Güzel soru, bu sorunun sorulabilmesinin sebebi elbette eğitim sistemi ve halk arasında tarih algısının hem bilgi hem bağlam açısından epey yanlış ve çelişkili olmasıdır. Böyle durumlardan doğru sorular sorup cevaplarını arayarak çıkılabilir.
__________________________________________________________________________________________
Öncelikle ilk kabuller yanlış. Türkler ve Araplar temas ettikleri dönemde(Yani 7. yy son yarısı 8. yy ilk yarısı) Araplar dünyanın en büyük iki imparatorluğundan birine sahipti. Türkler ise yüzlerce hizbe bölünmüş bir birlerini gırtlaklamakla meşguldüler. Tam bir kaos dönemiydi. Kafa karışıklığı normal çünkü bizde sadece Türk devletlerinin zirvelerinden bahsedilir. Süreci kısaca anlatalım.
Bu harita İslamiyet'in doğuşundan 20 yıl önceki dünyayı gösterir. Bizans dışında Part- Hun - Akhun- Cücen-Tabgaçlar gibi önceki imparatorluklar yıkılmış, yerlerine Bizans hala sabit kalmış yanında Sui-Göktürk-Sasani ve Avarlar yükselişe geçmiştir. Türkler bu dönemde Göktürkler(Batı ve Doğu kopuyor olsa da) ve Avarlar altında iki hizipte öbeklenmiş halde. Bizsans Göktürklerle anlaşıp Sasanilere saldırıyor, Sasaniler Avarlarla anlaşıp Bizans'la savaşıyor ayrıca Sasaniler Sui Hanedanı(Çin) ile anlaşıp Göktürklerle savaşıyordu. Bu dönemde yıpranan 4 imparatorluğun yerine onları geride bırakan iki imparatorluk yükseldi. Birisi Çin tarihinin en görkemli dönemi olan Tang hanedanı
(Bu harita Tang hanedanının nüfuzunu olabilecek en abartılı boyutta göstermektedir. Ancak bu bölgelerin tamamı ve daha fazlasına öyle ya da böyle kısa veya uzun zaman söz geçirebilmişlerdir.)
Diğeri Arapların en güçlü dönemi olan Emevi hanedanı
Aynı dönemde Türklerin iki büyük hizbi bulunuyordu. Moğolistan'da Tang hanedanına ve etraflarındaki pek çok Türk-Moğol grubuna karşı hayatta kalmaya çalışan Doğu Göktürkler batıda ise yeni yükselen Hazarlar. Göktürkler Uygurlar tarafından yıkıldı Hazarlar ise Müslümanlarla mücadeleyi sürdürdü. Gene de 8.yy için hiçbir Türk grubu dünya siyasetinde Arap ve Çin devleti kadar etkili değildi. İşte Talas bu iki devlet arasındaki savaşlardan biridir. Hemen burada ikinci hataya geçelim.
Talas Savaşı önemli bir savaş değildir.
Şaşırtıcı gelebilir ama bu muharebe Arap Çin savaşlarının bir parçasıdır. Bu savaşlar kulağa her ne kadar iki süper gücün büyük kapışması gibi gelse de aslında iki devletin en ücra köşelerindeki birliklerinin kapışmalarından ibarettir. Yani iki devin bir birinin yüzünü yumruklaması değil de uzanabildikleri en uzağa parmaklarını uzatıp parmak güreşi yapmaları gibidir. Türkler her iki orduda da bulunmuştur. Zaten bölgede birleşik bir Türk devleti yoktur. Bu savaşların hepsini Araplar kazanmamıştır. En önemlisi Talas savaşı 750'de yaşanırken 8.yy'da Müslümanlaşan kalabalık bir Türk grubu yoktur. Türklerin büyük kitleler halinde Müslümanlaşması 10-11. yy'da yaşanmıştır. 10-11. yy'da da harita(Bizans hariç) gene tamamen değişmiştir. Siyasi dünya bambaşka bir haldedir.
________________________________________________________________________________________
Diğer mesele ise dinin iyi anlaşılmamasıdır. Dinin ne olduğu konusu tartışmalıdır ve farklı tanımlara açıktır. Sözüm ona her inanca din dersek mevzuyu iyi anlayamamış oluruz. Dinleri veyahut inançları biraz sınıflandıralım.
- Milli dinler, örneğin Yahudilik ve Hinduizm. Bunlar yayılmaya meyilli değildir(gene de biraz yayılmışlardır) daha çok belirli öğretileri, inançları ve bir kimliği korumaya odaklanmıştır. Başlangıç noktaları belirsizdir
- Evrensel dinler, örneğin İslam, Hristiyanlık, Budizm. Bunlar bir inanç, öğreti ve kimlik oluşturur. Milli dinlerden farklı olarak yayılmayı, diğer tüm inanç-öğreti ve kimlikleri ve hatta değerleri yok etmeyi hedeflerler. Belirli bir başlangıç noktaları vardır.
Bunların üstüne yerel inançlar var. Tengricilik bunlardan birisidir. Net bir öğretiye veya kimliğe sahip değildir. Antik Yunan inançları, İskandinav inançları da böyledir. Bunlar ilkel insanların doğadan anladıkları, efsaneleri, kültürleri ile bir bütündür. Tam olarak bir din değildir. Bir başlangıç noktaları yoktur. Zamanla oluşmuşlardır. Çin'deki Taoizm, Konfüçyüsçülük gibi akımları bunların dışında tutuyorum. Çin ve Kore gibi bölgelerde din tarih boyunca o kadar kıymet görmüyor.
Her neyse. Bir bölge belirli zorlamalarla bir toplum düzeni oluşturmak zorundaysa bunun elbette yolları ortaya çıkacaktır. Esasen dini inançlar doğmak için zemini Orta Doğu ve Hindistan gibi yerlerde bulmuştur. Ortak özellikleri nedir? Yabancı istilasına açıklık, savunma zorluğu, yönetilenler-yöneticiler arasında kopukluk. Kafkasya gibi bölgelerde bu zorunluluk savunma kolaylığı, yoksulluk gibi etkenlerden dolayı oluşamıyor. Böylece bu bölgeler onlarca - yüzlerce farklı toplum halinde yaşayabiliyorlar. Ama Orta Doğu'da böyle olmaz. Orta Doğu gibi savunmanın zor olduğu, zenginliğin de saldırganların iştahını kabartacak kadar fazla olduğu yerlerde muhakkak saldıran daha avantajlıdır ve yeterli teşviki vardır. Böylece sürekli bir yabancı-azınlık tahakkümü problemi olacaktır. Farklı kökenlerden gelen kötü ilişkilerle dolu geçmişe sahip halklar tek halk olmak için geçmiş ve köken bağlarını aşan bir şeylere ihtiyaç duyarlar. Din bunun için mükemmeldir.
Çinliler çok erken dönemlerde dil birliğini ve toprak bütünlüğünü oluşturmuştur. Sanki bir ulus devleti gibi 2 bin yıldır ortada bulunmaktadır. Bu bölge yabancı istilalara açık olsa da Çin'i ele geçirmeyi başaran tüm saldırganları sadece kültür farkının ezici seviyesinden dolayı yutabilmişlerdir.
Türklere gelirsek... Türkler bu işi başka şekilde ele almıştır. Mete'den itibaren Doğudan batıya doğru göçebeler çok hızlı bir şekilde militarize teşkilatlara dönüşmüşlerdir. İdeal bir göçebe hizip(büyük veya küçük) bir ordudur. Ondalık sisteme göre organize edilmiş bir nüfus(her çadırdan bir asker on başı on çadırlık bir obadan sorumlu, yüz başı on obadan vs. şeklinde kağana kadar ulaşan bir örgütlenme) aynı özelliklere sahip başka bir halkı ele geçirdiğinde basitçe ele geçirme şekline bağlı olarak ele geçirdiği halkı yok edebilir(kan davası ve intikam korkulan bir durumdur) veya herkesi komutanlarına dağıtabilir. Her yüzbaşına yeni bir onluk. Böylece orduları büyümüş olur ve yeni göçebe grupları aynı şekilde ele geçirmeye çalışırlar. Ele geçirilen kabilenin önceki kimliği bu yolla yok edilir. Artık tümenine bağlı insanlar haline gelirler. Karmaşık bir kültüre sahip değillerdir. Basit bir sözlü yasa(töre) basit bir ortak inanç(GökTanrı), at binip ok atabilen erkekler yetiştirebildiği sürece insanlardan daha fazlasını beklemeye gerek yoktur. Önemli olan aynı kağanın hiyerarşisi altında örgütlenmektir. Göçebeler pratiktir.
Peki şehirli ve köylüler? Göçebelerin onlardan tek beklentisi ''koruma vergisi'' almaktır. Belki şehirlere garnizon kuvvetleri koyarlar. Ya da belirli stratejik bölgelerde ordular bekletirler. Onlarla karışmaları gerekmez. Bu durumda göçebeler için ortak bir öğreti ihtiyacı bulunmamaktadır. Ta ki birileri dinlere inanmaya başlayana kadar.
İslamiyetle karşılaştıklarına Türklerin Müslümanlara karşı kültürel olarak hiçbir yayılma gayesi yoktu. Türklerin hayatı çok kendine hastı. Kuraları, inançları göçebeler dışında yaşayamazdı. Bu her yerleşik hayata geçiş başka dinlere geçişle sonuçlanıyordu(Karahanlılar-Müslüman, Hazarlar-Hristiyan, Uygurlar-Maniheizm/Budizm- Tuna Bulgarları-Hristiyan vs.). İslamiyetle birlikte Türk dünyasında Hristiyanlık, Yahudilik Budizm ve Maniheizm de yayılmaktaydı. Hatta Doğu Türk dünyasında Hristiyanlık ve Budizm Müslümanlıktan daha yaygındı ve Cengiz Han olmasaydı Moğolistandan yükselecek bir sonraki Kağanlık Hristiyan bir Türk Kağanlığı(Naymanlar veya Kerayitler) olabilirdi.
Cengizhan ile birlikte Hristiyanlık gözden düştü. Yeni kağanlık klasik Gök Tanrıcıydı ve Moğollar Türkler gibi fetih yapabilmek için fethedecekleri bölgelerin dinine girmek zorunda hissetmediler(Selçukluların Müslüman olması İslam dünyasını ele geçirmelerini epey kolaylaştırdı). Buna rağmen Moğol İmparatorluğunun 3 ana ulusu(Çağatay-Cuci-İlhanlı) Müslüman olurken Doğu'da Kubilay Han'ın bölgesi Budistleşti. Şüphesiz Moğol imparatorluğu daha önceki hiçbir İmparatorluğun yaklaşamadığı bir güce ulaştı. Görüyoruz ki zirvesindeyken bile Göktanrı inancı yayılabilecek bir din değildi. İslam-Hristiyanlık ve Budizm gibi bağlayıcı değildi. Derin bir doktrini yoktu. İnsanlara istedikleri kurtuluş, eşitlik ve güven hissini veremezdi.
Savaşçılığın önemli bir değer olduğunu düşünebilirsin ama bir düzen milyonları tek bir kimlik, tek bir ahlaki pusula, güven ve ümit altında toplayabilmek savaşçı bir toplumun değerleri ile pek mümkün değil. Uzun vadede din töreyi ve geleneği yok edebildiği noktalarda yok eder yok edemediği noktalarda sindirir veya günah haline getirir.
Bunların üstüne elbette bunun bir kaç misli daha sebep eklenebilir. Belki başka konulardan bahsedilebilir. Ben sadece siyasi durum ve Tengiriclik-İslamiyet arasındaki yapı farkına değindim.