İklim krizi üzerine bir proje hazırladığınızı duyunca içim kıpır kıpır oldu. Türkiye'deki iklim krizinin gündemde olmayan yönlerini araştırmak özellikle de orman katliamları ve madencilik gibi konulara değinmek gerçekten cesur bir adım.
Size birkaç fikir sunabilirim. Öncelikle Akbelen Ormanı'nın kömür madenciliği uğruna yok edilmesi yürek burkan bir örnek. Binlerce ağacın kesilmesine karşı yerel halk ve çevre aktivistlerinin çığlıkları hâlâ kulaklarımızda. Hükümetin çevresel korumadan çok sanayileşmeye öncelik vererek yeni kömür projelerini onaylamaya devam etmesi ise tam bir tezat. 2053 yılına kadar karbon nötr olma hedefiyle övünen bir ülkenin hâlâ kömüre bu kadar bağımlı olması düşündürücü, değil mi?
Bir diğer önemli konu ise Kaz Dağları ve Artvin gibi bölgelerdeki altın ve bakır madenciliğinin yarattığı tahribat. Sadece biyolojik çeşitlilik kaybı değil aynı zamanda kültürel mirasımız da yok oluyor. Aktivistlerin karşılaştığı baskılar ise cabası. Bu direnişler nedense hep "ulusal güvenlik" tehdidi olarak gösteriliyor. Sanki doğayı korumak ülkeye ihanet etmekmiş gibi...
Örneğin son yıllarda Karadeniz bölgesindeki HES projeleri doğal yaşamı ciddi şekilde tehdit ediyor. Dere yataklarının kuruması, balık popülasyonlarının azalması ve ormanlık alanların yok olması gibi sorunlar yöre halkının geçim kaynaklarını da tehlikeye atıyor. Hükümetin enerji ihtiyacını karşılama adına doğayı hiçe sayması ise tam bir çelişki. Bir yandan "yeşil enerji" diye övünürken, diğer yandan doğanın kalbine hançer saplamak ne kadar doğru?
Bir diğer önemli husus ise Konya Ovası'ndaki yeraltı sularının kontrolsüz kullanımı. Tarımsal sulama ve sanayi faaliyetleri nedeniyle obruklar oluşuyor ve verimli topraklar çölleşiyor. Çiftçiler ise çaresizce göç etmek zorunda kalıyor. Hükümetin bu soruna çözüm bulmak yerine "Kanal İstanbul" gibi hayalî projelere kaynak ayırması ise akıl alır gibi değil. Sanki ülkenin önceliği doğayı korumak değil de beton yığınları dikmekmiş gibi...
Hasankeyf'teki Ilısu Barajı projesi binlerce yıllık tarihi ve kültürel mirası sular altında bırakarak geri dönülemez bir yıkıma yol açtı. Bu proje sadece bölge halkının yaşam alanlarını yok etmekle kalmadı aynı zamanda Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğine de ciddi zararlar verdi. Hükümetin "kalkınma" adı altında bu tür projeleri hayata geçirmesi aslında gerçekte neyin feda edildiğini gözler önüne seriyor...
Cerattepe'deki bakır madeni projesi yerel halkın ve çevrecilerin uzun süredir karşı çıktığı bir konu. Doğu Karadeniz'in eşsiz doğasını tehdit eden bu proje, sadece ormansızlaşmaya değil, aynı zamanda su kaynaklarının kirlenmesine ve biyolojik çeşitlilik kaybına da yol açabilir. Daha yeni proje iptal edildi, detaylı bir belgesel tarzında bir içerik güzel olabilir.
Ege Bölgesi'ndeki zeytinliklerin yok olması da iklim krizinin bir başka acı yüzü. Kuraklık, hastalıklar ve kontrolsüz yapılaşma nedeniyle zeytin ağaçları kuruyor verim düşüyor. Zeytincilik sadece bir geçim kaynağı değil, kültürel bir miras. Hükümetin zeytinlik alanlarını madencilik ve enerji projelerine açması ise bu mirası tehlikeye atıyor. "Zeytin Yasası" adı altında yapılan değişiklikler ise zeytinlikleri rant uğruna feda ediyor. Bir zamanlar "zeytinin anavatanı" olarak bilinen Türkiye şimdi zeytin ağaçlarını kaybediyor. Çıldırmamak elde değil ya. Bu durum sadece ekonomik kayıplara değil kültürel bir erozyona da yol açıyor.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki kuraklık ise tarımı ve hayvancılığı olumsuz etkiliyor. GAP projesi kapsamında yapılan barajlar ve sulama kanalları yanlış planlama ve yönetim nedeniyle bölgedeki su kaynaklarını tüketiyor. Çiftçiler ise kuraklıkla mücadele etmek için çaresizce göç etmek zorunda kalıyor. Hükümetin su kaynaklarını adil ve sürdürülebilir bir şekilde yönetmek yerine siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanması ise bölge halkını mağdur ediyor.
Akdeniz Bölgesi'ndeki orman yangınları da iklim krizinin acı bir sonucu. Her yaz binlerce hektar orman alanı yanıyor, ekosistemler yok oluyor. Hayvanların yanarak ölmesi konusuna girmeyeceğim bile, aklıma geldikçe kötü oluyorum. Yangın söndürme ekiplerinin yetersizliği ve ormanlık alanların yapılaşmaya açılması ise yangınların daha da büyümesine yol açıyor. Teknoloji eksiğine de geleceğim. Hükümetin orman yangınlarıyla mücadelede yetersiz kalması ve sorumluluk almaktan kaçınması ise tepkilere neden oluyor. Ormanlar sadece oksijen kaynağı değil biyolojik çeşitliliğin de merkezi. Ormanların yok olması iklim krizini daha da derinleştiriyor ve gelecek nesillerin yaşamını tehdit ediyor. Daha yeni Beriev BE-200 envantere eklendi... 1 yıl önce neredeydi bunlar? 1 yılda çok mu zenginleştik de şimdi kalkıp Türkiye kendi tarihinin en güçlü filosuna sahibiz diyor sayın bakan? Sayın Bakan acaba bu "tarihin en güçlü filosu" ifadesi yangınların söndürülmesindeki başarı oranlarına da yansıyor mu? Yoksa sadece sayısal bir güçten mi bahsediyoruz? Her yaz aynı manzaralarla karşılaşıyoruz, alevler içindeki ormanlar, çaresiz insanlar, telef olan hayvanlar... "En güçlü filo" bu acıları dindirebiliyor mu? Yoksa sadece havada tur atıp gösteriş mi yapıyor? Ayrıca bu filonun maliyeti nedir? Milletimizin parası yangın söndürmek için mi kullanılıyor, yoksa... Neyse burayı okuyanlar anladı. Ama ne demişler "Lafla peynir gemisi yürümez." ABD'de orman yangınlarıyla mücadelede teknoloji büyük bir rol oynuyor artık. Eğer Çağrı Bey de görürse yorumumu katılacağını düşünüyorum bu ABD mevzusu özelinde. Eskiden yangınlar büyük ölçüde kontrolden çıkmadan fark edilemiyordu ancak şimdi yapay zeka destekli sensör ağları, dronlar, uydular ve kızılötesi kameralar sayesinde durum çok farklı. Bu sistemler sürekli olarak çevreyi izliyor, sıcaklık, duman ve diğer yangın belirtilerini tespit ediyor. En önemlisi bunu yangınlar daha yeni başlamışken hatta bazen görünür bir alev bile yokken yapabiliyorlar. Bu da itfaiyecilere yangın büyümeden müdahale etme şansı veriyor. Sensörler ağaçlara, direklere, hatta dronlara monte edilebiliyor ve herhangi bir anormallik tespit ettiklerinde anında yetkililere uyarı gönderiyorlar. Bu erken uyarı sistemi sayesinde itfaiyeciler hızla harekete geçip yangını kontrol altına alabiliyor, hem ormanları hem de yakınlardaki yerleşim yerlerini koruyor.[5] Sayın Bakan, bu teknoloji harikalarıyla orman yangınlarıyla mücadele etmek varken biz neden hala eski usul yöntemlerle uğraşıyoruz? Sadece dron uçurarak hangi bölgeyi ne kadar hızlı kontrol etmeyi planlıyorsunuz? Uydu görüntüleri kullanıyoruz diyorsunuz, tamam güzel, Nasa'nın Aqua uydusunun MODIS sensörü efektif ancak nokta atışı atmada ve anlık müdaheleyi bildirmede yetersiz. Her 1 ya da 2 günde bir kere bu görseller geliyor ve ortalama çözünürlükte 250 metre ile 1 kilometrelik alana kadar gösterebiliyor. O da yangın var mı yok mu anlaması nispeten şaibeli görseller. Her şeyi uydudan bekleyemeyiz ki. Yoksa bu teknolojileri kullanmak için de "tarihin en güçlü filosu" yetmiyor mu? Yoksa bu teknolojiler de sadece "lafla peynir gemisi yürümez" kategorisine mi giriyor? Ayrıca yangın söndürme uçakları ve helikopterleri elbette önemli ancak bunlar sadece yangın çıktıktan sonra devreye giriyor. Peki ya yangınları önlemek için ne yapılıyor? Ormanlık alanların yapılaşmaya açılmasına neden hala izin veriliyor? Ormanların korunması için yeterli önlemler alınıyor mu? Yoksa sadece yangın çıktıktan sonra söndürmeye çalışmakla mı yetiniliyor? Son olarak biliyorum uzattım kusura bakmayın ancak doluyum bu konuda, orman yangınları sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın sorunu. Ancak her ülke bu sorunla kendi imkanları ve teknolojileriyle mücadele ediyor. Peki Türkiye bu mücadelede nerede duruyor? "Tarihin en güçlü filosu" gerçekten de dünyanın en iyileriyle yarışabilecek düzeyde mi? Yoksa sadece kendi kendimizi avutmak için kullandığımız bir slogan mı? Bence cevap açık ama siz bilirsiniz. Umarım bu sorular sizi biraz olsun düşünmeye sevk eder Sayın yetkililer... Çünkü ormanlarımız yanarken biz sadece "en güçlü filo" diyerek kendimizi avutmaya devam edemeyiz.
Tüm bu zorluklara rağmen yerel halkın ve çevre savunucularının yürüttüğü taban hareketleri umut veriyor. Çevresel adalet ile ekonomik çıkarlar ve siyasi baskılar arasındaki karmaşık ilişkiyi gözler önüne seriyorlar. Bu mücadeleleri anlatan bir proje hem etkileyici hem de düşündürücü olacaktır.
Projenizle, Türkiye'nin iklim kriziyle mücadelesinde ciddi bir rol oynayabilirsiniz. Belki de bu proje "2053'te karbon nötr Türkiye" hayalinin sadece bir hayal olmadığını göstermemize yardımcı olur. Kim bilir belki de gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için bir umut ışığı yakarsınız.[1][2][3][4]
Şimdiden elinize sağlık.
Kaynaklar
- Human Rights Watch. Turkey Approves New Coal Mining To Feed Power Plants. (5 Ağustos 2023). Alındığı Tarih: 9 Eylül 2024. Alındığı Yer: Human Rights Watch | Arşiv Bağlantısı
- Middle East Eye. Turkey's Mount Ida: The Frontline Between Mining Giants And Local People. Alındığı Tarih: 9 Eylül 2024. Alındığı Yer: Middle East Eye | Arşiv Bağlantısı
- M. Bay. ‘Long Live Akbelen’: In Turkey, Villagers Fight Deforestation In Coal Mine Project. (27 Eylül 2023). Alındığı Tarih: 9 Eylül 2024. Alındığı Yer: The Real New | Arşiv Bağlantısı
- Middle East Eye. 'Environmental Massacre': Turkey Accused Of Using Coup Powers To Crush Mine Protest. Alındığı Tarih: 9 Eylül 2024. Alındığı Yer: Middle East Eye | Arşiv Bağlantısı
- F. Carta, et al. (2023). Advancements In Forest Fire Prevention: A Comprehensive Survey. Sensors, sf: 6635. doi: 10.3390/s23146635. | Arşiv Bağlantısı