Bu problem, varlık felsefesinin temel meselelerinden biridir ve özellikle Parmenides’ten bu yana pek çok filozof tarafından ele alınmıştır. Sorunun kaynağı, dilin varlık ve yokluk hakkında konuşmaya nasıl izin verdiğiyle ilgilidir.
1. Çelişki Meselesi
Varlığı tanımlarken, onun en temel özelliği olarak “var olmayı” kabul ederiz. Ancak yokluğu (var olmamayı) tanımlamaya çalıştığımızda, dil bize tuzak kurar. Çünkü “var olmamak” kavramı hakkında konuşabilmemiz için, ona bir anlam yüklememiz gerekir. Bu da yokluğu, bir “şey” haline getirir gibi görünür.
Bu durumda iki çelişkili durum ortaya çıkar:
1. “Var olmayan bir şey var olamaz.”
• Eğer “var olmayan” bir şeyden bahsedebiliyorsak, o şey bir şekilde zihnimizde (kavramsal olarak) var demektir. Ama aynı anda hem “var” hem de “var olmayan” diyorsak çelişkiye düşeriz.
2. “Yokluk vardır.”
• Yokluğu bir kategori olarak ele aldığımızda, onun bir şekilde “bulunması” gerekir. Ama “bulunan bir yokluk” ifadesi kendi içinde çelişkilidir.
Bu tür çelişkiler, özellikle Parmenides’in şu temel önermesiyle ilgilidir:
“Varlık vardır, yokluk yoktur.”
Bu görüşe göre, yokluk düşünülemez ve hakkında konuşulamaz. Ancak biz yine de yokluktan bahsediyoruz. İşte burada bir problem doğuyor.
2. Varlık-Yokluk Çelişkisini Aşmak Mümkün mü?
Bu sorunu aşmaya çalışan bazı yaklaşımlar şunlardır:
• Mantıkçı Yaklaşım:
Modern mantıkta, “var olmayan şeyler” hakkında konuşmayı bir tür dil oyununa dönüştüren mantıksal formalizmler vardır. Örneğin, Russell’ın “tanımlı ve tanımsız betimler teorisi” (theory of descriptions) yokluğu mantıksal olarak ele alır. Ona göre, “var olmayan bir şey” hakkında konuşmak aslında yanlış bir önermedir ya da “boş bir referans” içerir.
• Metafiziksel Yaklaşım:
Heidegger’in “Hiçlik” kavramı gibi bazı felsefi yaklaşımlar, yokluğu basit bir zıtlık olarak değil, varlığın bir yönü olarak ele alır. Bu, varlık ve yokluk arasındaki çelişkiyi çözmek yerine, yokluğu varlığın bir parçası olarak anlamayı önerir.
• Dilsel Yaklaşım:
Ludwig Wittgenstein, bu tür çelişkilerin büyük ölçüde dilin sınırlarından kaynaklandığını öne sürer. Ona göre, dilin nasıl çalıştığını anlarsak, bu tür paradoksların çoğunun aslında birer yanılsama olduğunu görebiliriz.
3. Sonuç
Eğer varlığı veya yokluğu çelişkisiz bir şekilde tanımlamak istiyorsak:
1. Dili dikkatli kullanmalıyız.
• “Var olmayan bir şey” ifadesi zaten bir hata olabilir. “Var olmayan şey” yerine “düşünülemeyen” veya “betimlenemeyen” diyebiliriz.
2. Mantık çerçevesini belirlemeliyiz.
• Klasik mantık mı, modal mantık mı, yoksa parakonsistent mantık mı kullanacağımıza karar vermeliyiz.
3. Varlık ve yokluğu karşıt kategoriler olarak ele almak yerine, varlığı temel almalı ve yokluğu eksiklik olarak yorumlamalıyız.
• Örneğin, bir cismin olmaması, bir eksiklik durumu olarak düşünülebilir ama bu “yokluğun” kendi başına bir varlık olduğu anlamına gelmez.
Kısacası, yokluktan bahsedebiliyor olmamız, yokluğu var olan bir şey yapmaz. Sadece zihnimizin ve dilimizin sınırları içinde onu düşünmemize neden olur. Eğer yokluğu mutlak bir şey olarak kavramaya çalışırsak, çelişkiye düşeriz.