Antik felsefeden modern felsefeye kadar külliyata çok hakim olmadığımdan ve felsefeye ilgimin olduğunu biraz geç yaşlarda fark ettiğimden dolayı, Locke'un ve Spinoza'nın felsefesini bilmediğimden kendi düşünsel yolculuğumla bu kanıya ilk varan kendimim sanıyordum. Düşünmek, felsefe yapmak güzel şey ama biraz meraklı olup felsefeyi, filozofların fikirlerini okuyarak eş zamanlı takip etmeyince benim gibi 2000 li yıllarda tekerleği yeniden icat etmiş gibi olunuyor.
Ben özgür irade konusuna ''algoritma'' metaforuyla yaklaşmıştım. Doğduğumuz andan beri edindiğimiz tüm duyusal veriler, doğuştan gelen iç güdülerimiz, büyüme evresi boyunca yaşadığımız duygusal travmalar, takipçisi olduğumuz ideolojiler, inançlar, gelenekler, tabular, beslendiğimiz gıdalar, ailemiz, bulunduğumuz toplum, coğrafya, tüm bunların bilinç altımızdaki iz düşümleri ve belki pek çok farklı etkene daha maruz kaldığımızda ortaya deterministik bir algoritma çıkıyor, yeni eklenecek verilerle bu algoritma güncellenebiliyor fakat bu onu deterministik olmaktan azad etmiyor. Bundan sonrası ise bu algoritmanın karşılaştığı olaylara (örneğin birisinin size bir tercih yapmanızı istemesi durumunda) bir kimyasalın başka bir kimyasalla reaksiyona girmesine benzer bir şekilde tepki vermesi gibi geliyor bana. Burada beden bütünlüğü bakımından bir bireyin karar vermesi ''özgür irade'' ilüzyonuna sebep oluyor. Libet deneyi bu teoriyi destekler nitelikte ama daha fazla çalışmalar yapılırsa bu felsefeye ilgi artabilir.
Eğer bu felsefeyle hareket edilirse, günümüz hukuk sistemi, psikoloji, sosyoloji gibi pek çok alanda güncellemelere gitmek zaruri olur.