit eden bir yansıma olduğunu eklemektedir. Platon’un kullandığı “mimesis” kavramı yalnızca ilahi bir benzetmeyle sınırlı kalmamakta, yazılı yasalardan şiire, resimden dansa pek çok alanda boy göstermektedir. Evrenin kendisinin bile “Tanrı’nın bir kopyası olduğu” önermesi, Platon’un “Ruh bedene hapsolunca ideanın bilgisini (episteme) unuttu.” sözünü tamamlayıcı niteliktedir. Taklidin, zorunlu olarak yaşantımızın bir parçası olması gerektiği çıkarımına varılmaktadır.
Aristoteles, Platon’dan farklı olarak sanatçıyı, aldatıcı bir taklitçi olarak görmemektedir. Onun için sanatçı, doğada bulunmayan ama olabilir güzellikleri bile bulan ve böylelikle kendini de ifade eden bir kimsedir. Aristoteles, “Sanatçı yalnız olanı değil, olabilir olanı da yanıstmalıdır.” sözü ile sanatın işlevini de bir bakıma belirlemiştir.
Taklidin Ötesine Ulaşmak
Mimesisi açıklamışken, 90’lı yıllarda ortaya çıkan ve kökeninde yine taklit kavramının yattığı “pastiş”e de değinilmelidir. “Sanatta öykünme” şeklinde de adlandırılan postmodern bir tarz olan pastiş, bir sanatçının, başka bir sanatçının eserini taklit ederek kendi eserini yaratmasıdır. Edebiyatta, postmodern sinemada ve resim sanatında temsillerini görmek mümkündür.
Sanatın temsil ettiği “gerçeklik” ile kurduğu yanılsama ilişkisini anlatan meşhur öykülerden biri Zeuxis ve Parrhasius’un arasıdaki resim yarışmasıdır. Kimin daha iyi bir sanatçı olduğunu kanıtlayabilmek için bir resim yarışması düzenlenir. Karar gününde eserler sergilenmek üzere halkın önüne getirilir. Resmini gösteren ilk Zeuxis olur. Kendisi, bir kase üzüm çizmiştir. Üzüm tanelerinin oldukça gerçekçi görünmesine karşın, halk, bu resmi basit bulur. Ansızın kargalar gelerek, resimdeki üzüm tanelerini gagalamaya başlarlar. Bu tablo, doğayı taklide bir örnek teşkil etmektedir. Sıra Parrhasius’a gelince ise kendisi, resminin önündeki perdeyi kaldırmak istemez. “Resmimin önünde perde yok.” diyen ressam, yarışmanın galibi olmuştur. Zeuxis, yalnızca kuşları kandırabilmişken; Parrhasius, insanları kandırmakla kalmamış, profesyonel bir ressam olan Zeuxis’i de kandırmayı başarabilmiştir.
Jacques Lacan, bu durumu, kuşları kandırmak ile insanları kandırmanın farkını açıklayarak ele almaktadır. Zira bir insanı, hatta bir sanatçıyı yanıltabilmek için, “gösterilen perde temsilinin ötesinde gizlenen, görmeyi arzu edeceği bir şey sunulduğu varsayımı” oluşmaktadır. Bu eser, göz aldatmacasının nasıl işlediğini görebilmek açısından çok iyi bir örnektir. Aldatmaca, gördüğümüzü zannettiğimiz şeyin bir “yanılsamadan ibaret olduğunun” farkına varıldığı an hedefine ulaşmıştır.
Zeuxis’in eserinde yaptığı “doğayı taklit”, esasen bireyin çocukluğundan itibaren ortaya çıkan bir eğilimdir. Sanatsal taklit ise, çocuğun bilinçsizce gerçekleştirdiği ilkel taklidin gelişmiş bir halidir. Dolayısıyla “sanatın doğal kökleri” çocukluk dönemine kadar uzanmaktadır.
Bunca görüş ayrılığının yanında, Platon ve Aristoteles’in hemfikir olduğu bir husus vardır, ki o da sanatın çocuklara anlatımıdır. Aristoteles, “Sanatta şiddetin yeri olmamalıdır.” derken, Platon da “Çocuklara anlatacağımız hikayelerin şiddeti, tüm hayatları boyunca devam eder.” önermesinde bulunmaktadır.
Sonuç
Poetika ile bir disiplin olarak temeli atılan sanat, yıllar yılı kovalarken evrilmiş, kimi zaman beraberinde işlevsel kaygılar getirmiş, kimi zaman ise özüne dönük eleştirilere maruz kalmıştır. Tehlikeli, aldatıcı damgaları yemiş; ahlakı bozmakla dahi suçlanmıştır. Bütün bunlara rağmen, sanat, tüm bu zorluklar karşısında tutunabilmeyi başarmıştır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 12
- 7
- 5
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Ö. Kalan. (2014). Foucault'un Bi̇yopoli̇ti̇ka Kavramı Bağlamında Moda Ve Beden: Vouge Dergi̇si̇ Üzeri̇nden Bi̇r Söylem Anali̇zi̇. Selçuk İletişim. | Arşiv Bağlantısı
- S. Şimşek. (2002). Günümüzün Kimlik Sorunu Ve Bu Sorunun Yaşandığı Temel Çatışma Eksenleri. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- B. Güneş. (2003). Paradi̇gma Kavramı Işığında Bi̇li̇msel Devri̇mleri̇n Yapısı Ve Bilim Savaşları: Cephelerdeki̇ Fi̇zi̇kçi̇lerden Thomas S. Kuhn Ve Alan D. Sokal. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- E. Ülger. (2013). Ari̇stoteles’te Poeti̇kanin Doğası Ve Sınırları. Dört Öğe Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- A. Güler. (2015). Yeni Türk Edebiyatında Kaynak Olarak Poetika. Hëna e Plote “Bedër” Üniversitesi Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- A. H. Ünal. Poetika: Şiir Sanatı Üzerine. (10 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 15 Mayıs 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- E. Bayoğlu. (Yüksek Lisans Tezi Felsefe Anabilim Dalı, 2012). Platon Ve Ari̇stoteles’i̇n Devlet Anlayışlarının Karşılaştırılması.
- P. Tonyukukk. Edebiyat Kuramları: Mimesis Neyin Nesi?. (18 Mart 2021). Alındığı Tarih: 15 Mayıs 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- B. Moran. (1994). Edebiyat Kuramları Ve Eleştiri. Yayınevi: Cem Yayınevi.
- Ö. Kulak. Georg Lukacs'ta Katharsis Kavramı: Anlık Bir Uyanış. (19 Eylül 2016). Alındığı Tarih: 15 Mayıs 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- B. Mutlu. (2017). Platon'da Ve Platon Öncesi Metinlerde Mimesis. Art-Sanat Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- S. Erenözlü. (2021). Mitostan Logosa Tragedyanın Nietzscheci Ölümü .. FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- İ. R. K.. Aristoteles'in Tragedya Anlayışı. (16 Ekim 2016). Alındığı Tarih: 15 Mayıs 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- A. Dereko. (2018). Nietzsche'de Tragedya Sanatı. Ankara Üniversitesi Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- T. Kavuran, et al. (2014). Platon Ve Aristoteles'in Sanat Etiği, Estetik Kavramı Ve Yansımaları. Sanat Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
- G. Keskin. (2018). Baumgarten Felsefesinde Estetik Ve Mantık. Felsefe Arkivi. | Arşiv Bağlantısı
- A. Dinçer Kırca. (2016). Pastiş Ve Seramik Yapıtlara Yansıması. Yedi. | Arşiv Bağlantısı
- D. Kunze. The Contest Of Zeuxis And Parrhasios. (6 Temmuz 2012). Alındığı Tarih: 15 Temmuz 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- Ö. K. Erenus. Küçük Bir Kuşu Kandırmak. (9 Aralık 2019). Alındığı Tarih: 15 Mayıs 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/12/2024 05:52:08 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10695
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.