Enerji, canlılığın mayası olarak düşünülebilir. Canlılar, metabolik olarak enerji dönüşümü üzerinden kendilerin uygun enerjiyi üretme yoluyla yaşam sürebilirler. Omurgalı yani yüksek yapılı organizmalar, güneş ışığını dokuya çevirmiş bitkileri, ya da eti metabolize ederek, bu kaynaklardaki karbon bağlarında bulunan elektronları alırlar temelde. Bunu ATP (adenozin trifosfat) olarak kullanırlar. Bu, biyolojik kısmı, yaşamda kalmayı sağlayan enerji kısmı konunun. Bu enerji ile fizyolojik ihtiyaçlarımızın tamamını karşılarız. Bir de psikolojik yanı var konunun. Biyolojik enerji üretimi normal olan bir birey de, bitmiş tükenmiş hissedebilir, yani olumsuz duyguduruma geçebilir. Yani fiziksel şartlara bağımlı bir psikolojik dengeye değil, çevresel şartları yorumlama biçimimize göre bir duyguduruma sahip varlıklarız. Yaşamsal olarak herşeyin yolunda gittiği bir durumda, kişi sevmediği istemediği bir faktörü yorumlama biçimi nedeniyle (kayıplar, ayrılıklar vsvs) depresif duyguduruma geçebilir. Stres hormonlarının etkisiyle, kişi fiziksel herhangi bir olumsuzluğun olmadığı noktada yaşam isteğini belli oranda kaybedecektir. İşte böyle durumlar, stresin oluşturduğu etkiler nedeniyle kişiyi güçsüz hissettirebilir.
Kabul etmemiz gereken bir şey var ki, yaşanan bütün stresler, sorunlar, depresyonlar, bireyin olay - kişileri yorumlama biçimidir. Normal şartlarda biyolojik ve psikolojik savunma sistemlerimiz, depresyona girmeyecek biçimde çalışır. Bizim yeterli derinlikte olmayan bakış açımızın yetersizlikleri çoğu zaman olumsuz duyguduruma geçmemize neden olmaktadır.