Yeni Soru Sor
Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat
Sorulara Dön
Hüseyin Açar
Üye
12

Türkler nasıl ve niçin Müslüman oldular?

Türkler tarihte hangi topluluk ya da hangi durum neticesinde Müslüman bir millet haline geldiler?
42,555 görüntülenme
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
  • Dış Sitelerde Paylaş
  • Soruyu Takip Et
  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir
Tüm Reklamları Kapat
3 Cevap
Görkemli Mareşal
Tarihçiyim.

Türkler isteyerek yada kılıç zoruyla Müslüman olmadı. Kimse isteyerek yada okulda öğrtildiği gibi iki din çok benziyor diye Müslüman olmaz . Aynı şekilde kılıç zoruylada müslüman olunmaz. Öyle bir şey olsaydı, direniş olurdu. İsyanlar olurdu. Müslüman olmazdık. Ha katliamlar gerçek orası ayrı. Ancak gerçekten Müslüman oluşumuz Abbasiler döneminde başladı. Emeviler "Son peygamber bizim ulusumuzdan o halde biz en üstün ulusuz" mantığıyla hareket ettikleri için katliamlar yaptılar. Ancak Abbasiler tam tersini yaptı. Katliam yapmadılar. Türkler uzun süre Arap hakimiyetinde kaldılar yada Arap kültürü içinde yaşadılar. En sonunda Arap tarihçisi Mesudi'ye göre Abbasi Halifesi Mutasım Türklerden bir ordu kurdu. Haliyle Ordu-Ulus anlayışı olan Türk ulusu uzun zamandır etkisinde kaldıkları Arap Kültürü ve İslamiyet'e boyun eğerek kitlesel olarak Müslüman oldular. Zaten İslamiyet bir noktada savaşı kutsayan bir din olduğu için ve o dönemlerde sürekli savaş olduğundan ötürü Türkler bu dine hemen uyum sağladılar ve Türklerin Abbasi'ler arasındaki itibarı arttı. Ayrıca Selçuklu önderleri'nin siyasi sebeblerden dolayı Müslüman oluşu, Saltuk Buğra Han'ın İslamiyet'i kabulü ile Türk ulusuda Müslümanlığı kolayca kabul etmiştir. Tamamen siyasi ve kültürel sebeblerden dolayı Müslüman olduk yani.[1]

3,072 görüntülenme

Kaynaklar

  1. Ayşe Hür. Türkler Nasıl Müslüman Oldu. (21 Mayıs 2011). Alındığı Tarih: 15 Mayıs 2022. Alındığı Yer: izmirizmir.net : | Arşiv Bağlantısı
8
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
  • Dış Sitelerde Paylaş
  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir
Zeynep Acar
Dünya tarihine ilgi duyuyorum

İslam'ı kabul eden ilk Türk topluluğu kaynaklara göre değişse de Hazarlar ya da Karluklar olarak anlatılıyor. İlk Türk Devleti ise Karahanlılardır. 723 yılında Hazar Türkleri, Müslüman Arapları yenilgiye uğratınca büyük bir ordu ile Hazarların üzerine yürüyen Emeviler, Halife Hişam Bin Abdülmelik döneminde (724-743) Hazarları Kafkasların ötesine kadar atmayı başardılar ve bu yıllar süren Araplarla olan savaşlarında Müslümanlarla ve İslam coğrafyasıyla tanıştılar. Türk-Arap birliği ise ilk olarak Türklerin Müslümanlar ile 751 yılı Talas Savaşında aynı safta savaşması oldu Çinlilere karşı.[1][2]

Türklerin İslamiyete geçiş dönemini 3 ana evreye ayırabiliriz:

1) Türklerin bireysel olarak İslamiyete geçişleri: 642 – 751 .

Tüm Reklamları Kapat

2) Grup halinde din değiştirme, orduda ve yönetimde görevler üstlenme: 751 – 868 .

3) Toplu din değişiklikleri ve ilk Müslüman Türk devletlerinin kuruluşları: 868 – 940.

Her ne kadar genel tanı olarak islamiyete geçişin en büyük nedenlerinden birinin GökTanrı dininin İslamiyete benzemesi deseler de Gök Tanrı dini İslamiyete değil Semaviliğe benzer. Türklerin müslüman olmasının ilk sebebi Arap Müslümanlar ve İslam coğrafyasıyla tanışmaları ve aynı safta savaşmaları oldu. Onun dışında, aynı coğrafyada İslam dinini yaymak ve bilinçlendirmekle görevli 'derviş' adı verilen insanlar ve tekkeler dini hızla yayıyordu. Türkistan coğrafyasında Hoca Ahmet Yesevi, Anadolu’da Tapduk Emre, Yunus Emre ve Mevlana Celaleddin Rumi gibi isimler bu görevi üstlenen en önemli isimlerdendir.

2,552 görüntülenme

Kaynaklar

  1. M. Öz. Türklerin İslamiyeti Kabulü. (9 Mart 2020). Alındığı Tarih: 14 Mayıs 2022. Alındığı Yer: Akademik Kaynak | Arşiv Bağlantısı
  2. M. Çoğ. (2007). Emeviler Ve Abbasiler Dönemi Hazar-Arap Ilişkileri. Eski Eseler, sf: 12-25. | Arşiv Bağlantısı
2
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
  • Dış Sitelerde Paylaş
  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir
Emirhan Uçan
Emirhan Uçan
23K UP
Tarihe ilgim var ve bu konu hakkında sitem var

Güzel soru. Buradan cevabını bulabilirsiniz : https://turkleringercektarihi.blogspot.com/2022/05/turkler-nasl-musluman-oldu.html . İlk Arap-Türk Savaşları

Taberi’ye göre ilk Arap-Türk savaşları

Önsöz

Tüm Reklamları Kapat

Bu yazı kısaca Taberi Tarihi olarak bilinen (Tarûhu’t-Taberû – Târihu’l-Ümemi ve’l-Mulûk) eserinden alıntılarla meydana getirilmiş olan bir araştırmadan (yazı sonunda belirtilen kaynak) yararlanılarak parantez içerisine alınmış bazı notlarla ve bir miktar günümüz Türkçesine uyarlanarak derlenmiştir. Sonuç olarak bu yazıdaki anlatımlar tarihçi Taberi’ye aittir.

Taberi kimdir?

Taberi 9. ve 10. yüzyılda yaşamış tefsirci, kurra (Kuran’ı okumanın kurallarında uzmanlaşmış kıraat-Kuran okuma bilgini), muhaddis (hadisleri derleyen ve onları kendi tespit ettikleri kriterlere göre sınıflandıran), tarihçi, fakih (İslam hukukçusu), usulcü (hadis ilminin dirayete dayanan prensipler bölümü – usuliyyat ile meşgul olan) ve müctehiddir (fıkıh – İslam hukuku usûlü prensiplerini kullanarak hükme varan).

Taberistan’ın (İran’ın Mazenderân eyaleti. Kuzeyinde Hazar denizi, Güneyinde Elburz dağları silsilesi, doğuda Cürcân batıda Gilan ile çevrili) Âmul şehrinde 839 yılı sonunda veya 840 yılı başında dünyaya gelmiştir. Kendi ifadesine göre “Yedi yaşındayken Kuran’ı ezberlemiş. Sekiz yaşındayken insanlarla birlikte namaz kılmaya başlamış. Dokuz yaşına gelince Hadisleri yazmaya başlamış.” İlk tahsilini Âmul’de tamamladıktan sonra ilim tahsili için Rey, Basra, Kûfe, Medine, Suriye ve Mısır gibi şehir ve ülkeleri dolaşıp en sonunda hilâfet merkezi olan Bağdat’a yerleşmiştir. Zamanında hadis, fıkıh, kırâat, tarih ve edebiyat alanlarında ünlü olan birçok âlimden ders almış yetiştikten sonra da bütün bu ilimlerde eserler vermiştir.

Tüm Reklamları Kapat

Taberî, kendi zamanına kadar olan olayları farklı anlatanlar kanalıyla, yaşadığı devreyi ise bizzat kendi gözlemleri ve olaylara bizzat şahit olmuş kimselerin ifadelerine dayanarak kaleme almıştır. Taberî kendinden sonra gelen tarihçilere kaynaklık etmektedir. Taberî eserinde Arapların tarihî bilgilerinin bir özetini vermeyi hedef almıştır. Bazen bir olay için çeşitli eserlerden alınan bilgileri eserine olduğu gibi almıştır. Eseri Taberî’nin kendi görüş ve düşüncelerinden tamamen uzaktır. Ayrıca izlediği yöntem kendinden sonra gelen tarihçiler tarafından örnek alınmış sonraki dönem tarihçilerin birçoğu da eserlerini yaratılıştan yaşadıkları zamana kadar eserlerine almışlardır. Taberî’de bulunan anlatımların çeşitliliği sebebiyle farklı birden çok bilgiye ulaşmak mümkündür.

Târîhu’l-Ümemi ve’l Mulûk

Taberi’nin en çok yankı yapan eseridir. Yaratılıştan başlayarak M.S. 914 yılına kadar olan insanlık ve genel dünya tarihini içermekte, yaratılıştan kendi zamanına kadar olan olayları senetleriyle birlikte kaydetmektedir. İbn Hallikan şu sözlerle bu kitabın değerini ortaya koyar: “Onun Tarih’i en doğru tarih kitabıdır.” İbn Kesîr, kendisi Taberî’den faydalandığı gibi onun anlatımlarını da överek şöyle demiştir: “Tarih rivâyeti konusunda en güvenilir olanıdır.” İslâm tarihi çalışmalarında en fazla üzerinde durulan ana kaynaklardan biri olarak kabul edilen bu eser Taberî’ye “Tarihin Babası” ünvanının verilmesine sebep olmuştur. Bu nedenlerle Taberî’yi İslâm dünyasının Heredot’u olarak kabul edenler vardır.

Taberi eserinde Türklerin başbuğlarını “Hakan”, Hazarları da “Türkler” olarak adlandırmaktadır. Taberî Tarihinde yalnız Mâverâünnehir bölgesindeki Türklerin başbuğlarına değil aynı zamanda Hazarların da krallarına Hakan, Hakan’ın hanımına da Hatun demiştir. Mâverâünnehir Horasanda bulunan Ceyhun nehrinin öteki yakasıdır. İslâm kaynaklarında bu yer Eftalitlerin yurdu olarak da geçer. Eftalitler – Ak Hunlar Orta Asya’dan gelerek M.S. 5. yüzyılda aşağı Türkistan’a yerleşerek önemli bir varlık gösteren Türk kavmidir.

Taberi Tarihinde “Türkler” ifadesi 101 kez, “Türk” ifadesi 210 krz, “Türkî” ifadesi 69, “Hazarlar” ifadesi 64 kez, “Hakan” kelimesi 125 kez ve “Hatun” kelimesi 5 kez geçmektedir.

Taberi’nin diğer eserleri

İhtilâfu’l-Fukahâ

Letâifu’l-Kavl fi Ahkâmı Şerâii’l-İslâm

Kitâbu’l-Kırâat ve Tenzîlu’l-Ku’rân

Kitâbu Şerhi’s-Sunne

Tüm Reklamları Kapat

Kıtâbu’l-Âdâbı Menâsiki’l-Hacc

Kitâbu’l-Mu’ciz fi’l-Usûl

Kitabu’l-Ğârîb ve’t-Tenzîl ve’l-Aded

Tüm Reklamları Kapat

Ahkâmu Şerâi’i’l-İslâm

Adâbü’l-Kudât ve’l-Muhadara ve’s-Sicillât

Tehzîbü’l-Âsâr

Câmiu’l-Beyân An (Fi) Te’vîli Âyâti’l-Kur’ân

Tüm Reklamları Kapat

Araplar gelmeden öncesi Horasan

Günümüz İran topraklarında 224 – 651 yılları arasında hüküm süren Sâsânîlerin Hükümdarı Feyrûz (459-484) döneminde Eftalitler (Akhunlar), tarih sahnesinde ciddi bir güç haline gelmiştir. Eftalitler bilinen Türk tarzı askerî sistemine göre yapılanmış göçebe bir Türk kavmiydi. Feyrûz tahtı ele geçirmek amacıyla Akhunların yardımını sağladığı için, önce Tâlekân ve Tirmîz kentlerini onlara bırakmıştır. Ancak bir süre sonra iki taraf arasında çıkan savaşta Eftalitler, Sâsânîleri büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Sâsânîler için faturası ağır olan bu savaşta Feyrûz hayatını kaybetmiş ve Eftalitler Sâsânîler’i vergiye bağlamıştır. Sasani hükümdarı Kabaz’ın (Kavâd/Kubat 488-541 dönemi) Eftalitler’in yardımı ile tahta çıktığı ve saltanatı boyunca onların nüfuzu altında kaldığı bilinmektedir.

546 yılında Göktürkler Avarları ortadan kaldırıp Akhunların egemen olduğu doğu bölgelerine yayılmaya başlamıştır. O sırada Sâsânî hükümdarı Nûşirevân’ın (541-579) Göktürklerle işbirliği sonucu Eftalit Devleti, 563-567 yılları arasında ortadan kaldırılmış ve Göktürkler ile İranlılar arasında Ceyhun nehri (Pamir’den doğar günümüz Tacikistan ve Kuzeydoğu Afganistan sınırını oluşturduktan sonra geniş bir delta ile Aral gölüne ulaşır) sınır kabul edilerek Eftalit ülkesi paylaşılmıştır. Göktürklerle Sâsânîlerin beraber hareket etmesindeki en önemli etken Göktürk Hakanının Nuşirevân’ın kayınbabası olmasıydı. Nûşirevân’ın Göktürk Hakanın kızından dünyaya gelen oğlu IV. Hürmüz (579-596) daha sonra İran Kisrası (İmparatoru) olarak onun yerine geçmiştir.

Yaklaşık ondokuz yıl (571-590) Bizans ile bitmek bilmeyen bir mücadelenin içine girmiş olan Araplar, Sâsânîler’e karşı 635’de Kâdisiye, 637’de Celûla savaşlarını kazandıktan sonra Nu’man bin Mukarram el-Muzeni komutanlığında Nihavend savaşı (641-642) ile Sâsâniler’e karşı büyük bir zafer kazanınca geniş İran topraklarını ve Orta Asya kapıları Araplara açılmış oldu.

Aşağıdaki anlatımlar, parantez içerisindeki eğik yazılı notlar ve başlıklar dışında tarihçi Taberi’ye aittir.

Arapların Türk topraklarını istilası

Hz. Ömer döneminde Arap Suveyd bin Mukarrin’in komuta ettiği ordu 642-643 yılında Bistâm’da (Hazar Denizinin Güney Doğusunda) olduğu bir sırada Suveyd bin Mukarrin, Curcân’a (Hazar Denizinin Güney Doğu kıyısında, Farsça adı Gürgan) ilerlemiş, hükümdar Ruzbân Sûl cizye (Arapların Müslüman olmayanlardan aldığı vergi) vermeye razı olmuştur.

Arapların işgal ettiği ve yağmaladığı Türk coğrafyası

642-643 yılında Arap komutan Ahnef bin Kays Horasan’ın fethine girişmiş ve Belh’e kadar dayanmıştır. Hz. Ömer, onun Mâverâünnehir’e girmesine izin vermediği için Belh Arapların sınır şehri olmuştur. Bu durum karşısında son Sâsânî hükümdarı Yezdecird, bu tarihlerde henüz ayakta olan Batı Göktürk ve Çin devletlerinden yardım istemiş, ancak olumlu bir yanıt alamamıştır. Bu nedenle, önce Toharistan’a (Horasan’ın günümüz Afganistan’ında bulunan büyük bir yöresi), sonra Seyhun ötesine sığınmak zorunda kalmıştır.

Ahnef’den sevindirici haberi alan Hz. Ömer insanları mescitte toplayarak onlara fethi haber veren mektubu okumuş, ayrıca minberden şöyle bir konuşma yapmıştır: “Dikkat ediniz! Şüphesiz ki, Allah Mecusî krallığını helak etmiş ve onların birlikteliğini parçalamıştır. Artık onlar tek bir müslümana zarar verebilecek bir karış toprağa sahip değillerdir. Dikkat ediniz. Allah sizi onların topraklarına, memleketlerine, mallarına ve çocuklarına varis kıldı. Bunları bildikten sonra Cenab-ı Hakk nasıl davrandığınızı imtihan edecektir. Ben bu ümmet hakkında başına gelecek hiçbir şeyden korkmam, ancak sizin tarafınızdan gelecek kötülüklerden korkarım.” Hz. Ömer bunun arkasından el-Ahnef bin Kays’a mektup yazıp Ceyhun nehrini aşmamasını ve oradaki illeri korumasını tavsiye etti.

Tüm Reklamları Kapat

Hz. Ömer devrinde (634-644) Arap imparatorluğun sınırları doğuda İran-Turan arasında eski çağlardan beri sınır olarak kabul edilen Ceyhun (Amuderya) Nehrine kadar uzanmıştır.

Halife Ömer’den sonra Horasan ve Toharistan’da Araplara karşı genel bir ayaklanmanın patlak verdiği ve hatta bazı önemli kentlerin geri alındığı görülmektedir. Bu nedenle 651 yılını takip eden birkaç yıl içinde Abdullah bin Âmir’in komutasında karşı saldırıya geçilerek daha önce ele geçirilmiş ve elden çıkmış olan kentler yeniden fethedildi.

Ahnef bin Kays komutasındaki ordu Kûhistan üzerine yürümüş ve burada karşılarına Heratlı Eftalit Türkleri çıkmıştır (Eftalitler -Ak Hunlar Orta Asya’dan gelerek miladî 5. yüzyılda aşağı Türkistan’a yerleşen Türk kavmi). Ahnef onlarla savaşmış ve onları da mağlup etmiştir. 652 yılında Ahnef bin Kays Mervu’r-Rûz, Talekan, Faryâb, Cüzcan ve Toharistan’ı fethetmiştir. Ayrıca Belh halkıyla da bir anlaşma yapmıştır.

Halife Osman’ın son yılları ile Halife Ali devrinde iç karışıklıklar sebebiyle Horasan ve Toharistan’daki fetihler eski hızını kaybetmiş ve hatta duraklamıştır. Bununla beraber fethedilen yerler korunabilmiştir.

Tüm Reklamları Kapat

Muâviye bin Ebî Süfyan Dönemi (661-680)

Horasan ve Mâverâünnehir bölgelerinin büyük bir kısmı Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde fethedilmiş ve yönetimsel bakımdan Basra’ya bağlanmıştı. Sonrasında Arapların arasında meydana gelen iç çekişme sebebiyle bu bölgenin insanları Araplarla olan anlaşmalarını bozmuşlar ve vergilerini ödemez olmuşlardı. Bu bölgeyi çok iyi tanıyan Abdullah bin Âmir, Muâviye tarafından Basra valiliğine atandıktan sonra 663-664 yılında Abdurrahman bin Semure’yi Sicistan’ın (İran ile Afganistan arasında sınır bölgesi Sistan olarak da bilinir) fethine görevlendirdi. Abdurrahman, Abdullah bin Hâzim ile birlikte başta Kâbil olmak üzere Belh, Büst ve diğer bazı şehirleri fethettiler. Yine aynı yıl içinde, Sind’in fethine gönderilen Abdullah bin Sevvâr el-Abdî, bu bölgede Türkler ile yaptığı savaşı kaybedince görevinden alınarak yerine Mühelleb bin Ebî Sufra atandı.

664-665 yılında Türkler ile yaptığı savaşı kazanan Mühelleb, bu bölgede İslâm hakimiyetini yerleştirmeye başlamıştı.

665 yılında Ziyâd bin Ebîh’in Basra valiliğine atanmasından sonra Horasan ve Sistan’a yapılan askerî harekât plânlı bir şekle sokulmuştur.

Tüm Reklamları Kapat

667 yılında Ziyâd’ın Horasan valiliğine getirdiği Hakem bin Amr el-Ğıfârî, Toharistan’ı fethetmek amacıyla akınlara başladı. Üç yıl kadar sürdüğü anlaşılan bu akınlar esnasında Hakem, III. Yezdecird’in oğlu Feyrûz’u yenerek Çin’e kaçmak zorunda bırakmıştır. Hakem, Ceyhun nehrini geçerek Çağanyân’a (Buhara’nın beldesi) kadar ilerlemiştir. Diğer taraftan Hakem ile birlikte askerî harekâta katılan Mühelleb de Türkler’e karşı yeni başarılar kazanmıştır.

671 yılında Horasan’a atanan vali Rebî bin Ziyâd el-Hârisî Horasan’a Arapları ilk defa aileleri ile beraber götürüp oraya yerleştirmiştir. Ziyâd bin Ebîh, Horasan ve Toharistan’a yapılan seferleri uzaklığı sebebiyle, Kûfe ve Basra ordugâhlarından gerektiği şekilde destekleyemiyordu. Bu sakıncayı gidermek amacıyla, savaş bölgelerine yakın yerlerde yeni ordugâh kurma gereğini duydu ve Halife Muâviye’yi bu konuda ikna ederek Merv’i bir ordugâh kenti haline getirdi. Kûfe ve Basra’dan 50 bin kişiyi, başta Merv olmak üzere Herat, Tus, Nisâbûr ve Belh şehirlerine yerleştirdi. Böylece Türkistan’a karşı girişilecek fetihlerde hareket üssü durumunda olan Horasan eyaleti oluşmuş oluyordu. Rebî bin Ziyâd, Ahnef bin Kays’la anlaştıktan sonra bağlarını koparan Belhlileri barış yoluyla boyun eğdirdi. Sonra Kûhistan üzerine bir sefer düzenledi ve bölgede karşı karşıya geldiği Eftalit Türklerini yenerek Ceyhun nehrine kadar ilerledi. Kuteybe bin Müslim tarafından daha valiliği döneminde öldürülecek olan Nîzek Tarhan, Rebî’nin karşısında tutunamadı. Ayrıca Rebî’nin yanında cariyesi ve kölesiyle birlikte nehrin karşı yakasına geçtiği ve buralarda birçok ganimet elde ettiği bu sebepten dolayı kölesini azad ettiği rivâyet edilir. Yine aynı rivâyette daha önce Hakem bin Amr’ın valiliği döneminde nehrin karşı tarafına geçildiği fakat herhangi bir fetihte bulunulmadığı rivâyet edilmiştir. Ayrıca Araplardan nehrin suyunu ilk kez içenin Hakem bin Amr’ın kölesi olduğu ve ondan sonra Hakem’in de sudan içerek abdest aldığı ve Mâverâünnehir’de iki rekat rekat namaz kıldığı rivayet edilmektedir. Hakem Araplardan bunu yapan ilk kişi olmuştur. Hakem bin Amr burada Türk hükümdarı Nîzek Tarhan’ı yendi. Âmul ve Zem gibi bazı kentleri fethedip Harezm’e kadar ilerledi ve aldığı yönetsel önlemlerle Horasan’daki İslâm egemenliğini sağlamlaştırdı. Böylece Horasan ve Toharistan topraklarının büyük bir kısmı Arap egemenliği altına alınmış oluyordu. Görüldüğü gibi Ziyâd bin Ebîh’in Irak valiliği esnasında takip edilen plânlı fetih hareketi neticesinde Horasan ve Toharistan’ın büyük bir kısmı Arapların eline geçmiş ve sınır Ceyhun nehrine kadar dayanmıştı. Ayrıca alınan köklü tedbirlerle Horasan’daki Arap hâkimiyeti sağlamlaşmış oluyordu.

674 yılında Rebî ve Ziyâd’ın ölmelerinden sonra Muâviye, Ubeydullah bin Ziyâd’ı Horasan valiliğine atadı. Ubeydullah, yanında bulunan ve bölge hakkında bilgi sahibi olan Eslem bin Zur’a el-Kilâbî gibi kimselerin de olduğu bir orduyla birlikte Buhâra’ya doğru hareket etti. Devesinin sırtında Buhâra dağlarına doğru nehri geçen Ubeydullah, orduyla birlikte nehri geçen ilk kişi oldu. Ceyhun’u geçen Ubeydullah, Mâverâünnehr’in önemli kentlerinden birisi olan Buhâra’da Türklerle karşılaştı. Onların hükümdarları Kabac Hatun adında bir kadındı. Araplar Türkleri yendi. Bu o kadar ani oldu ki, Hâtun Ubeydullah’ın askerlerinin eline geçmemek için aceleden çorap ve ayakkabı çiftlerinden ancak birer tanesini giyme fırsatını buldu. Kabac Hâtun’un altın ve mücevherlerle kaplanmış çorap ve ayakkabı çiftlerinden 200 000 dirhem değerini bulan birer tanesi Ubeydullah’ın askerlerinin eline geçti. Ubâde bin Hısn, Ziyâd’ın Türklerle yaptığı savaşı anlatırken şunları demiştir: “Ben Ubeydullah’dan daha sert savaşanını görmedim. Horasanda Türklerden bir orduyla karşılaşmıştık. Ben bir baktım Ubeydullah savaşıyordu daha sonra baktım üzerlerine atıldı ve bir anda kayboldu daha sonra kanlar akar bir vaziyette bayrağı kaldırdığını gördüm.”

676 yılında Muâviye, Horasan valiliğine Saîd bin Osman bin Affan’ı atadı. Saîd ile Horasan’a gönderilenler arasında Arab’ın seçkin kimseleri olduğu gibi, asker olanların çoğu Basra’da çeşitli kötü işlere karışmış ve hapsedilmiş kimselerdi. Ayrıca cihada katılmak isteyenlerle ordusunu güçlendirdi. Hatta o, Fars yolunda hac yolu kesen eşkiyaları bile, kendilerine maaş bağlayarak, ordusunda savaştırdı.

Tüm Reklamları Kapat

Saîd ordusuyla önce Ceyhun nehrini geçti, karşılarına Soğd (Buhâra’nın doğusunda Semerkand’a kadar olan bölge) halkından oluşan bir ordu çıktı. Geceye kadar durakladılar. Sonra savaşsız bir şekilde ayrıldılar. Bir gün sonra Saîd bin Osman, Soğdlular üzerine yürüdü ve onların ordusunu yendi. Şehirlerini kuşatan Saîd bin Osman’la anlaşma yapmak zorunda kaldılar. Ona kentin ileri gelenlerinin çocuklarından ellisini rehine olarak verdiler.

Abdülmelik bin Mervân Dönemi (685-705)

Emevî devleti içindeki karşılıklardan yararlanan Sicistan Türk hükümdarı Rutbil Emevi devletine karşı ödemek zorunda olduğu vergiyi ödemedi. Bu yüzden Abdülmelik’in Irak genel valisi Haccac bin Yusuf, Ubeydullah bin Ebî Bekir’i 698 yılında askerî birliğin başında Sicistan’a gönderdi. Kûfe ve Basralı birliklerle yola çıkan Ubeydullah, yol boyundaki bazı kaleleri yıkarak ilerliyordu. Durumdan haberdar olan Rutbil, yanındaki Türklerle birlikte geri çekildi. Ubeydullah bölgede ilerledi, uygun bir anda Rutbil, Arapları çember içine alarak bütün geçitleri kapattı. Böylece çaresiz kalan Ubeydullah, Türk hükümdarına 700 000 dirhem vermek suretiyle kurtulabildi.

Ubeydullah’ın Türkler karşısındaki yenilgisi Haccac’a çok ağır gelmişti. Haccac, durumdan halifeyi haberdar etti ve Rutbil üzerine yeni bir ordunun gönderilmesi için halifeden izin aldı. Bunun üzerine 699 yılında Basra ve Kûfe’den 40 000 kişilik bir orduyu Abdurrahman bin Eş’as komutasında bölgeye gönderdi. Ordunun moralini yüksek tutmak için maaşlarını peşin ödemişti. Abdurrahman’ın büyük bir orduyla yola çıkması üzerine Rutbil istenilen vergiyi vermeye razı olduğunu bildirerek antlaşma teklif etti. Ancak kendisinden çok emin olan Abdurrahman antlaşmaya razı olmadı. Abdurrahman, Rutbil’in ülkesinde pek çok kenti ele geçirerek ganimet ve esirler alarak ilerliyordu. Orduyu yeniden düzenlemek ve Rutbil’i iyice yıpratmak için bir yıl burada konakladı. Ertesi yıl merkez üzerine yürüyerek fetihlerde bulundu. Araplara karşı bir şey yapamayacağını anlayan Rutbil geri çekildi. Abdurrahman fetih müjdesini Haccac’a bildirdi. Fakat Haccac, daha da ilerlere giderek yeni fetihler yapılmasını istedi. Hatta Haccac, Abdurrahman’ı komutanlıktan almakla tehdit etti. Haccac’ın bu tutumuna çok kızan Abdurrahman, ordusunu toplayıp durumdan haberdar etti ve Haccac’a olan bağlılığını kaldırdığını, bundan sonra müstakil olarak hareket edeceğini açıkladı. Böylece Abdurrahman açıkça Haccac’a başkaldırmış oluyordu. Abdurrahman, Haccac’a karşı savaşmak için Rutbil ile de anlaştı. Abdullah bin Hâzim de Halife Abdülmelik tarafından katledilmesine karşın onun oğlu Musa, Emevî halifesine karşı başkaldırarak daha önce Mâverâünnehr’de sığınmış olduğu kaleden hareket ederek Kiş’e geldi ve burada yaptığı savaşı kazanarak Tirmîz’in üzerine yürüdü ve burasını ele geçirdi. Tirmîz halkı Türkler’den yardım istedilerse de olumlu bir sonuç alamadılar.

Tüm Reklamları Kapat

704 yılında Musa, Türkler, Eftalitler, Araplar ve Tibetliler’den meydana gelen büyük bir orduyu yendi.

Kuteybe bin Müslim

704 yılında Haccac bin Yusuf tarafından Horasan’a vali tayin edilen Kuteybe bin Müslim el-Bâhilî, Horasan’da askerlere şöyle hitab etti:

“Allah bu yeri, dinini yüceltmek için size helal kıldı. Sizi haramlardan uzaklaştırdı. Sizin malınızı çoğaltır ve düşmanlarınızı zelil kılar. Nebi (sav) sahih hadisinde sizlere zafer vadetti. Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurdu: ‘Müşrikler hoşlanmasalar bile, Peygamberini her dinin üstüne çıkarmak için, onu hidayet ve hak din ile gönderen işte O’dur.’ Kendi yolunda cihad edenlere Allah büyük sevap vaat etti. Büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır. ‘Allah yolunda çektikleri bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri kızdıracak bir yeri çiğnemeleri ve düşmana karşı bir başarıya erişmeleri yoktur ki, karşılığında kendilerine salih bir amel yazılmış olmasın. Çünkü Allah, güzel amel edenlerin ödülünü boşa götürmez. Onların Allah yolunda harcadıkları küçük ve büyük bir nafaka ve geçtikleri bir vadi olmaz ki, (bunun karşılığında) Allah, yapmakta olduklarından daha güzelini kendilerine vermek için hesaplarına yazmış bulunmasın.’ ‘Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayınız. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler, Allah lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri şekilde rızıklanırlar. Allah’a karşı olan sözü yerine getirin. Kendinizi bu yüce gayeye ve her türlü zorluğa hazırlayın. Sakın ha gevşemeyin!”.

Tüm Reklamları Kapat

Merv’den hareket eden Kuteybe, Tâlekan’a vardığında Belh dihkânları (toprak sahiplerine verilen bir ad olup bunlardan büyük arazilere sahip olanlar kent yönetiminde etkindirler) ve büyükleri onu karşıladılar. Beraberce Belh’e doğru yürümeye devam ettiler. Nehri geçtikleri zaman Sâğâniyan hükümdarı Tişü’l-Aver onları altın anahtarla ve hediyelerle karşıladı. Kuteybe’yi ülkesine davet etti. Ayrıca Küftan kralı hediyelerle gelerek memleketine davet etti. Fakat Kuteybe, Tîş’le birlikte Sâğâniyan’a gitti. Hükümdar ona ülkesini teslim etti. Nedeni ise komşusu olan Ahrûn ve Şûmân hükümdarları ona savaş açıyor, kötülük yapıp sıkıntıya düşürüyorlardı. Bundan sonra Kuteybe Tohâristân’da bulunan Ahrûn ve Şûmân üzerine yürüdü. Bunun üzerine Kuteybe’ye gelen Toharistan meliki, her yıl fidye vermesi karşılığında anlaştı. Kuteybe, kardeşi Salih bin Müslim’i ordunun başında bırakarak kendisi Merv’e döndü. Kuteybe’nin geri dönüşünden sonra Salih Bâsâra’yı fethetti. Bu savaşlarda ileride son Horasan valisi olacak olan Nasr bin Seyyâr var idi. Nasr, bu savaşlarda başarılar göstermiş, ona karşılık da kendisine Tancâne denilen bir köy hibe edilmişti. Sonra Salih, Kuteybe’nin yanına gitti Kuteybe de onu Tirmîz’e atadı. Başka bir rivâyette ise Kuteybe bu yıl boyunca nehri geçmeden önce Belh’de kalmıştı. Çünkü Belh’in bazı yerleri ona karşı isyan etmişlerdi. Onlarla savaştı. Onlardan esir aldı ve anlaşma yaptı. Yapılan bu savaşlarda Nevbahâr meliki Bermek’in (Halid bin Bermek’in babası) hanımı da esir alınmış, ganimetler arasında pay edilirken bu kadın Kuteybe’nin kardeşi Abdullah bin Müslim’in payına düşmüştü. Abdullah bin Müslim’in bu kadından çocuğu olmuştu.

Şûmân hükümdarıyla barış yapan Kuteybe elinde Arap esirler bulunduran Bazeğîs hükümdarı Nîzek Tarhan’a tehdit edici sözlerin bulunduğu bir mektup yazarak, Arap esirlerin serbest bırakılmasını istedi. Kuteybe’den korkan Nîzek elindeki Arap esirleri serbest bıraktı. Bunun üzerine Kuteybe bin Müslim, Ubeydullah bin Ebî Bekre’nin azatlısı Süleym en-Nâsıh’ı anlaşma yapmaya çağırması için Nîzek’e gönderdi. Eğer gelip anlaşma yapmayacak olursa onunla sonuna kadar mücadele edeceğini, hatta bu uğurda canını bile feda edeceğine dair yeminin bulunduğu mektubu da Nîzek’e gönderdi. Nîzek, Süleym en-Nâsıh’a böyle bir mektubun üslûbunu beğenmediğini, böyle yazılmaması gerektiğini söyledi. Süleym “Ebû Heyyac! O otoriter birisidir. Sana yazmış olduğu ağır sözler senin ona gitmene engel olmasın. Eğer sen ona yumuşak davranırsan, o da sana yumuşar; eğer zorluk çıkarırsan senin üzerine gelir.” diyerek Nîzek Tarhan’ı Kuteybe’nin yanına gitmeye ikna etti. Süleym’le birlikte Kuteybe’nin yanına gelen Nîzek, 706 yılında Bâzeğis’e girmemesi şartıyla anlaşma yaptı.

706 yılında Kuteybe Nîzek’le anlaşma yaptıktan sonra bir süre Merv’de kaldı. Daha sonra Beykent üzerine yürüdü. Önce Merv’den Mervu’r-Rûz’a oradan da Âmul ve Zemm yolunu izleyerek nehri geçti ve Beykent’e gitti. Burası Buhâra’daki kentler arasında nehire en yakın olanıdır. Buraya Tüccar Kenti de denir. Buhâra çölünün başladığı yerdedir. Kuteybe kentin yakınlarına gelince kent halkı ileri gelenlerinden ve Soğd bölgesinden yardım istedi. Bunun üzerine büyük bir kuvvet Beykent halkına yardıma geldi. Kuteybe’nin yollarını kapattılar. İki ay boyunca ne Kuteybe elçi gönderebildi, ne de elçiler Kuteybe’ye ulaşabildi. Bu durum Haccac’ı endişelendirdi. Ordunun durumuna acıyarak, insanlara mescitte ordu için dua etmelerini emretti. Bu arada savaşlar sürüyordu. Kente yardıma gelen kuvvetlerle meydana gelen şiddetli çarpışmalar sonunda, Kuteybe zafer kazandı. Bu kuvvetlerden birçoğu esir edildi, birçoğu da öldürüldü. Az bir kısmı da kaçarak kaleye sığındı. Bunun üzerine Kuteybe kenti teslim olmaya zorlamak için kalenin altından lağım kazdırmaya başladı. Bunun üzerine kent barış istedi. Anlaşma yapıldı. Kuteybe oğullarından birini buraya vali tayin etti. Kuteybe dönmeyi isteyerek ayrıldı. Birkaç merhale uzaklığa gitmişti ki, bu yer beş fersah uzaklıktaydı. Kent valiye karşı geldi ve valiyi ve adamlarını öldürdüler. Kulaklarını ve burunlarını kestiler. Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca geri döndü bunun üzerine kaleye çekilen kent halkı ile Kuteybe bir ay savaştı. Savaş uzamaya başlayınca Kuteybe, kenti ayakta tutan duvarların altına işçiler tutarak lağımlar kazdırdı. Kentin duvarlarını odunlar üzerine oturttu böylece odunlar yakılınca kentin duvarları da göçmüş olacaktı. Tam bu esnada duvarın çökmesi sonucu kırk işçi göçük altında can verdi. Duvarın yıkılması karşısında çaresiz kalan Beykendliler’in barış yapmak istemesine rağmen, Kuteybe bunu kabul etmedi ve bütün askerleri kılıçtan geçirdi. Bu çatışma esnasında esir alınanlar arasında Türkleri Arapların üzerine saldırmaya teşvik eden tek gözü görmeyen ileri gelenlerden birisi de vardı. Salıverilmesine karşılık, bu kişi bir milyon değerinde 5 000 top Çin ipeği diyet vermeye razı olduğu bildirdi. Kuteybe’nin komutanları bu işe razı oldular ve Kuteybe’ye “Bu ganimetlerin miktarını daha da artıracaktır. Hem bu adamdan ne kötülük gelebilir ki?” demelerine rağmen Kuteybe “Hayır, yemin ederim ki, bundan sonra hiç bir Arap seninle asla korkutulamayacaktır” diyerek bu adamı öldürttü.

Burada sayılamayacak kadar çok altın ve gümüş kap kacak ele geçirdiler. Kuteybe ganimetlerin başına “Emin oğlu Emin” diye isimlendirdiği Abdullah bin Ve’lân el-Adevî ve Yas bin Beyhes’i görevli olarak atadı. Horasan’ın tümünde bile benzerini göremedikleri kadar ganimet elde eden ordu, dağıtılan silah ve malzemelerle güçlendi. Yine dağıtılan paralarla askerler silah ve atlar aldılar. Bu nedenle silah fiyatları oldukça yükseldi. Bir mızrak yetmiş dirheme kadar çıktı. Kentin silah deposunda birçok savaş aletleri vardı. Kuteybe, Haccac’dan bu silahların orduya dağıtılması için izin istedi. Haccac’dan izin gelmesi üzerine bu silahlar ve seferde kullanılabilecek malzemeler orduya dağıtıldı. Sonra Zemm’den Buhâra’ya doğru nehri geçti ve Buhâra’ya bağlı bulunan Nûmeşkes adında bir yerle anlaşmaya vardı.

Tüm Reklamları Kapat

707 yılında Kuteybe Nûmeşkes üzerine yürüdü. Merv’de kardeşi Beşşâr bin Müslim’i vekil bırakan Kuteybe’yi Nûmeşkes halkı karşılayarak onunla anlaşma yaptılar. Kuteybe, buradan Ramisîn üzerine yürüdü. Buranın halkı da anlaşma yapınca Merv’e geri dönmek için ayrıldı. Merv’e doğru yönelen Kuteybe’nin kardeşi Abdurrahman’ın üzerine Türklerden, Soğd’dan ve Ferğana halkından oluşan bir ordu saldırdı. Abdurrahman bin Müslim Kuteybe’nin gerisinde gelmekteydi. Abdurrahman, hemen durumu Kuteybe’ye bildirdi. Kuteybe yardıma yetişemeden savaş başladı. Türklerin savaşı kazanmak üzere oldukları bir anda Kuteybe yardıma geldi. Kuteybe’nin yardıma gelmesiyle rahatlayan ordu savaşı kazandı. Savaş öğleye kadar sürdü. Kuteybe’nin yanında yer alan Nîzek de yararlılık gösterdi. Türkler o savaşta yenildiler. Kuteybe Merv’e doğru gitmek için Tirmîz yakınlarından nehri geçerek Belh’e geldi. Oradan da Merv’e ulaştı. O gün Araplarla savaşan Türklerin başında 200 000 kişilik ordusuyla Çin hükümdarının kız kardeşinin oğlu Kür Muğânûn et-Türkî bulunmaktaydı.

Kuteybe Belh yolu üzerinde bazı fetihlerde bulunduktan sonra geri döndü Faryâb’a geldiğinde Haccac’dan Kuteybe’ye bir mektup geldi. Buhâra Meliki Verdân Hudat üzerine yürümesi emrediliyordu. Bu emir üzerine 708 yılında Zemm tarafından nehri geçen Kuteybe, yolda Soğd, Kis ve Nesef halkından oluşan bir orduyla karşılaştı.

Çatışmayı kazanan Kuteybe Buhâra’ya doğru ilerlemeye başladı. Aşağı Harkâne denilen yere geldiğinde Kuteybe başka bir kuvvetle karşılaştı. Yapılan savaşı yine Kuteybe kazandı. Bu savaş iki gün, iki gece devam etti. Yine bu savaşla ilgili bir rivâyette Kuteybe’nin bu savaşta zafer kazanmaya güç yetiremediği ve zafer kazanamadan Merv’e geri döndüğünü yazmaktadır. Kale önündeki savaşlardan sonuç alamayan Kuteybe bir başka rivâyette ise ikmal amacıyla Merv’e geri dönmüştür. Kuteybe bu durumu Haccac’a bildirdi. Bunun üzerine Haccac savaş stratejisini gösteren bir mektup gönderdi. Ve mektubunda “Kis’e güzel davran, Nesef’i havaya uçur, Buhâra’yı geri al. Düşmanın seni çevirmesine izin verme ve beni zor durumlarda bırakma…” diyordu.”

Buhâra halkıyla nasıl savaşılması gerektiğini anlatan Haccac’ın mektubundan sonra Kuteybe ordusuyla Buhâra’ya üzerine yürüdü. Bunun üzerine Buhâra meliki Verdân Hudat etrafındaki Türklerden ve Soğd’dan yardım istedi. Kuteybe bu kuvvetlerden erken davranarak önce gelip Buhâra’yı kuşattı. Buhâra halkı, kendilerine yardımcı kuvvetlerin geldiğini görünce, savaşmak için kaleden dışarı çıktı. Bunun üzerine Ezd kabilesine mensup askerler: “Bizi düşmanla yalnız bırakın savaşalım” dediler. Bunun üzerine Kuteybe: “İlerleyin!” dedi. Yardıma gelen kuvvetlerle şiddetli bir çarpışma meydana geldi. Savaşın sonlarına doğru Ezd’liler yenilerek geri çekilmeye başladılar. Buhâra’ya yardıma gelen kuvvetler Kuteybe’nin karargâhına kadar girdiler. Ağlayan kadınları Türk atlılarının önlerine diktiler. Bunun üzerine Kuteybe’nin ordusu tekrar geri dönerek savaşmaya başladılar. Kuteybe “Bunları benim için bu mevkiden kim uzaklaştırır?” dedi. Kimse çıkmadı. Bunun üzerine Kuteybe, Temîmoğulları kabilesinin yanına giderek onlara “Haydi, bugün sizin kahramanlık yaptığınız günleriniz gibi olsun…” dedi. Bunun üzerine Temîmoğullarının komutanı olan Vekî sancağı aldı ve “Ey Temimoğulları beni düşmana mı teslim edeceksiniz?” dedi. Temimoğulları ise “Hayır, Ey Ebâ Mutarraf” diye cevap verdiler. Yine aynı kabileden Hüreym bin Ebî Tahme ise, Temimoğullarının süvarilerinin komutanıydı. Vekî, Hüreym’e de bir bayrak vererek ilerlemesini emretti. Hüreym’in kuvvetleri Türklerle kendisinin arasında bulunan nehre gelerek, atlarını nehre sürdüler. Vekî ise nehrin üstüne ahşaptan bir köprü yaparak “Kendisini ölüme hazırlamış olanlar bu köprüden geçsin, diğerleri yerinde kalsın.” dedi. Hüreym, karşı tarafa geçmek konusunda kararsızlığa düştü. Fakat reisi Vekî’nin kararlı tutumu sebebiyle atını mahmuzlayıp nehrin diğer yakasına çıktı. Ardından Vekî “Ölümü canına tercih edenler benimle gelsin” diyerek geride kalan kabile fertlerini gayrete getirdi. Bunun üzerine Vekî ile birlikte 800 kadar süvari nehrin karşısına geçti. Birlikleriyle birlikte Türklere saldırırken Hüreym’e düşmanlarını süvarilerle oyalayacağı hamleler yapmasını emretti. Kısa bir dinlenmeden sonra Temimoğulları iki kanada ayrılarak Türklere saldırdı. Çetin bir çatışmanın ardından Buhâra ordusu dağılmaya başladı. Nehrin karşı yakasında bu durumu seyreden diğer Arap askerler de savaşa katıldı. Vekî mızrağıyla saldırdı. Türkler mevzilerini terk edinceye kadar savaşmaya devam ettiler. Türklerin mevzilerinden çekildiklerini gören Kuteybe “Kim bana bir düşman başı getirirse 100 dirhem vereceğim.” dedi. Kuray’î kabilesi’nden olanlar Kuteybe’nin bu vaadi üzerine cansiperane çarpışanların başında gelmekteydi. Bunun üzerine geri çekilmekte olan Türkler takip edildi. Ve birçoğu öldürülerek, pek çok baş getirildi. Bu çatışmada Buhâra ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Buhâra’ya yardıma gelen bu kuvvetlerle yapılan savaşta Hakan ve oğlu yaralandı. Savaş sonrasında Kuteybe Merv’e geri döndü.

Tüm Reklamları Kapat

708-709 yıllarında Kuteybe Soğd ahalisiyle anlaşma yaptı. Bunun nedeni, Buhâra’ya gelen kuvvetleri yenip, Buhâra’yı fethetmesinin Soğd halkını korkutmuş olmasıydı. Soğd hükümdarı Tarhûn yanına iki atlı alarak Kuteybe’nin karargâhına geldi. Tarhûn fidye ödeyerek anlaşma yapmayı önerdi. Kuteybe de bu öneriyi kabul ederek anlaşma yaptı. Kuteybe, Tarhûn’un anlaşmaya uymasını sağlamak için ondan rehine aldı. Anlaşmadan sonra Tarhûn ülkesine geri dönerken, Kuteybe de, Nîzek’le birlikte Merv’e geri döndü.

Buhâra’nm fethinden sonra Kuteybe ile birlikte geri dönen Nîzek, gördüğü olaylardan korkuya kapılmıştı. Yanındakilere şöyle demişti: “Ben bu adamla birlikteyim. Ama ona karşı kendimi emniyette hissetmiyorum. Arap köpek gibidir. Eğer ona vurursan havlar. Birşey verirsen susar. Eğer savaşırsan savaşır; Eğer birşey verip barış yaparsan, ne yapmışsan unutur ve buna razı olur. Tarhûn birçok kere onunla savaştı. Fakat ona fidye verince o bunu kabul etti ve razı oldu. Şimdi ben de ondan izin istesem ve geri dönsem isabetli olur mu?” diyerek düşüncelerini sordu. Onlar da izin istemesinin doğru olduğunu söylediler.

Kuteybe’den Amûl’de bulunduğu sırada izin isteyen Nîzek, gerekli izni alınca Kuteybe’nin karargâhından ayrılarak Toharistan’a gitmek için Belh’e yöneldi. Nevbahâr’a gelinceye kadar hızlıca yoluna devam etti. Nevbahâra gelince arkadaşları onu kutladılar. Daha sonra arkadaşlarına dönerek: “Ben şüphe etmiyorum ki, biz ayrıldıktan sonra Kuteybe bana verdiği izine pişman olmamış olsun. Kuteybe, en kısa zamanda Muğîre bin Abdullah’a beni hapsetmesi için emir gönderecektir. Şimdi biz hızlıca hareket edelim. Onun elçisi Burûkân’a ulaşmadan biz Hulm geçidine varalım.” dedi. Bunun üzerine Tarhûn’ın dediklerini yaptılar.

Burûkân’da bulunan Muğîre’ye, Kuteybe’nin elçisi gelerek, Nîzek’i hapsetmesini istedi. Bunun üzerine Muğîre, Nîzek’i takip etmeye başladı. Fakat Nîzek Hulm geçidine girince Muğîre takibi bırakarak geri döndü. Nîzek de burada Kuteybe’ye itaatini bozduğunu ilan etti. Ayrıca Belh Esbehbez’ine, Mervu’r-Rûz hükümdarı Bâzam’a, Tâlekân kralı Sehrib’e, Faryâb meliki Tursul’a, Cürcân hükümdarına mektuplar yazarak, Kutebye’ye karşı birlikte hareket etmeye, Kuteybe’yle yaptıkları anlaşmaları bozmaya çağırdı. Onlar da Nîzek’in bu isteğini kabul ederek Kuteybe’ye karşı birleştiler. Bunun üzerine gelecek yılın ilkbahar mevsiminde Kuteybe’yle savaşma konusunda anlaştılar. Bu arada Nîzek, Kâbil hükümdarına mektup yazarak yardım istedi. Ve zorda kaldığı zaman kıymetli eşyalarını ve mallarını Kâbil hükümdarlarına gönderip, daha sonra geri almak istiyordu. Hükümdar da buna razı oldu.

Tüm Reklamları Kapat

Talkan katliamı

Nîzek, kendisini emniyete almak için bir zamanlar efendisi olan fakat zamanla iktidarı zayıflamış olan Toharistan hükümdarı Cebğuye’yi yakalayarak esir etti. Kuteybe’nin görevlilerini de Toharistan’dan çıkardı. O zaman Toharistan valisi Muhammed bin Süleym en-Nâsıh’dı. Kuteybe, Nîzek’in ve arkadaşlarının isyan haberini kış mevsiminden önce aldı. Ancak bu arada Kuteybe askerlerini dağıtmış, değişik kışlalara göndermişti Sadece elinde Mervliler vardı. Belh’de bulunan kardeşi Abdurrahman’ı 12 000 kişilik bir kuvvetle Burûkân üzerine gönderdi ve ona: “Orada kal. Hiç bir faaliyete girişme, kış mevsimi biter bitmez Toharistan’a doğru ilerle ve benim sana yakın bir uzaklıkta bulunacağımı unutma!” diye emir verdi. Bunun üzerine Abdurrahman ordusuyla ilerleyerek Burûkân’a vardı. Kış mevsiminin sona ermesi üzerine Kuteybe Herât, Serahs, Bîverd, Ebraşehr gibi kentlerden daha önceki anlaşmalarda göndermeyi taahhüt ettikleri askerleri göndermesini istedi. Bu istenilen askerler beklenilenden daha önce Kuteybe’nin yanına geldiler.

Kuteybe oluşan bu ordu ile Tâlekan (Talkan) üzerine yürüdü. Kendisiyle savaşan birçok kimseyi öldürdü. Dört fersahlık (12 000 adıma veya 1 saatlik yola denk geldiği kabul edilen eski bir ölçü birimi) yola iki sıra halinde birçok kimseyi astı.

Nîzek Tarhan isyan edip Kuteybe ile savaşa karar verince ona Talekan hükümdarı da tabi olmuştu. Kuteybeyle olan savaşında ona destek olacağına dair anlaşmışlardı. Nîzek Kuteybe’nin hakkından gelemeyeceğini anlayarak Hulm geçidine doğru kaçınca Talekan Hükümdarı da kaçtı. Bunun üzerine Talekan’a giren Kuteybe yukarda sözünü ettiğimiz şeyleri yapmıştır. Kimilerine göre bu olay bu yıl olmuş olsa da Taberî bu olayı 710 yılı olayları arasında zikredeceğini ifade etmektedir. Olanlar Kuteybe’ye ulaşınca Kuteybe asker göndermeleri için Ebraşehr, Bîverd, Serahs ve Herat halklarına mektup yazdı. Bu askerlerle birlikte Mervu’r-Rûz üzerine yürüyen Kuteybe, ordu komutanı olarak Hammmad bin Müslim’i Harac memuru olarak da Abdullah bin Ehtem’i atadı. Mervu’r-Rûz Merzubanı Kuteybe’nin kendi üzerine geldiğini duyunca ülkesini bırakıp Fars diyarlarına kaçtı. Kuteybe kente girerek hükümdarın iki oğlunu yakalayarak öldürerek astırdı. Sonra Tâlekan üzerine yürüdü. Buranın hükümdarı onunla savaşmadığı için ona dokunmadı. Tâlekan’da hırsızlar vardı. Kuteybe bunları öldürmüştür. Yine buranın yöneticisi Kuteybe’ye herhangi bir kötü davranışta bulunmamış, Kuteybe de ona dokunmamıştır. Amr bin Müslim’i buraya görevlendiren Kuteybe, buradan Faryâb üzerine yürüdü. Faryâb hükümdarı şehrin dışına çıkarak Kuteybe’yi karşıladı ve itaatini sundu. Kuteybe bundan memnun oldu. Hiçbir kimseyi öldürmedi. Ve oraya Bâhilî kabilesinden birisini vali tayin etti. Cüzcân hükümdarı bu durumu haber alınca, şehirden çıkarak dağlara kaçtı. Kuteybe’nin üzerlerine gelmesi üzerine, halk onu karşılayarak itaatlerini sundular. Kuteybe bu itaati kabul ederek kimseyi öldürmedi. Buraya Âmir bin Mâlik el Himmânî’yi vali tayin etti. Kuteybe buradan Belh’e geldi. Kentin yöneticisi Esbehbez tarafından karşılanan Kuteybe burada bir gün kalarak yoluna devam etti. Nîzek’le birlikte isyan eden hükümdarların isyanını bastıran Kuteybe, Nîzek’i yalnız başına bıraktı. Kuteybe kardeşi Abdurrahman’ı takip ederek Hulm Geçidi’ne girdi. Yalnız başına kalan Nîzek, Hulm Geçidindeki Bağlân’a gelerek karargâh kurmuş, ayrıca geçidin dar yerlerine ve bu geçidin arkasında bulunan muhkem bir kaleye savaşçılar yerleştirmişti. Kuteybe geçidin dar ve muhkem yerlerine yerleştirilen askerlerle çarpışmaya başladı. Kuteybe ne bu geçitten geçebilmiş, ne de başka bir yol bulabilmişti. Çarpışmalar devam ediyordu. Kuteybe ne yapacağı konusunda şaşırmıştı.

Tüm Reklamları Kapat

Kuteybe bu durumdayken, kendisine bazı rivâyetlere göre Raub ve Simincân hükümdarı Raub Han gelerek Nîzek’in yanına gidebilecek gizli bir yol göstereceklerini fakat buna karşı eman (mal ve canının güven altında olduğunu bildirme) istediklerini söylediler. Kuteybe de onlara eman verdi. Geceleyin onlarla birlikte yanından bir miktar asker gönderdi. Onlar, kaledekilerin kendilerini güvende hissettikleri bir anda baskın yaptılar. Geçitteki askerlerin bazıları öldürüldü. Bazıları da kaçtılar. Kuteybe böylece geçitte bulunan kaleye girdi. Sonra Simincan’a geldi. Bu arada Nîzek Fenc câh diye bir pınarı olan Bağlân’daydı. Simincân ile Bağlân arasında geçilmesi zor olmayan bir çöl vardı.

Bir kaç gün Simincân’da kaldıktan sonra Nîzek’in üzerine yürüdü. Kardeşi Abdurrahman’ı önden gönderdi. Kuteybe’nin hareket ettiği haberini alan Nîzek yeniden kaçmaya başladı. Nîzek, Fergâna Vadisini geçtikten sonra paralarını ve kıymetli eşyalarını Kabil Şah’a gönderdi. Kendisi de Kürz adı verilen mevkiye gelerek konakladı. Abdurrahman bin Müslim ise onu takip ediyordu. Abdurrahman Kürz’ün karşısında bir mevkiye yerleşti. Kuteybe de Abdurrahman’dan iki fersah uzaklıkta bulunan Eskimişt’te karargâh kurdu. Nîzek’in bulunduğu yerin tek bir yönden başka hiçbir çıkış yönü yoktu. Orası da hayvanların dahi güç yetiremeyeceği kadar zor bir yerdi. Kuteybe iki ay süreyle Nîzek’i kuşattı. Sonunda Nîzek’in elindeki yiyecekler azaldı. Üstüne üstlük ordusunda da çiçek hastalığı salgını başladı. Kuteybe, kış mevsiminin başlamasından korktuğu için Süleym en-Nâsıh çağırdı. Süleym’e “Nîzek’in yanına git ve onu bana eman vermeden bir hileyle getir. Eğer getirmeye ikna edemezsen eman ver. Fakat eğer getiremezsen seni asarım. Kendin için bunu yap!” dedi. Bunun üzerine Süleym en-Nâsıh, Kuteybe’den Abdurrahman’a bir mektup yazarak kendisine karşı koymamasını, yardım etmesini bildiren bir mektup yazdırdı. Abdurrahman’ın yanına varan Süleym, Nîzek’le beraber çıktıkları zaman, dönüş yolunu kapatacak askerler istedi. Abdurahman, Süleym’in isteğini yerine getirmek için bir miktar süvari gönderdi. Bu süvariler, Süleym’in gösterdiği mevkiye yerleştiler. Süleym yanına Nîzek’in yanında bulunmayan yiyeceklerden bol miktarda alarak Nîzek’in yanına gitti. Ona, Kuteybe’ye vermiş olduğu sözden dönerek, isyan etmesiyle kendine kötülük yaptığını söyledi. Zaten zor durumda olan Nîzek, Süleym’e ne yapması gerektiğini sordu. Süleym, Kuteybe’nin yanına biran önce dönmesinin, özür dilemesinin iyi olacağını, aksi takdirde Kuteybe’nin kışı geçirmek pahasına bile olsa bu işi halledeceğini ve kendisinin kurtulması için öğüt vermek amacıyla geldiğini söyledi.

Bu konuşmalardan sonra yanında getirmiş olduğu yiyecekleri dağıttı. Nîzek’in ileri gelen adamları bu yiyecekleri kapıştılar. Bu durum Nîzek’in moralini bozdu. Süleym bu arada Kuteybe’nin kendisine eman verdiğini söyledi. Nîzek’in arkadaşları da Süleym’in yalan söylemeyen bir kimse olduğunu söyleyerek Nîzek’i Kuteybe’ye gitmeye ikna ettiler. Yolda giderken, Kuteybe’nin verdiği sözde durmayacağını anlayan Nîzek, Süleym’e “Ey Süleym, hiçbir kimse ne zaman öleceğini bilmez. Ama ben ne zaman öleceğimi biliyorum. Kuteybe’yi gördüğümde öleceğim” dedi. Yanına güvendiği adamlarını ve yeğenini alan Nîzek ordugâhtan ayrıldıktan sonra, Süleym’in daha önce bıraktığı adamlar Nîzek’le ordugâhının arasına girdiler. Durumu farkeden Nîzek ihanete uğradığını anladı.

Süleym ve Nîzek Abdurrahman bin Müslim’in yanına gelinceye kadar ilerlediler. Kuteybe’ye de durumu bildiren bir elçi gönderdiler. Kuteybe, Amr bin Ebî Mühzim’i Abdurrahmana göndererek şu haberi iletti: “Onları bana getir!” Abdurrahman da onları Kuteybe’ye götürdü. Bunun üzerine Nîzek’in adamları tutuklandı. Nîzek’i de İbn Bessam el-Leysî’ye teslim etti. İbn Bessam Nîzek’i bir kubbenin içine koydu ve çevresine hendek kazdırtıp başına bekçi dikti. Bu arada Nîzek’in durumunu Kuteybe, Haccac’a bir mektupla bildirdi. Haccac’dan kırk gün sonra öldürülmesini emreden bir mektup geldi. Kuteybe Nîzek’i çağırarak ona : “Ben, Abdurrahman veya Suleym sana eman verdik mi?” diye sordu. O da: “Süleym verdi.”dedi. Bunun üzerine Kuteybe “Yalan söylüyorsun!” diyerek hapse tekrar götürülmesini emretti. Üç gün daha hapsedildikten sonra Mühelleb bin İyâs kalkarak ve Nîzek’in durumundan söz etti. Bir kısım insanlar öldürülmesini, bir kısmı da eman verdiği için öldürülmemesini söylediler. Çoğunluk öldürülmesinden taraftı.

Tüm Reklamları Kapat

Kuteybe dördüncü gün çıkarak insanların bu konudaki düşüncelerini sordu. Aralarında tartışma çıktı. Bir kısmı öldürülmesini, bir kısmı da eman verdiği için öldürülmemesini söylediler. O anda Dırâr bin Husayn içeri girdi ve Kuteybe ona “Sen ne dersin bu işe” dedi. Dırâr bin Husayn, Kuteybe’ye: “Eğer Nîzek’i ele geçirirsen öldüreceğine yemin etmiştin, öldürmen gerekir.” dedi. Bunun üzerine Kuteybe “Allah’a yemin ederim ki üç söz söyleyebilecek vaktim olsa şöyle derim: Onu öldürün! Onu öldürün! Onu öldürün!” diyerek öldürülmesi emrini üç kez tekrarladı. Kuteybe, Nîzek’i yanına birini göndererek öldürttü. O gün Nîzek’le birlikte 700 kişi öldürüldü.

Bâhilî rivâyetlerine göre Süleym ona eman vermemiştir. Yine o gün Nîzek’in yeğenleri Osman ve Vusûl’ün de boyunları vurulmuştur. Bir rivâyete göre ise bu hadisede toplam 12 000 kişi öldürülmüştür. Nîzek öldürüldükten sonra başı Haccac’a gönderildi. Kuteybe, Toharistan meliki Cebgûye’yi Şam’a halifenin yanına gönderdi. Melik, halife Velîd’in ölümüne kadar Şam’da kaldı. Kardeşi Abdurrahman’ı da Belh’e vali tayin etti. Nitekim insanlar Kuteybe’nin verdiği sözde durmayarak Nîzek’i öldürmesi üzerine şu şiiri söylemiştir:

“Sen verilen sözde durmamayı kararlılık sanma

Böyle yükselen ayaklar bir gün kayabilir…”

Tüm Reklamları Kapat

Aynı yıl (709) Nîzek meselesini hallederek Merv’e geri dönen Kuteybe’den Cürcân hükümdarı elçi göndererek eman istedi. Kuteybe de emanı, yanına gelmesi şartıyla verdi. Bunun üzerine Cürcân hükümdarının Kuteybe’nin yanına gelmesi üzerine anlaşma yapıldı. Hükümdardan rehineler isteyen Kuteybe’ye kendi ailesinden rehineler vermesi üzerine Kuteybe de ona Habîb bin Abdullah bin Amr bin Husayn el-Bâhilî’yi verdi. Cürcân hükümdarı memleketine geri dönerken Tâlekân’da öldü. Bunun üzerine Cürcân halkı “Kuteybe, hükümdarımızı zehirledi.” diyerek Habib’i öldürdü. Bunun üzerine Kuteybe de misillemede bulunarak yanındaki esirleri öldürdü.

709 yılında Şûmân hükümdarı Kısbistân, Kuteybe’nin görevlisini memleketinden kovarak Kuteybe ile yaptığı anlaşmaya göre her yıl verilmesi gereken vergiyi ödemedi. Bunun üzerine Kuteybe ona Ayyâş el-Ganevî’yi ve Horasanlı dindar bir kimseyi elçi olarak gönderdi. Bu iki elçi hükümdarı her yıl ödediği vergiyi ödemeye ikna edeceklerdi. Fakat Şûmân halkı onları kentin dışında karşılayarak ok attılar. Horasanlı olan elçi geri döndüğü halde, Ayyâş geri dönmedi. Ayyâş halka sordu “Burada müslüman var mı?” Kent halkından bir adam “Ben varım.” dedi. Ayyâş ona “Kent halkına karşı yapacağımız savaşta bana yardım eder misin?” dedi. Onun da bunu kabul etmesi üzerine Ayyâş onu arkasına alarak, arkadan gelecek olan saldırıları bertaraf etmesini istedi. O da, Ayyâş’ın arkasına geçti. Çatışma başladığı bir anda bu adam Ayyâş’ı öldürdü. Bu çarpışmada Ayyâş’ın 60 kadar yara aldığı söylenir. Onlardan bazıları “Yiğit bir adamı öldürdük.” diye pişman oldular.

Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca ordusunun başında bizzat sefere çıkarak Belh’in yolunu tuttu. Belh’e Amr bin Müslim’i görevlendirdi. Şûmân meliki ile Salih bin Müslim arasında dostluk vardı. Bu nedenle Salih’in elçileri hükümdara giderek isterse eski anlaşmayı yenileyebileceklerini ve bunu Kuteybe’ye kabul ettireceklerini söyleyerek barışa ikna etmeye çalıştılar. Kendi kalesine güvenen hükümdar bu öneriyi geri çevirdi. “Ben kendimi ok atarak yüksek kalemde korurum. Sizin atacağınız oklar da benim kalemin yarısına ulaşmaz.” diyerek kalesine çekildi. Nehri geçerek Şûmân’a gelen Kuteybe, kalesine çekilerek savunmaya geçmiş olan meliki kuşattı. Kalenin karşısına mancınıklar kurarak taş atmaya başladı. Atılan taşlar sonucu melikin meclisinde bulunan bir kişi ölünce melik korkuya kapıldı. Kalede bulunan para ve mücevherleri toplayan melik bunları dipsiz bir kuyuya attı.

Bundan sonra kale kapılarını açarak, Kuteybe’nin ordusuna hücum eden hükümdar, ölünceye kadar savaştı. Kuteybe bu şehri savaşla aldı. Muhafızları öldürdü. Çocukları da esir etti. Bu sırada Haccac’dan Kuteybe’ye mektup geldi. Mektupta Haccac Kis ve Nesef’e hareket etmesini emrediyordu. Kuteybe, Faryâb’a yürüdü. Faryâb teslim olmayıp direnince burayı yaktı. Buraya bundan sonra yakılmış anlamına gelen “Muhterika” adı verildi. Burdan da Kis ve Nesef üzerine yürüyen Kuteybe bu kentleri de fethetti. Yine bu yıl içerisinde Kuteybe kardeşi Abdurrahman’ı Soğd meliki Tarhûn’a gönderdi. Abdurrahman Tarhûn’un yakınında bulunan Merc bölgesinde konakladı.

Tüm Reklamları Kapat

Abdurrahman, Kuteybe’ye daha önceki anlaşmalarla vadedilen parayı Tarhûn’dan aldı. Beraberinde götürdüğü rehineleri hükümdara teslim etti. Abdurrahman geri döndükten sonra Soğd ahalisi Tarhûn’a “Sen zillete ve cizye vermeye razı olmuş ihtiyar birisin. Bizim sana ihtiyacımız yok.” diyerek onu hapsettiler. Yerine Gûzek’i vali yaptılar. Buna dayanamayan Tarhûn intihar etti. Tarhûn “Başkası hükümdar olup da öldürülmektense hükümdarlık bendeyken ölmek daha iyidir.” diyerek kılıcına yaslandı. Kılıcı sırtından çıkarak öldü.

Bâhilîler ise şöyle rivâyet etmişlerdir: Kuteybe Şûman hükümdarını kuşattı. Kalenin karşısına Fahcâ adı verilen mancınıklar kurarak taş atmaya başladı. İlk taş surlara, ikincisi kente isabet etti. Daha sonra kente taş atılmaya devam edildi. Atılan taşlar sonucu melikin meclisinde bulunan bir kişi ölünce melik korkuya kapıldı. Kaleyi savaşla alan Kuteybe Kis ve Nesef’e döndü. Sonra Buhâra’ya doğru ilerledi. İçinde ateş ve tanrılar tapınağı olan bir köyde konakladı. Orada tavus kuşları olması sebebiyle menzilü’t-Tavâvîs diye adlandırdılar. Daha sonra anlaşılan cizyeyi almak için Tarhûn üzerine yürüyünce Tarhûn ona iyi davrandı.

Kuteybe, 710 yılında Büyük Rutbîl ve Zâbul’ü feth için Sicistan üzerine yürüdü. Sicistan’da konakladığı bir sırada Rutbîl’in elçileri barış istediler. Kuteybe bunu kabul ederek oradan ayrıldı. Onların başına da Abdurabbih bin Abdullah bin Umeyr el-Leysî’yi atadı.

Harezm hükümdarı güçsüz bir kimse idi. Bu sebeple yaşça kendisinden ufak olan kardeşi Hurrazâd onun yönetimine karışmaya başlamıştı. Hükümdarın sözü kardeşine geçmez olmuştu. Hurrazâd, hükümdara bağlı kimselerden birinin yanında güzel bir kadın, mal, binek, kız, kızkardeş veya hanım olduğunu haber aldığı zaman birini gönderip zorla alıyordu. Buna hükümdar da dahil olmak üzere kimse karşı koyamıyordu. Bu sebeple kardeşine karşı kini daha da artan, işlerin bu şekilde uzadığını gören hükümdar, bir mektup yazarak Kuteybe’yi ülkesine davet etti. Kardeşini ve kendisine muhalefet eden kimseleri gerekli cezaya çarptırabilmek için ülkesini teslime hazır olduğunu bildirdi. Buna karşılık olarak da Harezm kentlerinin altın anahtarını gönderdi. Bunu diğer yöneticilere bildirmedi. Şahın elçisi Kuteybe’ye kış mevsiminin sonunda, tam savaş vaktinde ulaştı. Hükümdarın bu teklifini kabul eden Kuteybe, Soğd üzerine sefere çıkmış gibi bir izlenim vererek Merv’den çıktı. Harezm’e yürüdü. Hükümdar, diğer yöneticileri toplayarak “Kuteybe Soğd üzerine gidiyor, gelin biz de bu ilkbahar gününde eğlenelim diyerek içki içmeye ve eğlenmeye çağırdı. Eğlenmeye başlayan yöneticiler Kuteybe Hezâresb’e yaklaşıncaya kadar farkına varamadılar. Diğer yöneticileri barış yapmaya ikna eden Şah yola çıkarak nehrin arkasındaki Fîl kentine vardı. Fîl kenti Harezm’in en muhkem şehri idi. Kuteybe nehri geçmedi. Burada yapılan anlaşmaya göre Kuteybe’ye 10 000 asker verilmesi, casusluk yapılması, para verilmesi karşılığında, o da kardeşini yakalayarak Şah’a teslim edecekti. Bu arada Hâmcird hükümdarına yönelen Kuteybe’ye, Hükümdar bağlılıklarını bildirdi. Bunu kabul eden Kuteybe Hâmcird hükümdarına kardeşini gönderdi. Daha sonra Harezm üzerine yürüyen Kuteybe yapılan çapışmalar sonucu ele geçirilen Hurrazâd ve muhalifler Harezm Şah’a teslim edildi. Hurrazâd’la birlikte 4 000 kişi öldürüldü. Şah, Kuteybe’ye vadettiklerini de verdi. Bu olay 711-712 yılında olmuştur.

Kuteybe’nin barış yoluyla itaat altına alması sırasında Kuteybe’nin yanına Müceşşir bin Müzâhim es-Sülemî gizlice gelerek şöyle dedi: “Soğd üzerine yürümek istersen, şu içinde bulunduğu an en uygun andır. Çünkü aradaki uzaklığın on gün olması nedeniyle onlar bu yıl senden herhangi bir saldırı beklemiyorlar.” Kuteybe, Müceşşir’e “Bunu sana biri mi söyledi?” dedi. O da “hayır” Kuteybe tekrardan “Bunu hiç kimseye söyledin mi?” dedi. O da yine “hayır” cevabını verdi. Bunun üzerine Kuteybe “Eğer bunu birine söylersen yemin ederim boynunu vururum.”[1] . Devamı kaynakta var.

2,035 görüntülenme

Kaynaklar

  1. Pakman World. İlk Arap-Türk Savaşları. (7 Mayıs 2019). Alındığı Yer: Pakman World | Arşiv Bağlantısı
4
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
  • Dış Sitelerde Paylaş
  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir
Daha Fazla Cevap Göster
Cevap Ver
Evrim Ağacı Soru & Cevap Platformu, Türkiye'deki bilimseverler tarafından kolektif ve öz denetime dayalı bir şekilde sürdürülen, özgür bir ortamdır. Evrim Ağacı tarafından yayınlanan makalelerin aksine, bu platforma girilen soru ve cevapların içeriği veya gerçek/doğru olup olmadıkları Evrim Ağacı yönetimi tarafından denetlenmemektedir. Evrim Ağacı, bu platformda yayınlanan cevapları herhangi bir şekilde desteklememekte veya doğruluğunu garanti etmemektedir. Doğru olmadığını düşündüğünüz cevapları, size sunulan denetim araçlarıyla işaretleyebilir, daha doğru olan cevapları kaynaklarıyla girebilir ve oylama araçlarıyla platformun daha güvenilir bir ortama evrimleşmesine katkı sağlayabilirsiniz.
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close