Mesele, düzen kavramına yüklediğimiz dar anlamda ve algı standartlarımızda!
Soru gerçekten zor ve nitelikli bir soru.
Akıl yürütmelerimiz tam düzene delalet edecek iken bir bakıyorsunuz aslında düzensizliğe yol almışsınız. Tam da düzensizlik egemen olacakken bir bakmışsınız ki aslında o da bir düzenin farklı bir tezahürü. Bir de tür olarak şu çapımızın evrensel ölçekler nazarında korkunç yetersizliği eklendiğinde “bi dur hele” diyor fakat bu soruyu sorabilecek haklı cüretin sahipleri (tür) olarak “madem ki isim babasıyız ve madem ki bunu merak edecek kadar emek harcamışız kaybedecek neyimiz var” diyerek devam ediyorsunuz. Fakat son sözü yine akıl yürütmemize vesile olan aklın kendine sadakati söylüyor: Bilmiyoruz diyebilmek en büyük cesarettir.
Genel geçer sözlük anlamı itibarı ile düzen: (1) Belli yasa, kural, ilke ya da yönteme göre oluşturulmuş, kurulmuş olan durumu (İşyerinin düzenine, aile düzenine, hukuk düzenine uyum vb.), (2) Soyut şeylerin ya da somut nesnelerin bir ereğe, bir sıraya göre yerleştirilmesi (Düzene (genel geçer egemen sisteme) uygun kafalar yetiştirmek gibi).
İşte düzen kavramının her iki farklı ifadesinde de gözden kaçmayan şey, yerelliktir. Ya da daha açık bir ifade ile düzenin şekillendiği, onu şekillendiren bir merkezin varlığıdır.
Dolayısı ile merkez olarak nereyi alırsak düzen ona uyumun ifadesi olarak karşımıza çıkar. Hali hazırda diyalektik temelde zıtların birliği ve çelişkisi, değişimin değişmeyen tek şey oluşu ve devinim ile gerek geniş ( sürekli yeni duruma uyum anlamında) gerekse dar anlamı ile biyolojik olarak evrim; dar ya da geniş hiçbir yerel merkeze iltimas geçmez ve hepsini nihai olarak devinimin eline mahkûm eder.
Dolayısı ile de düzen dediğimiz şey (düzensizlik olarak ifade ettiğimiz ve belli bir süreliğine tekrar niteliği taşıyan benzerler için bile) kesintisiz olarak yeniden inşanın ta kendisi olur. Ta ki hareket bitene ve öngörüldüğü kadarı ile gözlemlenebilir evrenimiz ve sınırlı bilgimiz ile enerjinin artık madde ve hareket üretemeyecek denli dağılışına, ısıl ölüme dek.
Ondan sonrası artık düzen değildir. Çünkü kelime kökeni itibarı ile de düzen, statik olarak değil aksine dinamik olarak sürekliliği ve vesilesi ile hareketi de barındıran bir kavram. Bir yerde hareket varsa bereket vardır ve bereket de her şeye gebe olan sayısız etkiyen ve etkileneni, aynı zamanda düzen adına etkiyen ve etkilenenin sürekli ve karşılıklı yer değiştirdiği sonsuz olasılığı da kapsar.
Bu nedenle de bir yerde düzenin varlığı son veya sınır ile ilgili değil hareket ile ilgilidir. Hatta aksine sonsuzluk ve sınırsızlık şayet düzeni en sığ ve bence hatalı anlamı ile ve göreceli olan derli-toplu olma şeklinde bir tanımlama ile sınırlamaz isek; düzeni sonsuz ve sınırsız kılar, düzenler silsilesi olarak.
Burada düzenler silsilesine biraz zum yapmak isterim. Esasında devinen bir evrende, “sınır” ve “son”dan bağımsız olarak asla bir düzenden bahsedemeyiz. Kanımca buradaki hata (evrensel limitler itibarı ile) anlamsız ve önemsiz olan yaşam süremizin, hatta düzeni tanımlamaya bizleri muktedir kılan medeniyetimizin, hatta türümüzün varoluş serüveninin dahi evrensel makro zaman ölçeğinde bir çentik bile olmayışı, mikro ölçekte ise hareketin hızının zihnimizce kavranamayacak denli muazzam oluşudur.
Zira bizlerin bir yerde bir düzenin varlığından söz edebilmesi için o “an”a hükmedebilme ya da en azından tanık olabilme kabiliyetine sahip olması gerekir. Oysa bizler, yetersiz duyular ve evrensel değişim hız limitleri karşısında bir kaplumbağadan bile hantalız. Aynı evrenin içinde ışık hızının bile evrensel ölçekte aynı şekilde (kaplumbağa hızında bile değil şeklinde) tanımlandığı yerde bizim düzen adına ve geçici de olsa bir statik-durağan olgudan bir anlığına bile olsa söz etmemizin yegane olasılığı kendimizi merkeze koyuşumuz ile mümkün olabilir ve yanılırız.
Çünkü bizim nazarımızda algılanan sadece ve hep geçmiştir. Yani bizim kendi dar çerçevemizden ve kendimizi merkeze koysak bile var saydığı durağan (statik) veya devinen (dinamik) düzen, hep olmuş, bitmiş ve yerini yenisine bırakan düzendir, asla zamandaş olamayacağımız…
Fakat her şeye rağmen mademki bu düzen olgusalının isim babası biziz ve mademki evreni kavrama derdi ile dertlenmişiz; bu bize sanırım düzeni kendi hızımız ve algı standardımız itibarı ile tanımlama hakkı verir ve veriyor da.
Bu açıdan düzen; içerdiği her şeyin etkisine açık bir evrenin oluşlar silsilesi olarak çoğu zaman fark etmekte zorlandığımız evrimsel nicel birikimlerin, onu tanımlamamıza vesile olan devrimsel nitel değişiminin son fotoğrafıdır.
Örneğin ilk balta vuruşunu yiyen bir ağaç artık eski ağaç değildir. Fakat ayakta kaldığı sürece sayısız balta vuruşunu göz ardı edebilir ve onu bir düzene tabi kılıp ağaç olarak adlandırmaya devam edebiliriz. Ne zaman ki bu nice balta vuruşu (evrim-nicel birikim) sonrası son balta ile o ağaç yıkılır ki bu o ağacın artık odun oluşuna delalettir, işte o zaman eski düzenin yerine görece yeni düzen ikame olur. Çünkü evrimsel nicel birikim devrimsel nitel değişim ile sonuçlanmıştır. Artık ağacın düzeni değil odun ya da tomruğun düzeni başlamıştır.
Buraya kadar düzenin birden çok tezahürüne yönelik farklı bakış açılarını ele aldık ancak “Evrenin sınırlarında düzen ortaya çıkaran ve sürekliliği koruyan bariyerler olabilir mi? Evren sonsuz bir mekan olmak yerine sınırlarında döngüsel bir sistemi olanaklı kılan bir yapı olarak tanımlanabilir mi?” sorularının cevabına yönelik diyebileceğim tek şey: Olası…
Bu olasılığın; bütün ( şimdilik, matematiğe dayalı ve bilimsel öngörüler itibarı ile sınırlı olan) görece cevaplarımız tükendiğinde ve bizi ikna etmediğinde tek bir cevabı olur ve o cevabın da tek bir dayanağı: Bilmiyoruz, çünkü kanıtımız yok, hiç olmayabilir de… Sevgiyle…