"Biz"e bağlı...
Enflasyondan ( halk tabiri ile hayat pahalılığından) bireysel olarak korunmanın yolu yoktur.
Bizler şayet belirli bir gelire sahip isek ve bu gelirimiz o ülkedeki ortalama yaşam standartlarının biraz üstünde ise (yoksulluk sınırının üstü), bu dönemleri daha az sorunla atlatabiliriz. Fakat yoksulsak ve temel insani ihtiyaçlarımızı dahi karşılayabilecek (açlık sınırı) bir gelire sahip değil isek işimiz cidden zor.
Enflasyon; yine halk tabiri ile daha önce kazandığımız ile daha önce alabildiğimizi alamamaktır. Bunun iki farklı nedeni vardır. İlki üretime dayanmayan bir ekonomi ikincisi uluslararası alanda paramızın değerinin yitimidir.
Üretim az talep çok olunca fiyat doğal olarak artar. Hele ki az olan üretimi, mal arzını talebe göre dengeleyemiyorsanız dışarıdan alma ihtiyacı duyarsınız. Bunun adı ithalattır (dış alım) . Dış alım döviz ister.
Haliyle paranızın, ekonomik, siyasi vb. nedenlerle değeri de uluslararası alanda düşüş eğiliminde ise, dışarıdan aldığınız her şeyin fiyatı sizin para biriminize göre artar. Daha önce 1 dolara aldığınız mal dolar 2 lira iken, iki liraya mal olurken, aynı malı yine 1 dolara ithal etseniz de, dolar 18 lira olduğundan o malı %900 pahalıya edinirsiniz. Yani 18 liraya…
Şayet geliriniz de bu oranda artmamışsa (%900), önce gelir kaybı, ardından yoksullaşma ve böylece açlık sınırına kadar varan bir alım gücü sorunu ile karşı karşıya gelirsiniz. Mal fiyatının artışı ile gelirinizin artışı arasında makas ne kadar çok büyürse, enflasyon da o oranda büyür, alım gücünüz ise tam tersi ve aynı oranda küçülür.
Kanımca iki çaresi vardır. İlki üretime dayalı bir ekonomi ikincisi ise emeğe hak ettiği değerin verilmesi. Yani yaratılan artı değerin adil bölüşümü.
Buna da genelde erk sahipleri ile paranın (gasp edilmiş emeğin karşılığı olan artı değerin) patronları karar verir. Bu değişmeden, yalnızca bir sonuç olan enflasyonun kalıcı olarak insanların hayatından, hayatımızdan çıkması mümkün görünmemektedir.
Zira bugün dünyada egemen olan ekonomik sistemin adı kapitalizmdir ve emek sömürüsüne dayanır. Kapitalizm için üretim ihtiyaç için değil pazar içindir. Yani sömürüyü sürekli kılacak emek-artı değer gaspının sürekliliği içindir.
Hem Pazar için üretim (kimi zaman kısıtlı kim zaman ihtiyaç fazlası ve dengesiz) yapacaksın ve çoğu zaman ihtiyaç fazlası olacak hem de o üretimi yapanlara, sırf üretim araçlarına sahipsin diye ve alın terlerini gasp ederek sadece hayatta kalabilecekleri bir ücret vereceksin. Bu kapitalizmin temel çelişkisidir ve yerel, ulusal küresel krizlerin hem nedeni hem de kaçınılmazlığının dayanağıdır.
Ürün var fakat üreten, emeği gasp edildiği için o ürünü alamıyor. Patron çarkı döndürmek için satmak zorunda fakat çarkın dişlilerinin (işçiler-emekçiler) yağa (insanca yaşayabilecek bir ücrete) ihtiyacı var. Yağı sağlarsan kapitalist ekonominin varlık koşulu olan sömürü ve azgınca kar azalacak, sağlamazsan bu çark dönmeyecek…
İşte kapitalist ekonominin açmazı da çıkmazı da bu. Süreklidir ve kriz üretmek zorundadır. Ta ki bir şeyden vazgeçmeyi göze alana kadar. Ya bu çarkı (sömürü) döndürmekten vazgeçecek ya da bu çark dönsün diye azgın sömürüden (kardan). Hangisini tercih ederse etsin artık adı kapitalizm olmayacak.
İşte gerek enflasyondan gerekse bu sonuca vesile olan tüm süreçlerden temelli kurtuluşun yolu, kapitalizmi-kapitalistleri bu tercihe bir an önce zorlayacak örgütlü mücadelenin kendisidir. Ustaların “Dünyanın bütün işçileri birleşin” deme gerekçesi de budur. Başkaca bir kurtuluş yolu da bugün için yoktur.
Kaynaklar
- Zubritski, Mitropolski, Kerov. (1987). Kapitalist Toplum. Yayınevi: Sol Yayınları. sf: 167.
- Ernest Mandel. (1991). Marksist Ekonomi Kuramına Giriş. Yayınevi: Ünlü Yayıncılık. sf: 93.
- P. Nikitin. (1990). Ekonomi Politik. Yayınevi: Sol Yayınları. sf: 439.