NATO, “müttefik güvenliği” bahanesiyle bilginin kendisini militarize eden, kontrol edemediği her bilim insanını da “potansiyel tehdit” ilan eden küresel bir terör örgütüdür.
Bilimsel bilginin üretimi, günümüz dünyasında yalnızca akademik ilerlemenin değil, aynı zamanda uluslararası güç dengelerinin, askeri stratejilerin ve küresel sermaye akımlarının şekillendiği temel bir mücadele alanıdır. Bu nedenle bilim, kapitalist devletlerin rekabeti içinde giderek daha fazla bir “stratejik meta”ya dönüşmüş; laboratuvarlar da bilimsel merakın ötesinde jeopolitik çatışmaların uzantısı hâline gelmiştir. Bilim sosyolojisi literatüründe uzun süredir tartışıldığı gibi, bilginin üretimi tarafsız bir süreç değildir; bilgi, onu denetleyen ekonomik ve siyasal yapıların iç mantığıyla birlikte hareket eder. Immanuel Wallerstein’ın dünya-sistem analizinin işaret ettiği üzere, çevre ve yarı-çevre ülkelerde bilimsel üretim, çoğu zaman emperyal merkezlerin belirlediği ihtiyaçlara bağımlı hâle gelir.[1] Bu bağlamda bilimsel özgürlük, yalnızca laboratuvarda değil, ulusal egemenliğin sürdürüldüğü bütün alanlarda tehdit altındadır.