Bence bu, sadece bir araya gelip silahları bırakmaktan daha derin bir şey. Çünkü bilim bize gösteriyor ki, insan beyni ve ruhu karmaşık bir ekosistem gibi; içinde korku, öfke, sevgi, merhamet gibi duygular bir arada var. Barış ise, bu duyguların içinde dengeyi bulabilmekle başlar.
Felsefe der ki, insan “kendini tanıdıkça” özgürleşir. Kendi içindeki karanlıkla yüzleşmek, aslında dış dünyaya barış götürmenin ilk adımıdır. Çünkü insan, içindeki çatışmaları çözmeden, dışarıdaki çatışmaları çözemez.
Bilimsel olarak da, beynimizin stres altında salgıladığı hormonlar bizi savunmaya, hatta saldırmaya iter. Ama sakin ve huzurlu olduğumuzda empati yeteneğimiz artar, başkalarının acılarını hissetmek mümkün olur. İşte bu da barışın biyolojik temeli.
Daha barışçıl bir insan ırkı için önce bireylerin kendini anlaması, korkularını, öfkelerini fark edip dönüştürmesi gerekiyor. Eğitim sadece bilgi vermek değil; insanın ruhunu da eğitmek olmalı. Sevgiyle büyüyen çocuk, şiddeti öğrenmez.
Felsefede derler ki, “Barış, yalnızca savaşın yokluğu değil, adaletin ve anlayışın varlığıdır.” İşte bu yüzden barış, küçük bir adımla başlar. Bir kişinin kendisiyle barışması, bir başkasının acısını anlaması, kin tutmaması…
Ve belki de en önemlisi, bu değişimin sorumluluğu bizde. Çünkü insanlık dediğimiz şey, bireylerin toplamı. Sen değiştiğinde, dünya da değişir.