Öncelikle sorunuz, çok sayıda yorum ve size ait fikir içeriyor. Bu şartlarda üzerine fikir oluşturmuş olduğunuz bir konuda cevap beklerken size katılıp katılmadığımız durumu da önem sunmaya başlıyor. Size tarafsızca cevap verebilmek için sorunuz üzerine de yorum yapma gerekliliği doğmuş durumda.
Öncelikle ruh nedir? Bu sorunun bilimsel bir cevabı olmadığı, ruh diye isimlendirilen soyutluğun var olup olmadığı, var ise de onun ne olup olmadığını bilmiyoruz. Elimizde buna ait hiç bir bilimsel veri yok. Ruh bilimsel bir olgu değil ise de onu nasıl tanımlayacağız, özelliklerini nereden bileceğiz ki kadın ve erkek ruhunun farklılıklarını netleştirebilelim? Bu çözümsüz ve cevapsız bir soru.
İkincisi, kadın ve erkek olarak bir şeyleri başarma, farklı renkleri temsil etme yorumlarınız hep değişken iddialar. Renklilik iyi midir? Buradaki renklilik ne demek ve bunun iyiliği, kötülüğü ne demek? Bunlar çok uzun ve ayrıntılı açıklamalar gerektiren, değişken yorumlar. Bunlar üzerine bir doğru, yanlış, evet, hayır belirlemek çok zor. Bunlar üzerine her kim size cevap verecekse kendi fikirlerini ve yorumlarını sıralayacaktır. Ama burada esas yapmamız gereken, felsefe tarihinden süzülüp gelen bilgileri paylaşmak olmalı ki felsefe de esnekliğe sahip bir alan olsa da filozofların herhangi bir konu üzerine yaptıkları yorumlar, biraz daha güvenilir olsa gerek. Yoksa ben şimdi size "ne demek kadın ve erkek eşit değildir. Elbette eşitlerdir" de diyebilirim. Buna inanıyor olabilirim ama bu fikir sizin için cevap teşkil etmez.
En kısa haliyle şöyle bir yorum yapabilirim: Çağlar boyu kadın ve erkek arasındaki görev bölümü ve hiyerarşik ilişki çoğunlukla kadının erkeğe göre daha zarif, güzel, estetik, erkeğin ise kadına göre fiziksel olarak daha güçlü olması ve bu yolla da erkeğin kadına cinsel olarak meyil etmesi, bu etkileşim sonucu kurulan cinsel birliktelik ile kadının çocuk doğurma ve uzun bir süre bebeğine bakmanın verdiği sorumluluk nedeni ile ortaya çıkan, erkek tarafından korunma ve beslenme gerekliliği doğrultusunda biçimlenmiş.
Türkçesini söyleyeyim: Kadın çocuk doğurma yeterliliğinde. Bu yeterlilik erkek için cezbedici. Erkek bundan etkilenip kadına yöneliyor ve onu cinsel partneri olarak seçtiğinde başka bir genin kendi genine karışmasını engellemek için onu sahipleniyor. Bu ilk ayrım. İkinci ayrım kadının çocuk doğurma ve uzun bir süre bebeğine bakmasının verdiği sorumluluk nedeni ile ortaya çıkan, erkek tarafından korunma ve beslenme gerekliliği. Kadın yuvada, koruma altında. Erkek ise dış dünyada. Buna göre erkeğin mücadelesi daha çetin. Bu nedenle de erkek kadından daha göz önünde görünüyor. Kadın ve erkeğin evrimi bu yönde. Hem fiziksel evrim, hem sosyal, kültürel ve hiyerarşik evrim bu doğrultuda ilerledi. Bu nedenle de ilerleyen çağlarda hem avlanma, doğa ve düşmanlarla rekabet etme görevi erkekte oldu, hem de tarımın icadı ile kurulan sosyal yapılarda erkek genelde daha sosyal ve yönetici durumunda oldu. Erkek yönetici, kadın da takipçi.
Ama çok kaba ve genel bir durum. Çünkü kadın erkek ayrımı gözetmeksizin bir insanın doğa ile, düşmanlarla, rakiplerle, çevresel her türlü etki ile mücadeleye girmesini ve bu mücadeleden başarı ile çıkmasını etkileyen çok fazla değişken var. Kadının bir rahminin ve süt veren memelerinin olması, yani hem zamanının, hem enerjisinin önemli bir kısmını çocuk doğurmaya, doğan bebeğini beslemeye ve büyütmeye ayırmak zorunda kalması (zorundalık da zaten şüpheli bir iddia) bu konuda erkekten daha geride olduğu anlamına gelmez. Kaba yaklaşımla erkeğin evrimsel görev ve konumu, sosyal dünyada kadından daha önde olmasına olanak sağlamıştır ama bu ayrımı tüm bireylere uygulayamayız. Sayısız kadın, sayısız erkekten dış dünyada daha başarılıdır, güçlüdür. Herhangi bir erkeğin, bir kadına, "sana düşen evrimsel görev ve konum bu, bunu kabul etmelisin" demesi, insanlık tarihinin en haksız iddiası ve en çirkin baskısıdır. Ama bu yüzyıllar boyunca dile getirilmiş bir iddia ve uygulanmış bir baskıdır. Artık bu baskı öylesine kurumlaşmıştır ki felsefi ve dini metinlerden tutun da anayasalara kadar yazılmıştır. Bugün, hâlen, 21. yüzyılda, kadının eşinden habersiz sokağa çıkmasını bile yanlış gören, bunu da yasalarla kurumlaştıran topluluklar var. Kadının örtünmesini yasalarla şart koşan topluluklar var.
Özetle... Popüler toplumlarda, kadın erkek farklılıklarına karşı çıkılmasının temel nedeni, bu farklılıkların, bambaşka amaçlarla kullanılmaya çok uygun olması. Kadın yuvada bebeği emziriyor iken erkeğin ormanda avlanması evrimsel bir görev. Adaletsiz gibi görünse de bu böyle. Ama erkeğin, bir tavşan avlayıp eve gelip kadına "seni ben doyuruyorum, ne dersem yapacaksın" demesi bir haksızlık. Buna itiraz eden kadına da şiddetle karşılık verilmesi ise artık... Bilemiyorum. Ama bugün hâlen erkeğin kadını dövmesinin haklı ve normal bir tepki olduğunu düşünen milyonlarca insan var. İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'da buna açıkça izin verilmiş örneğin. Aristoteles kadını "eksik erkek" olarak görüyordu. 1800'lere kadar sanat camiası, kadınların, sanat yapamayacağını düşünüyordu. Neyse ki felsefe ve sanat değişen ve gelişen bir disiplinler. Buna izin veriyorlar. Ama din öyle değil. Biz burada bunu konuşurken eşini dövme, ona baskı yapma hakkını kendisinde gören, onun yeteneklerini, becerilerini zerre kadar önemsemeyip kendisini ondan üstün gören milyonlarca erkek var. Bu düzende, bir kadının, olağanüstü bir resim yeteneğine sahip olduğunu düşünün. O kadının kocası bunu zerre kadar önemsemeyebilir. Ben resim yapmak istiyor dediğinde karısını dövebilir ve onu zorla hamile bırakıp annelik yapmaya, evinde oturmaya mecbur bırakabilir. Bunlar oldu, oluyor ve olmaya devam edecek.
Şahsi fikrime göre kadın erkek eşit değildir. Ve bu harika bir şeydir. Böyle olmalıdır zaten. Aslında size katılıyorum. Ama bu eşitsizlik, çağlar boyunca ve bugün öylesine yanlış anlaşılmış, öylesine sömürülmüş, öylesine yapı bozumuna uğramış durumda ki artık kadınların, doğruluğuna dahi inanmadıkları eşitlik iddiasını savunmaları gayet normal.
Umarım yazdıklarım cevap teşkil etmiştir. Sağlıcakla...
136 görüntülenme