Öncelikle bu şehirleşmenin ve insanların kalabalıklar halinde yaşamasının bir sonucu ve kanalizasyon sistemleri son birkaç yüzyıldır var olan bir durum (hatta hala her yerde yok). Yoksa doğada sürekli bir çürüme ve yeniden üreme hali olduğunu, bu süreçlere ve kokularına uzak kaldığımızı da unutmamak lazım.
Dışkı ve idrar, büyürken ilk kontrol etmeyi öğrendiğimiz şeylerden ikisi ve hassas bir bölgeden dışarı atılıyorlar. Dolayısıyla bunlara hakim olmak bir yandan doğamıza söz geçirmek anlamına geliyor. Ayrıca hayvanlar daha ufak hacimde dışkılıyorlar. İnsan atıkları çok biriktiğinde (sayısal olarak hayvanlardan daha fazlayız ve dip dibe yaşıyoruz), ciddi hastalık riskleri yaratıyorlar. Şehir ortamında atıklar kendiliğinden abzorbe edilemiyor.
Atıklar dışında her türlü kirlilikten de kurtulmaya çalışıyor ve birbirimizi, atıklarımıza maruz bırakmamaya çalışıyoruz, kendimiz de bir an önce bunlardan kurtulmaya bakıyoruz.
Eski mediniyetlerde insanların ölülerini evlerinin bodrumuna koyup çürümeye bıraktığına bakarsak bizim ölüleri şehirlerin dışındaki mezarlıklara taşıma, çöpü yerleşim yerlerinden uzaklaştırma gibi çalışmalarımızın artan insan nüfusu ile alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca suya ve sıcak suya erişim durumuna göre de yıkanma ve temizlenme değişiklik gösteriyor.
Yoksa tüm memeliler daha doğdukları an anneleri tarafından yalanıp, yıkanıp temizlenir. Annenin bebeği yalayarak veya yıkayarak temizlemesinde mikropların üremesini kolaylaştıran organik atıkların ortadan kaldırılması, deri gözeneklerinin açılıp terleme ve nefes almayı kolaylaştırması, kan dolaşımının uyarılması gibi olumlu etkileri var.