Sevgili Cahit Selim dost zaten inanma alanının kendi içinden bir açılıma gitmiş. Bu yüzden tekrarlamaya gerek görmedim.
Ancak inanmak ile inanmamak arasındaki ince çizgi bu zaten: HİKMETİNDEN SUAL OLUNMAZ!
Anlamı da şudur: Kuşku etmeyin, bir gerçeklik, olgu, oluş size ne kadar farklı görünse de diyebileceğiniz tek şey; Bir bildiği vardır.
Bu bilinenin gerekçesi bazen sınav bazen de gerçeğin ardındakini görebilme hikmetidir.
En azından dini öğretilerde ve kitaplarda böyle yazar.
Dolayısıyla bu alanda inanmak ve kuşku duymamak dışında bir üçüncü seçenek yoktur. Tercih sizindir.
Oysa sorularınız kendi içinde tutarlı ve bilimsel temelde ele alındığında pekâlâ da izaha muhtaç pek çok yönü var. Ama dediğim gibi bu tür sorular ve cevap arama yöntemleri bilimin alanı dışında.
Bilim bize genel olarak ve temel dayanağı olan bilimsel kuşkuculuk ile ispat yükü üzerinden “sadece aklınıza güvenin ve sakın ola ki aklınızı hiç kimseye emanet etmeyin. Ben bilme eyleminin alanıyım, bilmek isteyen buyursun gelsin ve fakat bana bile sorgusuz, sualsiz ve sürekli olarak inanana kapı aralayamam” der.
Dileyenin dilediği kapıyı çalması kendi tercihidir fakat o kapıdan içeri girdikten sonra da o kapının ardındaki dünyanın kurallarının egemen olacağını da unutmamalıdır. Kuşkuya, soruya, sorguya, ispata açık bilme yahut kapalı inanma kapısı…Sevgiyle...