Önce şöyle bir sahne hayal edelim: Eski çağlarda bir grup insan düşünelim. Ateşin yeni bulunduğu, mağaralarda yaşadığımız zamanlardan bahsediyorum. Bu insanlar sürekli mutlu olsa, hayat tozpembe olsa, bir anda kapıya dayanmış kaplan tehlikesini, açlığı, kuraklığı ya da zehirli otları pek de önemsemezler. "Aman canım, her şey yolunda!" deyip riskli işlere dalarlar. Ne olur? Bir gün avlanırken kaplana yem olurlar. İşte bazen üzülmek, durmak, düşünmek, içine kapanmak ve "Galiba şu an risk fazla, biraz frene basalım" demek uzun vadede hayat kurtarmıştır.
Bu düşünce modelinin adı literatürde "Behavioral Shutdown Model" olarak geçiyor. Yani koşullar çok zor ya da ödül ufak, risk büyükse, sistem otomatikman "çekil kenara, enerjini harcama" diyor. Aynı vücudumuzun ağrı sinyalleri gibi: Parmağın kesikse, "Hop, kullanma beni!" diye sinyal verir ve sen de acıyı hissedip o eli fazla zorlamazsın.
Üzüldüğümüzde, diyelim ki ağladığımızda, etraftaki insanlar çoğunlukla bize destek olmak ister. Nasıl ki bebek ağladığında annesi koşar, yetişkinlikte de (elbette duruma göre değişmekle birlikte) üzgün görünen birine dostları yardım eli uzatır. Tıpkı futbol takımında sakatlanan bir oyuncuya herkesin "Hadi hocam, geçmiş olsun, bir şeye ihtiyacın var mı?" demesi gibi. Bu da topluluk içinde bir dayanışma yaratır.
Bir nevi, "sinyalleşme kuramı" (signaling theory) diyebileceğimiz bir olgu devreye girer: Üzgün olduğumuzu ifade etmemiz, karşı tarafın "Bu kişi yardıma muhtaç" diye düşünmesine sebep olur, bu da sosyal desteğin önünü açar. Toplum içindeki dayanışma uzun vadede herkesin hayatta kalma şansını artırır.
Bazı araştırmalar diyor ki, insan üzgünken daha dikkatli, daha analitik olur. Mesela bir sınavda, çok neşeli insan belki biraz "dalıp gider", ama hafif moral bozukluğundaki kişi detaylara takılır ve "Aman yanlış olmasın!" diye uğraşır. Bu durum da "veri işlemeye daha odaklı yaklaşma" olarak isimlendiriliyor.
Bu tıpkı hava yağmurluyken şemsiyeye daha sıkı sarılmaya benziyor. Hava güzelse "Yağmaz şimdi, boşver" diyebiliriz ama kapkaranlık bulutları gördüğümüzde "Bir bakayım, şemsiye var mı? Meteorolojiye göz atayım…" diye daha temkinli davranırız. Üzüntü de bazen bu karanlık bulut gibi uyarıcı işlevi görür.
Diyelim ki biri yakınımızı kaybetti ve üzüldük. O üzüntü, bir yandan "Beni yalnız bırakmayın" diye çevresine mesaj yollar, diğer yandan da o kişi gelecekte yeni ilişkiler, yeni dostluklar kurmanın önemini fark eder. Bir bahçedeki ağacın kuruyup kesilmesi gibi düşünün: Başka bir fidan dikersin, ama önce "Şu toprağa ne oldu da ağaç kurudu?" diye üzülür, araştırır, eksikleri tamamlarsın ki gelecek sefer daha sağlam büyüsün.
"Üzüntüyü niye evrim elemiyor?" sorusunu biraz da teknik bir formülle açalım bence. Diyelim ki bireyin yaşam başarısını (fitness) ile gösteriyoruz. Bu fitness aslında hem hayatta kalma ihtimalini hem de üreme şansını etkileyen her şeyi içine alan bir değer yani.
Bir tarafı "Mutsuzluğun bedeli" (cost of sadness, ) olsun: Motivasyonun düşmesi, beslenmenin azalması, geç tepki verme gibi negatif etkiler burada toplanır. Öbür tarafı "Mutsuzluğun getirisi" (benefit of sadness, ) olsun: Gruptan destek alma, riskli davranışlardan kaçınma, analitik düşünce artışı vb.
Basit bir dengeleme formülü:
: Üzüntü ya da mutluluk olmadan, ortalama şartlarda bireyin fitness değeri.
: Üzüntünün kazandırdığı artı puanlar (sosyal destek, tehlikeden kaçınma, gelişmiş analiz).
: Üzüntünün yol açtığı eksi puanlar (enerji kaybı, daha az beslenme, saldırılara geç tepki).
Eğer doğada ve toplumda (yani kârlar) uzun vadede 'den (maliyetlerden) büyükse, bu duygu elenmez, kalır. Basit bir mantık: Kazançlar uzun vadede zararlardan ağır basıyorsa, o özellik popülasyon içinde kalıcı hale gelir. Düşünsenize, bir ürkeklik geni bile hayatta kalmayı artırıyorsa, zamanla popülasyonda o gen de yayılır. Üzüntü de benzer prensiplerle işliyor.
Hatta bunu daha da ileri götürürsek, dinamik sistemler açısından bir diferansiyel denklem kurulabilir:
Bu denklemin çözümü bize, üzüntü miktarının zaman içinde artış-azalış oranını gösterir. Şayet (yani avantajın katsayısı) 'den büyükse, denge noktası üzüntünün yok olmasından ziyade belli bir düzeyde kalmasını öngörür. Tabii bu soyut bir model, ama "neden üzüntü evrimselleşmiş" sorusuna matematiksel bir bakış sunacaktır diye düşünüyorum ilginiz varsa tabii.
Örneğin ofiste çalışan Ahmet'i düşünelim. Ahmet'in morali sıfır, işyerinde çatışma var, patronundan azar işitmiş... "Üzgünken daha verimsiz olur" diyorsun, belki evet, o gün işlere tam konsantre olamaz. Ama bu üzüntü onu neye itiyor? Belki işini sorgulamaya, patronla konuşup durumu düzeltmeye ya da başka bir kariyer yolu aramaya. Uzun vadede daha "doğru" hamleler yapmasına vesile oluyor.
Bir başka örnek: Araba sürerken sürekli gaza basmak tehlikeli değil mi? Üzüntü, zaman zaman devreye giren fren sistemi gibi düşünülebilir. Fren tabii ki hızımızı düşürür (bu bir dezavantaj), ama kaza yapma riskini de azaltır (bu da avantaj). Sürekli frenle gidersen yavaşlarsın, ama hiç fren kullanmazsan ilk virajda uçurumdan aşağı gitme ihtimalin var. Yani denge her şey demek.
Dolayısıyla, evrim ağacından "üzüntü" meyvesini koparıp atmıyoruz. Koparıp atmaya kalksak, muhtemelen uzun vadede daha risk alan, sosyal desteği daha az olan, çok daha saf bir popülasyon oluşur ve onlar da çeşitli tehlikelerle karşılaştığında hayatta kalma şansını düşürür. O yüzden üzüntü, tıpkı kas ağrısı gibi, tıpkı fren pedalı gibi, tıpkı belki bir zamanlama uyarı sinyali gibi hayatımızda kalmış bir duygu.
Evrim, cımbızla sadece "iyi hisleri" seçmiyor; işe yarayan her mekanizmayı, uzun vadede canlıların hayatta kalma ve üreme şansını artırıyorsa koruyor. Üzüntü de işte bu yüzden "neden hala var?" dediğimizde, aslında biz farkında olmadan birçok açıdan hayatta kalmamızı destekleyen bir araç olarak günümüze kadar gelmiş.
Bu tabloyu özetlersek, aslında sırf anlık "daha kötü hissediyorum" durumu değil; uzun vadede o his, hem bireyin hem de topluluğun yararınaysa, evrim o hissi silmiyor. Demek ki doğanın planları biraz uzun soluklu ve çok boyutlu.
Şöyle olur, böyle olur, şunu yaparız, bunu yaparız derken, sonunda anlıyoruz ki üzüntü bir kusur değil, aksine zaman zaman başvurduğumuz bir koruma kalkanı ve düşünme vesilesi. Her ne kadar matematiksel formüllerle açıklamaya çalışsam da, bazen hayatın iniş çıkışlarını kabullenmek, evrimin uzun hesaplarının bir parçası olduğumuzu gösteriyor.
Azıcık üzüntü, uzun vadede bize bazen çok şey kazandırabilir. Tıpkı bir takımın, kazanacağı maçı kaybetmesi sonucu daha iyi çalışıp, bir sonraki şampiyonluğu garantilemesi gibi... İşte bu da "üzüntünün" aslında gizli bir şampiyonluk formülü olduğunu gösteriyor diyebiliriz. Tabii maç Türkiye'de yapılmıyorsa... 😂😂😂