Bulup kaybetmeyene, teklifsiz sürdürebilene aşk olsun…
Aşk ya da sevi, sevda; insanı hangi konumda ve koşulda olursa olsun alıp götüren duygu.
Kimine göre anlatılamayan ancak yaşanan bir duygu.
Kimyasal olarak da izahı hormonlar üzerinden yapılmaya çalışılan, kimine göre özgürleşme kimine göre gönüllü esaret kimine göre mecburiyet…
Fakat kim ne derse desin harika bir şey. Hayatında en az bir defa bile bunu tatmayanların, bu hayata dair çok şey kaybettiğinin kanıtı olan duygu.
Aşk, sevgiden farklı olarak ve ona içkin şekilde, sahiplenmeyi, sahiplenilmeyi, değer vermeyi, görmeyi ve hatta bir defa bile tadanın devam eden süreçlerde, bu duygunun kendisinden esirgenişinden, azlığından, tükenişinden dolayı bütün duygu ve davranışlarını uçlara taşımayı çoğu zaman ve ne yazık ki kaçınılmaz kılan şey.
Zamanla sevgi ve saygı ile desteklendiğinde asla bitmeyen ancak bunlardan gerekli gıdayı alamadığında saman alevi misali parlayıp kısa sürede sönümlenebilen, insanlığın kendisi kadar eski bir bilmece...
Ferhat'a dağları deldiren, Mecnun'u çöllere düşüren, Kerem'i içten içe yakan, Tahir'i "Tahir" yapan özne. En güzel masallarımızın başkahramanı ve öznesi...
Aynı zamanda yaratıcısı olan sevgi gibi, temel harcı emek olan nimet. Mükemmel bir antibiyotik ve ağrı kesici. Ve fakat yeri geldiğinde verem de edenden bir illet…
Beslendikçe büyüyen yaşama sevinci ve bazen kavuşma ile tükenen şehvet...
Ancak her koşulda insani. Öyle uhrevi, ilahi, natural, hümanist vb. den öte, kanlı, canlı, ruhsal, bedensel, cinsel bir pratik ve nihayet meyvesi olan bizlerin, istisnalar hariç, en yeri doldurulamaz mayası ve ham maddesi...
Yozluğun, yabancılaşmanın bu denli yaşandığı çağımızda, Leyla ve Mecnun olmadan da halen aşkı bulabilene, buldurabilene, yaşayana, yaşatana ve en mühim olanı, paylaşabilene aşk olsun...
377 görüntülenme