Ahvali şerait!
Ne yazık ki ataerkil bir toplumuz. Nerelisin sorusunun cevabı hep baba soyuna delalet eder ancak ne yaman çelişkidir ki baba soylarımızın tamamının türediği yerin adı "Ana"dolu, yurdumuz "Ana yurt, dilimiz "Ana"dil, En güzel, güveni ve sıcak kucak "Ana"kucağı, "gibi"si yar olmayan tek "Ana"dır. En önemli konularımız bile "Ana"konu, en temel yasamız bile "Ana"yasa. Elleri öpülesi analarımız daha ne yapsın...
Babalar alınmasın fakat bir baba olarak aklıma, babalıkla ilgili "şam babası", iskele babası" "mafya babası" , akbaba”, dışında kelime türetemiyorum. Belki benim kusurum. Babalarımız affetsin. Onlarında ellerinden öpüyorum.
Nerelisin sorusu da mühim tabi. Ülkemizde şehirleşme ne yazık ki geç başladı. Haliyle köyden kente göç edenimiz, sudan çıkmış balık misali hep bildik, tanıdık simalar aradı. Bulduğunda da sımsıkı sarıldı.
Bugün ülkemizin hangi büyük kentine gidersek gidelim, başka illerden gelenleri hep bir arada görürüz. Bir arada görmekle yetinmeyiz, ayrıca geldikleri yerin bütün özelliklerini buralara taşıdıklarını ve adeta, bir ilçeden gelmişse geldiği ilçenin, kasabadan gelmişse geldiği kasabanın, köyden gelmişse geldiği köyün aynısını yarattığını görürüz.
Bu sadece ülkemize özgü de değil. Avrupa’nın ve dünyanın neresine gidersek gidelim, kökeni "Ana"dolu ise, aynı şeyi görürüz.
Bir yanımız kapitalist, bir yanımız feodal. Hem de aşktan, sanata, ekonomiden, sosyal ilişkilere kadar…
Bu, ülkemizin hem burjuva (kent soylusu) kültürü ile geç tanışmasının, hem de ülkemizde kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının doğal bir sonucu.
Haliyle insanlar bir nebze kendini güvende hissetme arayışı nedeni ile, tanıdık, bildik, anlayabileceği ve anlatabileceği insanları arar. “Hemşerim memleket nire”nin hikâyesi bu. Hatta Orhan Gencebay’a ve nicesi birçok aktöre, bir film repliği olarak; “ulan Istanbul, sen mi büyüksün ben mi?” cümlesini söyleten de budur.
Kötü müdür, tartışılır. Sorarlarsa da söylemeyiz olur biter. Neticede buna neden olan şey, güzel halkımızın ahvali şeraiti…Saygıyla…